Dünyayı fotosentez yapan yapılar kurtaracak

Sağlıklı insan, sürdürülebilir doğa ve yaşanabilecek bir evren için yola çıkan ecoLogicStudio'nun kurucu ortakları Prof. Dr. Claudia Pasquero ile Dr. Marco Poletto mimari ve tasarıma getirdikleri inovatif çalışmalarla yeni bir dünya vaat ediyor. Biyoteknoloji konusunda uzmanlaşan ve Fotosentetik Örtü: Photo.SynthEtica teknolojisi ile yapılar inşa eden Pasquero ve Poletto, ''Fotosentetik yapılar çevredeki kiri absorbe ediyor, oksijen sağlıyor ve oluşturduğu biyokütleyle de farklı sektörlere ham madde olanağı sunuyor. Bizim amacımız sıfır karbon ve sürdürülebilirlik ise bu tip döngüsel yapıların üzerine gitmeliyiz.'' şeklinde konuşuyor.

MERVE YILMAZ ORUÇ / merve.oruc@aksam.com.tr

İklim krizi, sıfır karbon, sürdürülebilirlik kavramları hayatımızın gerçekleri. Sanayiden teknolojiye, mimariden modaya kadar yaşamın her alanında bu kelimelere dikkat etmek ve ona göre davranmak oldukça önemli. Pandemi ve son yıllarda daha çok gündem olan küresel sağlık ve iklim değişikliği birçok farkındalığı ortaya çıkardı. İnsanların fiziksel ve psikolojik durumunu olumsuz yönde etkileyen en temel faktörlerden biri insanın doğadan, yani özünden kopmuş olması olarak görülüyor. Bu noktada mimari alanda uzun yıllardır üzerine düşünülen biyo-tasarımın da önemi ortaya çıkıyor. 20. yüzyılın ikinci yarısında başlayan mimarlık ve tasarım disiplinlerinin doğa ile kurduğu ilişkiyi sorgulaması, 21. yüzyılda teknolojinin etkisi ve biyoteknolojik araştırmalar ile birlikte insana ve doğaya iyi gelen biyofilik tasarımları ortaya çıkardı. Biyofilik tasarım; doğadan ilham alan şekil ve formları modern yapılı çevreye dâhil etmeyi içeriyor. Biophilia terimi ilk kez Amerikalı psikanalist Erich Fromm tarafından "Yaşama ve yaşayan sistemlere karşı duyulan sevgi" olarak tanımlanmış. Buradan ismini alan biyofilik tasarım modeli, doğa ile tekrar eden sürdürülebilir bir etkileşim sağlamayı amaçlıyor. Aslında biyofilik tasarım, doğadan uzaklaşan şehir insanına özüne dönüş için bir imkân tanıyor.

Bu alana kafa yoran kişilerce de çevre ve verimlilik odaklı inovatif çalışmalar, hayatımızdaki yerini yavaş yavaş almaya başladı. Çevre için biyoteknoloji konusunda uzmanlaşmış Londra merkezli mimari ve tasarım inovasyon stüdyosu ecoLogicStudio'nun kurucu ortakları mimar ve küratör Prof. Dr. Claudia Pasquero ile mimar ve akademisyen Dr. Marco Poletto, "Zamanın Ötesinde Tasarım Kaşifleri" etkinliği kapsamında Türkiye'ye geldi. Biz de kendilerini ziyaret ederek hem çalışmalarını hem de iklim krizinin önüne geçilip sürdürülebilir, temiz yaşam alanlarının nasıl yapılabileceğini sorduk.

MİMARİ İÇİN BİR DÖNÜM NOKTASINDAYIZ

Öncelikle sizi tanıyalım?

Dr. Marco Poletto: ecoLogicStudio'nun kurucu ortaklarındanım. Çevresel tasarım yapıyoruz. Doğada mevcut olan ve her zaman gördüğümüz doğal yapıları tasarımlarımıza entegre ediyoruz.

Prof. Dr. Claudia Pasquero: Kent ekolojisi ve peyzaj alanında uzmanım. Ben de ecoLogicStudio'nun kurucu ortağıyım. Bizim yapmaya çalıştığımız şey şehirciliğe dinamizm katmak. Bunu da geleceğe dönük fütüristik çözümlerle yapmaya çalışıyoruz. Bu anlamda ekoloji çok önemli bir yerde duruyor.

Ne zamandır bu düşüncelere kafa yoruyorsunuz?

Prof. Claudia: Okul yıllarından beri bunun üzerine düşünüyorum. Çevre konusuna karşı hep bir ilgim vardı. Biz şunu gördük mühendisler binaları yapıyor, çevreciler etrafı düzenliyor. Bunlar birbirinden bağımsız iki farklı alan gibi ilerliyor. Bunun değişmesi gerekiyor. Bu iki disiplin birbirine entegre çalışmalı. Dünyaya ve çevremize bir dinamik getirmek istiyorsak birlikte ilerlemek gerekiyor. Biz de bunun üzerine çalışmaya karar verdik ve 2005 yılında ecoLogicStudio'yu kurduk.

Bu yaklaşımınıza biyofilik tasarım mı deniliyor?

Dr. Marco: Bu işe başladığımızda biyofilik diye bir tanım yoktu. Onun tanımı hayatımıza sonradan eklendi. Yaptığımız şeyin iki ayağı var. Çevresel mimari, çevresel tasarım her zaman buradaydı. Sadece modernleşmenin etkisi ile biz bunları unutmuştuk. Önceden insanlar doğadan ilham alıyordu. Bu yüzden geçmişten feyz almak gerekiyor. İkinci kısım ise biyomekanik taraf. Biyomekanik işin mühendislik kısmının mimariye entegre etmesi ile alakalı. Teknolojinin gelişmesi ile mimari, mühendislik ve çevresel unsurlar da bunların içine dahil edilerek yeni bir oluşum ortaya çıktı. Hem insan hem de çevre açısından fayda sağlayan bir yapı oluşturuldu. Böylece biyofilik denilen tasarım ortaya çıktı.

Prof. Claudia: Yaptığımız şey mevcut yapılarla yeniden bağlantı kurmak. Önceki çağlara baktığımızda da insanlar bunları yapmış. Sanayi devriminden sonra tasarımda bir disiplin ayrımına gidilmiş. Biz köklerimizden koptuk, ortaya standart yapılar çıktı. Biz şu anda köklere dönmeye çalışıyoruz. Ama bunu bugünkü yüksek teknoloji ve yapay zekâyı kullanarak yeniden yapıyoruz. Geçmişte biyofilik tasarım tanımı olmasa da uygulamada vardı. Biz bunu teknolojik imkânların bize sunduğu yeni malzemelerle harmanlayarak bugüne uygun hale getiriyoruz.

Dr. Marco: Biyofilik tasarımı mimaride yeni bir trend olarak algılamamak lâzım. Bu bütün mimariyi dönüştürebilecek bir dönüm noktası olarak görülmeli. Toplumsal olarak baktığımızda bugünün en önemli konusu sürdürülebilirlik. Bu yapılar bize sürdürülebilirlik sunuyor. Bu tip dönüşümlerle sürdürülebilirliğe katkı sunabiliriz. Bizim trendler üzerinden değil kökten bir dönüşüme ihtiyacımız var. Buna bizim fotosentetik projemizi örnek verebiliriz. Kaba tabirle bu projede fotosentez yapan bir binadan bahsediyoruz. Bu binaya entegre ettiğimiz biyolojik unsurlar sayesinde karbondioksit salınımı absorbe edilirken oksijen salınımı gerçekleşiyor. Ayrıca bu biyolojik malzeme, sonrasında farklı sektörlerde ham madde olarak da kullanılabiliyor. Nasıl mı? Fotosentetik Örtü: Photo.SynthEtica, havadaki karbondioksiti tutmak için alglerin enerjisini kullanıyoruz. "Kentsel bir örtü" olarak tasarlanan sistemde atmosferdeki karbondioksiti yakalıyor ve yirmi adet büyük ağacın yakaladığına eşdeğer olarak günde yaklaşık 1 kg karbondioksiti depoluyor. Dublin'de hayata geçirdiğimiz uygulama 2×7 metre boyutlarındaki 16 modülden oluşuyor. Her bir modül, dijital olarak tasarlanmış, canlı mikro alg kültürlerini beslemek için günışığından faydalanan biyoplastik kaplarla özel olarak yapılmış ve geceleri ışık yayan bir fotobiyoreaktör olarak çalışıyor. Karbondioksit molekülleri ve havadaki kirli maddeler algler tarafından yakalanıp depolanıyor ve biyokütle haline geliyorlar. Bu malzeme saklandıktan sonra fotobiyoreaktörlerin ana yapı malzemesini oluşturan biyoplastik ham maddenin üretiminde kullanılıyor. Bizim amacımız sıfır karbon ise bu tip döngüsel, sürdürülebilir yapıların üzerine gitmeliyiz. Şu anki toplum üret ve tüket toplumu. Onları bu döngüye dahil etmeliyiz. Eğer bu tip yapılarla dönüşümü sağlarsak ancak o zaman sıfır karbondan bahsedebiliriz.

Yeni bir tasarımdan mı bahsediyorsunuz yoksa var olanı yeniden mi dizayn etmek mi amaç?

Dr. Marco: Her ikisi de bizim uygulama alanımız. Mevcut binalardan bahsedeyim. Burada kullanılan bazı malzemeler var ve bunlar hep hayatımızda olacak. Bir bina içinde 200 yıl dayanacak malzeme de var 15-20 yıl ömrü olan malzeme de. Parçalar eskidikçe yerine yenisini koymak yerine bizim biyofilik tasarımlar o binaya entegre edilebilir. Hatta öyle bir zaman gelir ki binanın sadece iskeleti ayakta kalır. Onun dışındaki her yerine biyofilik tasarımlar yapılabilir. Teknoloji gelişiyor ve buna izin veriyor. Tabii bu bir anda olacak bir şey değil. Uzun bir süreç var önümüzde. Ama toplum ve mimaride bir dönüşüm istiyorsak hem yeni binalarda hem de eski yapılarda bu dönüşümler eş zamanlı olarak yapılmalı.

DOĞANIN İYİLEŞTİRİCİ GÜCÜNÜ KULLANIYORUZ

Peki bu tasarımlarda kullanılan ana malzemeleriniz neler?

Prof. Claudia: Temelde baktığımızda dinamik ve performatif unsurlar kullanıyoruz. Bunların çoğu hali hazırda geleneksel peyzajda kullanılan unsurlar. Mikroorganizma ve mantarlarla başlıyoruz işe. Çünkü siz bir yerde orman yapmak isterseniz ilk başta gereken şey floradır. Floranın oluşması için de mikroorganizmalara, mantarlara ihtiyaç vardır. Peki nedir bu mikroorganizmalar? Algler buna örnek verilebilir. Fotosentetik binalarda bu organizmaları çok kullanıyoruz. Bunun nedeni ise şu, bunlar sadece çevredeki kiri absorbe etmiyor aynı zamanda oksijen sağlıyor ve oluşturduğu biyokütle ile de ham madde olarak kullanılıyor. Biz temelde bu şekilde dönüşümlere hizmet edebilecek organizmalar kullanıyoruz.

Dr. Marco: Bu organizma nerede yaşayacak? Biz genelde cam tercih ediyoruz. Ya da geri dönüştürülmüş plastik kullanıyoruz. İşin bir de yazılım tarafı var. Sonuçta buraya bir organizma yerleştiriyoruz bunun takibi de yapılmalı. Bunun için de bir yazılım kullanıyoruz. Sensörler de var.

Bu tasarımların hayatın içinde nerelerde kullanılmasını öneriyorsunuz?

Prof. Claudia: İlk uygulama yaptığımız yer dört kişilik ailenin yaşadığı bir ev idi. Bu aile evlerinde spirulina yani mavi ve yeşil alglerden oluşan mikroskobik bir yosun türü yetiştiriyordu. Bunu hem tüketiyorlar hem de evin havasını temizlemek için kullanıyorlardı. Biz ofis uygulamaları yaptık bu zamana kadar. Nyon İsviçre'deki AIR.office (2023) örnek verilebilir. AIR.office projesinde bir tarafta yeşil rahatlatıcı bir alanken diğer tarafta da biyo-fabrika olarak çalışan benzersiz bir prototip mekan. Sistem, hava temizleyici bir iç bahçe olarak kuruldu. Biyo-mekan, kirlenmiş kentsel havayı arındırarak ve ara ürünleri plastik bulundurmayan çözünebilir üç boyutlu çıktı ürünlere dönüştürerek günlük karbondioksiti yakalıyor ve depoluyor. Zaten benim ezelden beri odaklandığım konu ofis ortamlarını iyileştirmek idi. Buna ek olarak kamuya açık alanlar özellikle de çocuk oyun parklarına bu sistemler kurulmalı. Çünkü parklarda dibe çöken kirliliğe çocuklar küçük olduğundan dolayı çok fazla maruz kalıyor.

Çocuklar için ne kadar temiz ve sağlıklı bir ortam sağlarsak o kadar iyi olur. Bu alanda yaptığımız bir çalışmayı da paylaşmak isterim. Polonya'nın Varşova kentindeki AirBubble Oyun Alanı tasarladık. Baloncuk biçimli bir çocuk oyun alanı olan AirBubble, kapalı alanda fotosentez olanağı sunan mikro algler içeren Photo.Synthetica teknolojisi kullanılarak oluşturuldu. Silindir biçimli ahşap yapı, ETFE zarları tarafından korunan 52 adet alg reaktörü ile kaplandı. Kentsel bir alg serası oluşturan yapıda halatlar, ayak pompaları, elastik toplar ile donatılmış bir oyun/eğitim alanı da sunduk. Alg reaktörleri temiz havanın yanı sıra baloncuk çıkarırken ürettikleri ses ile kentin dip gürültüsünün yerini alan, sakinleştici bir duysal ortam da sağlıyor. Sistem kendi başına nitrojeni yüzde 97 ve zararlı parçacıkları yüzde 75 oranında süzebiliyor. Oyun alanında bulunan 4 adet ayak pompası, reaktörlerdeki su dolaşımını artırarak, çocukların faaliyetleri ile sistemin daha da etkin biçimde çalışmasını sağlıyor. Özetle biyofilik tasarım ofis ortamlarında, eğitim alanlarında, hastanelerde, kısaca insana dair tüm yaşam alanlarında doğanın iyileştirici gücünün mucizevi bir şekilde hayatımızı pozitif yönde etkilemesini sağlıyor.

Tasarımlarınız insan sağlığına iyi gelen uygulamalar diyebilir miyiz?

Prof. Claudia: Hem fiziksel hem mental sağlık anlamında bu tasarımların insana iyi geldiğini kanıtlayan çalışmalar var. Stresi azalttığı ve insan yorgunluğuna iyi geldiği belirtiliyor. Bu tasarımlar dünyamıza da pozitif katkı sunuyor. Değişimi durduramazsınız ama değişime pozitif katkı sağlayabilirsiniz.

İKLİM KRİZİNİ DURDURMAK İÇİN BUNA İHTİYAÇ VAR

Yaptığınız şey çok güzel ama bunun topluma ve dünyaya yayılması bana biraz ütopya gibi geldi. Neler söylemek istersiniz?

Dr. Marco: Bizim en büyük avantajımız uluslararası araştırma ve deneysel mimari topluluğunun üyesi olmamız. Bu bize yeni teknolojileri ve tasarımları uygulama imkânı sundu. Bizim yaptığımız ulusal bir hareket gibi gözükse de bunu global bir hareket olarak görüyorum. Çünkü bunun birebir hedeflerinden biri iklim krizi. İklim krizinden doğrudan ya da dolaylı etkilenenler var. Ama bir şekilde hepimiz etkileniyoruz. Global problemler global aksiyon gerektirir. Dediğim gibi bir gecede olmayacak bu. Biz sadece temel oluşturuyoruz. Ama bir süre sonra büyük oyuncular da bu tip uygulamalara girişmeye başladıklarında iş büyüyecek. Herkeste iklimle alakalı bir farkındalık oluştu son yıllarda. Son yıllarda büyük firmalar, inşaat sektörü hatta otomotiv sektörü bu tür sürdürülebilir biyofilik tasarımlara önem veriyor. Evet şu an görünürlülük çok yok ama bir nokta gelecek ve fark edilecek.