Duygular neden bulaşıcıdır?

2008 yılında yapılan bir çalışmada, mutlu bir arkadaşa sahip olanların mutluluk düzeylerinin yüzde 25'e kadar artabileceği tespit edildi. Tabi aynı durum hüzünlü, melankolik arkadaşlar için de söz konusu. Peki duygular nasıl bulaşıyor?

DR. SEVDA SARIKAYA / sevda.sarikaya@stargazete.com

Duyguların bulaşıcı olduğunu birçok farklı kaynaktan okuduğunuza eminim. Ben bu konuyu sizlere bir de nörobilimci bakış açısıyla anlatacağım. Ana çalışma alanı romantik ilişkiler olan Hawaii Üniversitesi’nden psikoloji profesörü Elaine Hatfield bir gün çalıştığı bölümde ilginç bir gözlem yapıyor. Çalışma arkadaşlarından birisi ortamda bulunduğunda kendisinde bir gerginlik oluştuğunu ve hemen ortamdan kaçmak istediğini fark ediyor. Halbuki daha önce herhangi bir sorun yaşamadığı bu çalışma arkadaşının neden onda böyle bir duyguya neden olduğunu anlamaya çalışıyor. Daha sonra fark ediyor ki; çalışma arkadaşının bir sebepten yüksek kaygısı var. Bu duygu da kendisine geçiyor. Dr. Hatfield ve birçok uzman bir konuda hemfikir: günlük hayatta insanlardaki bazı basit duyguları yakalarız. Sevgi, mutluluk, korku, hüzün bunlardan birkaçıdır. Bazı insanlar bu duyguları yakalamakta çok daha duyarlılardır. Bu kişilerin aynı zamanda empati yeteneği de yüksektir. 2008 yılında yapılan bir çalışmada, mutlu bir arkadaşa sahip olanların mutluluk düzeylerinin yüzde 25’e kadar artabileceği tespit edildi. Tabi aynı durum hüzünlü, melankolik arkadaşlar için de söz konusu. Özellikle hayat arkadaşınızı seçerken en dikkat edilmesi gereken hususlardan birisi. Peki bu nasıl gerçekleşiyor? Duyguların bulaşıcılığını açıklayan birkaç teori var.

FARKINDA OLMADAN YAPIYORUZ

Sosyal Psikolog Phil Shaver bundan yıllar önce insanlarda yaklaşık 135 farklı duygu olduğunu öne sürüyor. Diğer insanlarla iletişimde bulunduğumuzda, çoğunlukla farkında olmadan karşımızdaki kişinin duygularını yakalıyoruz. Yine farkında olmadan sohbet ettiğimiz kişiyi taklit etmeye başlıyoruz. Gülüyorsa gülüyoruz, somurtuyorsa biz de somurtuyoruz. Hatta beden dilini de aynı şekilde takip ediyoruz. Bir süre sonra duruşunu, sık kullandığı mimikleri bile taklit edebiliyoruz. Bunun benzerini kendimize de yapıyoruz. Kendi yüz ifadelerimiz ve beden dilimizi geçmiş tecrübelerimize göre şekillendirip, duygu durumumuza etki etmesine sebep oluyoruz. Yüz ifademiz uzun süre somurtarak kalırsa bir süre sonra üzgün oluyoruz ya da aynı şey gülmek için de geçerli. Aile içinde bu durum büyük önem kazanıyor. Duyguları okuyabilme ilişkilerin önemli bir parçası. Eğer partnerimizin duygularını hissedersek onu daha iyi anlayabiliriz. Ama uzun süreli kötü duygulanıma maruz kalır ve bunun farkına varmazsak da neden olduğunu bilemediğimiz bir kötü ruh haline bürünebiliriz. Son yıllarda iş yerlerinde huzurlu bir çalışma ortamı sağlayabilmek için bunun ne kadar önemli olduğu fark edilmeye başlandı. Çalışanlarının moralini yüksek tutmak için çaba gösteren kurumların başarı oranı daha yüksek oluyor. Pennsylvania Üniversitesi profesörlerinden Sigal Barsade, iş yerlerindeki çalışan davranışları ile üretkenlik arasında direkt bir ilişki olduğunu belirtiyor. Pozitif bir ortamda çalışan kişilerin daha üretken olduklarını söylerken, çoğunlukla bireylerin bu durumun farkında olmadığını, tersinin de mümkün olduğunu açıklıyor. Barsade ve ekibinin 16 ay süren bir çalışması kültürel öğelerin de bu durumda büyük etkisi olduğunu gösteriyor. Bakımevi gibi uzun dönemli sağlık ünitelerinde, işini sevgi ve şefkatle yapanların yoğunluğu ne kadar fazlaysa hem kalanların memnuniyeti artıyor hem de çalışanların tükenmişlik sendromu yaşama ihtimalleri azalıyor. Türk kültürü bu açıdan batı kültüründen pozitif anlamda çok farklı. Bunu ABD’de yaşayan bir Türk olarak ve her iki taraftaki bakımevlerini çok iyi bilen bir demans uzmanı olarak söyleyebilirim. Bu konu ile ilgili yazmaya önümüzdeki hafta da devam edeceğim. Hepinize sağlıklı, huzurlu bir hafta diliyorum.