Dünyadaki iki sığınağa yolculuk

Nefes alıp verdiğimiz sürece dünyadan kaçıp sığınabileceğimiz ve o huzuru bulabileceğimiz belki de iki yer var yeryüzünde. Biri Kabe, Allah'ın evi, diğeri Ravza-i Mutahhara, Peygamber Efendimizin dizi dibi. Hac işte tam olarak bu iki huzur limanına vuran kum tanelerine dönüştürüyor müminleri.

GÜLCAN TEZCAN / gulcantezcann@gmail.com

Doğduğumuz an başlar bu dünyadaki yolculuğumuz. Pek çok durağa uğrarız. Çocukluk, gençlik, yetişkinlik, yaşlılık... Tüm bu güzergâhta ilerlerken kamışlıktan koparılan ney gibi ait olduğumuz yeri ararız. Çoğunlukla da 'huzur' diye tarif ederiz o arayışı... Nefes alıp verdiğimiz sürece dünyadan kaçıp sığınabileceğimiz ve o huzuru bulabileceğimiz belki de iki yer var yeryüzünde. Biri Kabe, Allah'ın evi, diğeri Ravza-i Mutahhara, Peygamber Efendimizin dizi dibi. Hac işte tam olarak bu iki huzur limanına vuran kum tanelerine dönüştürüyor müminleri. 'Hüzün, zaman zaman deli dalgalarla gelir gönlümün kıyısına vurur' diyen o şarkıdaki hâl üzre Kabe'nin eteklerinde dönüp duruyoruz.

Ama durun en baştan başlamam lâzım. Yalan yok yıllarca gözyaşı döküp hasretle yananlardan değilim. Çocukluğumda pek çoğumuz gibi sadece yaşlıların gideceğini zannettiğim, babamın görev gereği gidiş gelişlerinde getirdiği o renkli oyuncağın içindeki görüntülerle, takvimlerdeki etkileyici fotoğrafları ile tanıdığım Kabe'yi görmek elbette arzu ettiğim bir şeydi. Gerçekten istemek ise ancak davet edildiğinde insanın yüreğinde beliren bir duygu imiş. 'Dost elinden gel olmazsa varılmaz' diyor ya Neşet baba. Tam da öyle. Bu yüzden hacca gitmekten bahsedenler 'çağrılmak' ifadesini kullanılır çoğunlukla. Geçen sene istediğim ama bu yıl nasip olan yolculuk uzun bir bekleyiş sonrası gerçeğe dönüştü. Uçağa binene kadar inanmakta zorlandığım, hazırlıklar boyunca ne çok eş, dost, tanıdıktan türlü tavsiyeler, yol göstermeler dinlediğim hac esasen milyonlarca müminle birlikte ama her kulun 'biricik' tecrübesine imkân tanıyan bir ibadet.

Diyanet İşleri Başkanlığı'nın basın mensuplarından oluşan ekibine dahil olup gittiğim 2023 yılı hac organizasyonunda Başkanlığın titizlikte ortaya koyduğu başarılı operasyonu takip ederken bir yandan da ibadetlerimi yerine getirdim. Pandemiden sonra yaşlıların çoğunlukta olduğu bu yılki hac bilhassa bedenen belli bir yaştan sonra zorlayıcı olabilen bu ibadetin iman gücüyle nasıl da kolaylaştığını bir kez de kendi gözlerimle görmemi sağladı.

Ekibimize rehberlik eden Başkanlık müşaviri Ulvi Ata hocamız ve tercümanımız Hülya Çevik nicedir özlediğim nahif, kucaklayıcı, kolaylaştırıcı ve tatlı tatlı ikazlarla ibadetin gereklerini hatırlatan bir üslupla her adımda yanı başımdaydı. Sadece benim değil hac vazifesi için Mekke ve Medine'ye gelen tüm hacıların etrafında mavi yelekli Diyanet İşleri Başkanlığı görevlileri pervane oldu. Deprem bölgesinde Aile Bakanlığının kırmızı yeleklileri nasıl fedakârca çalışıyorsa hac organizasyonundaki Diyanet İşleri Personeli de sabır, anlayış, sevgi ve ilgi ile Allah'ın misafiri olarak Mekke'ye gelenlerin ibadetlerini kolaylaştırmak için gece, gündüz görev başındaydı.

KABE'NİN ÇEKİM ALANINDA OLMAK

Sembollerle örülü hac ibadeti, Hz. İbrahim ile başlayıp Peygamber Efendimizin Veda Haccı ile her aşaması tüm Müslümanlarına yeniden öğretilen bir yüzleşme imkânı. Tıpkı Hz. İbrahim'in oğlu Hz. İsmail ile imtihan olunması gibi hacca giden her mümin nefsinin açmazları ile zorlu bir hesaplaşmaya giriyor. 'Hac meşakkattir' cümlesinden kast edilenin çoğu kez fiziksel zorluklar olduğunu düşünsek de bu ibadetin belki de insanı en çok değişip dönüştüren kısmı hayat boyu kendisine yük olan kötü huyları, zaafları, alışkanlıkları, kendine ve çevresine zarar veren hâlleri üzerine düşünüp onlardan kurtulmak üzere mücadeleye girmesi. İstanbul'dan ihrama girip ayrılan hacılar Mekke'ye gelir gelmez Kabe'yle o ilk karşılaşmayı yaşayıp umre ve say ibadetlerini gerçekleştiriyor. Kabe'nin karşısında gelip durana kadar etraftaki her şey, uzun yıllardır devam eden genişletme çalışmaları yüzünden neredeyse Kabe'nin bir parçası haline gelen iş makinaları zihninize kıymık gibi batarken Allah'ın evi ile karşılaştığında onun dışında her şey flulaşıyor. Hacca ya da umreye gidip o çekim alanını hissetmeyen yoktur. Yaradan'ın rahmet, merhamet ve mağfireti sizi sarıp sarmalıyor. Aczinizle küçülüp kalıyorsunuz. Bu acziyet sair zamanlarda yaşadığınızın aksine ağır gelmiyor. Kabe'yi izlerken içinize dolan kul olmanın lezzetini tarif için kelimem yok. Sadece şükür sözcükleri dökülüyor dilinizden ve ne söylemeniz gerekiyorsa o tesbihatı, duayı gayri ihtiyari söylerken buluyorsunuz kendinizi. Onca duayı nasıl ezberlerim, nasıl okurum endişeleri silinip gidiyor. 'Allah her dildeki duaları işitendir' diyen hocamızın sözleri ne kadar da doğruymuş diyorsunuz sonra, etrafınızda tavaf eden farklı kültür ve ülkelerden gelmiş, dilleri, sözleri birbirine benzemeyen binlerce insanın dualarına amin derken. İmtihan olur da ikram olmaz mı? 'Allah'ın her hacıya bir ikramı olur gittiğinde görürsün' diyen dostum haklı çıkıyor, birkaç gün sonra Satı amca ve Bahriye teyze ile karşılaşıyorum. Basın ekibindeki Hülya hocamız Elif Öztürk, Özgül Abbasioğlu ve Şeyma Açıkay pamuk hacılarımızın koluna giriyoruz ve hep birlikte tavafın, say'ın, Arafat'ın güzelliklerini yaşıyoruz.

HAYATIMIZIN FIRSATI

Arafat'a çıkış günü yaklaştıkça herkes yol hazırlığını tamamlama telaşına düşüyor. Elbette bahsettiğim hazırlık yeme, içme ya da orada geçireceğimiz zamanda ihtiyaç duyacağımız malzemelerle ilgili değil. Çünkü Diyanet İşleri Başkanlığı hacıları klimalı, yerde halısı, sünger yatağı ve polar battaniyesi olan çadırlarda ağırlıyor Arafat'ta. Hazırlık dediğim Arafat vakfesinden duası edilmek üzere bitirilmesi gereken hatimler, tesbihatlar, unutulmaması gereken dualar. Zaten haccın en güzel yanı dünyaya dair her şeyi geride bırakıp önceliğimizin, gündemimizin sadece ibadetler olması. Gündelik hayatta bu güzelliklerden ne kadar mahrum kaldığımızı, malayani işlerle bizi Allah'a yakınlaştıracak ne çok şeyi hayatımızın dışında bıraktığını fark ediyoruz. Tam bu noktada toplumsal belleğimizde yer eden 'Yaşlanınca hacca gidip her şeyden elini eteğini çekme' bahsi üzerine uzun sohbetler ediyoruz. Hülya hocamız bu algının tersine haccın kulluğumuzu hatırlama ve eksiklerimizi tamamlamak için bir fırsat olduğunu hatırlatıyor. Hacca gitmek bize önceden hayatımızda var olmayan sorumluluklar yüklemiyor zaten Müslüman olarak hayatımızın odağında bulunması gereken ancak bizim öncelikler sıralamasında hep geriye attığımız ibadetleri yerli yerine koymamızı sağlıyor.

Tavaflardan arta kalan vakitlerde ettiğimiz sohbetler su içer gibi serinletiyor içimizi. Arafat öncesi servisler kalktığından akşam serinliğinde tünellerden uzun yürüyüşler yaparak ulaşıyoruz Kabe'ye. Sıcak rüzgârın içinde mırıldandığımız dualarla serinliyoruz. Her geçen yıl genişleyen Kabe'de her vakit sağımda solumda dünyanın öbür ucundan gelen bir daha asla bir araya gelmeyeceğim müminlerle saf tutuyorum. Ortak bir dilimizin olmayışına üzülüyoruz, cep telefonlarının ibadetimizin ihlasını nasıl da bozduğunu düşünüyoruz ama kaçınılmaz son, özledikçe bakmak üzere biz de hatıraları, anları kayda alıyoruz.

ARTIK HACI OLDUNUZ!

Kurban Bayramı'ndan bir gün 2.5, 3 milyona yakın hacı adayı Arafat'ta bir araya geliyor. Cebeli Rahme'ye çıkmak ne mümkün, sıcağın yakıcılığından çadırlara sığınıyoruz. Arafat Vakfe'si öncesi çocukluğumun ilahileri okunuyor yanık seslerle, salavatlar yükseliyor göğe. Sonra Diyanet İşleri Başkanı Prof. Ali Erbaş vakfe duasını ediyor. Boynumuz bükük, yine bütün aczimizle 'rahmet' ve 'merhamet' diliyoruz Allah'tan. Erbaş'ın son cümlesi 'Artık hacı oldunuz, Allah haccınızı mebrur eylesin' oluyor. Şaşkınlıkla birbirimize bakıyoruz, bu müjdeyi henüz beklemediğimiz için gözyaşlarıyla karışık bir sevinçle dolup taşıyor yüreğimiz. Tanıdık, tanımadık herkes birbirine sarılıyor ve bir gün önceden bayram neşesini yaşıyoruz.

MÜZDELİFE VE MİNA

Peygamber Efendimizin 'Hac Arafattır' buyurduğu noktadan ibadetimizin bir diğer önemli rüknü olan şeytan taşlamaya gitmek için önce Müzdelife'ye hareket ediyoruz. Orada akşam ve yatsı namazlarını cem edip şeytana atacağımız taşları topluyoruz. Otobüs ve insan seli birbirine karışıyor. Yaklaşık 15 kilometre sabırla yürüyor herkes en yaşlısından en gencine. Yürüdükçe aydınlanıyor yüzler, her adım bizi biraz daha yaklaştırıyor affedilmeye. Televizyoncuların işi zor, bir yandan çekim yaparken bir yandan tekbirler, salavatlarla yürümek hiç kolay değil ama gönlü burada olanların hasretini dindirmek için her kare fotoğraf, her saniye görüntü öylesine kıymetli ki...

Şeytan taşlamak aynı zamanda nefsimizle kavgamızın da zirve noktası. Kurtulmak istediğimiz hallerimiz, huylarımız, bizi Allah'tan uzaklaştıran ne varsa onları geride bırakmak için fırlatıyoruz her taşı. Ama tüm ibadetlerde olduğu gibi burada da bir edep ve usul var. Öylesine güzel ve nezaketli bir dine mensubuz ki şeytana atacağımız taşları bile önceden yıkayıp, temizleyip hazırlıyoruz. Taşları attıktan sonra yine Kabe'ye dönüp söz veriyoruz tıpkı bezmi elestteki gibi. Şeytan taşlama biter bitmez ziyaret tavafı ve bir kez daha Safa ve Merve tepeleri arasında say yapıyoruz. Oturup bir kenarda kafileler halinde say yapanları izlemek ne güzel. Renkler, yüzler, sesler akıp gidiyor önümden.

Ve ayrılık zamanı... bayramın üçüncü günü Mekke'den ayrılıp Medine'ye Peygamber Efendimizin yanı başına gidiyoruz. Mekke koşturmaca Medine sükunet. Her adımda Efendimizin ve sahabelerinin ayak izleri. Şurası Okçular Tepesi, karşımdaki Hira, nakışlarına hayran olduğum Kıbleteyn Mescidi, serinliğine sığındığım Kuba... Anlatacak çok şey var. Ama diyorum ya bu biricik tecrübe, herkes için bambaşka. Hâsılı gidin, o tecrübeyi kendinizden esirgemeyin.