Dünya siyasetine meydan okuyoruz

“Türkiye, dünya siyasetinde tabir caizse “bahisleri yükseltmek”tedir. Tıpkı Fatih'in İstanbul'u fethi gibi.” diyen Dr. Celal Fedai, “Ayasofya, iç siyasete değil dünya siyasetine söylenmiş bir söz. Ayasofya'nın cami olması, Türkiye'nin tarihi kaderini üstlenmiş olmasının neticesi aslında. Bunun ardı gelecektir.” şeklinde konuşuyor.

GÜLCAN TEZCAN / gulcantezcann@gmail.com

Ayasofya’nın yeniden camii olarak açılışı toplumun farklı kesimlerinde, doğu ve batı ülkelerinde çok farklı tepkilerle karşılandı. İçerdeki tepkiler bir kimlik problemine işaret ederken dışarıdan yükselen tepkiler ise Türkiye’nin ‘dünya beşten büyüktür’ iddiasını destekleyenler ve bu iddianın vücut bulmasından endişe edenleri daha net açığa çıkardı. “Ayasofya’nın cami olması, Türkiye’nin tarihi kaderini üstlenmiş olmasının neticesi aslında” diyen Dr. Celal Fedai ile tarihi ve toplumsal bağlamda Ayasofya’nın Türkiye’ye etkilerini konuştuk.

Yapılan tartışmalara baktığımızda Ayasofya’nın kimlik bağlamında bir turnusol kağıdına dönüştüğünü söyleyebilir miyiz?

Ayasofya konusunda da dini, milli hatıramız zayıf maalesef. Bundan ötürü özellikle genç nesiller Ayasofya’nın yeniden cami yapılmasının dini, milli ve dünya çapındaki politik anlamını yakalayamadı. Bilinç eksikliğimiz bu konuda da ortaya çıktı. Ayasofya, iç siyasete değil dünya siyasetine söylenmiş bir söz. Suriye, Irak ve tabii Libya’yla aynı resmin parçası. Türkiye, yaşanan zamanda Selçuklu ve Osmanlı’nın bu topraklardaki devamı olduğunu dünyaya söylemiş oldu. Bunu istemeyenler elbette karşı çıktı. Ama asıl mühim olan milli hatıramızı nasıl gençlerimiz için canlı tutacağımız.

TÜRK FÜTÜRİZMİ BİR UMUTTUR

Ayasofya’nın açılması ülkemizin kaderini nasıl etkileyecek? Bu durum nasıl bir sorumluluk yüklüyor devlete ve millete?

Çok büyük bir etkisi olacak. Ayasofya’nın cami olması, Türkiye’nin tarihi kaderini üstlenmiş olmasının neticesi aslında. Bunun ardı gelecektir. 21. asrın geçen yirmi yılı, özellikle de son 7 - 8 yıl, Türkiye’ye özgü bir fütürizmin tecrübe edilmesine denk düştü dünyada. Türkiye, fen, mühendislik ve tıp alanlarında olağanüstü bir atılım gerçekleştirdi. Bu, dünyamız için büyük umuttur. Yüz yıl önce başlayan Alman, İtalyan, Rus ve Amerikan fütüristik girişimleri dünyamızı kan gölüne çevirdi. Türk fütürizmi, dünyanın bozulan dengesine adalet gelmesi için yegâne umuttur. “15 Temmuz’da devlet milletini gördü bundan sonra millet devletini görmek ister.” demiştim. Şükür millet olarak devletimizin kendi devlet idemizi canlı tuttuğunu gördük. Şimdi genç nesillere Türkiye’nin dünya için ne anlama geldiğini kavratmak zorundayız. Çünkü haliyle gençlik yaşanan zamana odaklıdır. Kişinin içindeki ateş gençlikte oldukça harlıdır. Bu ateşin doğru yönlendirilmesi şart. Büyük gücümüz bu. Türkiye, ilerlemek zorunda yoksa “Zulüm 1453’te başladı.” diyen işbirlikçiler Türkiye’yi paramparça eder. İstanbul, yüz yıl önce işgal edilmişti. Gençlerimize bunu anlatmalıyız. Kıbrıs’ı keza. Küresel kültür gençleri hedonizme itiyor. Hayatın anlamını keyif sürmek olarak görmelerini sağlıyor. Türkiye için yıkımdır bu. Atalarımız hedonist olaydı biz dünyada böylesine izzet-i nefs sahibi olamazdık. İnsanımıza, “Büyük Türkiye” tutkusunu kazandırmak devlet, millet ortak sorumluluğumuz. Bakın Ruslar, Rus devlet idesi olan açık denizlere inmek düşünü gerçekleştiriyor. Almanlar, Çinliler, Amerikalılar kendi devlet idelerinin peşinde. Türk genci niçin devletini haddini bilen bir küçük devlet olarak görecekmiş? Görmemeli. Zaten bundan kaçışımız yok. Kaderimiz bu: Büyük Türkiye olmak zorundayız. “Hamaset” denebilir bu dediklerime. Hamaset, çok önemlidir. ABD, hamaset üzerine kuruludur. “Vatan, millet, Sakarya” diye bazıları alaya alıyor. Elbette “Vatan, Millet, Sakarya”, diyeceğiz ama ötesi de var. Sorumluluğumuz büyük hâsılı.

Bir kesimin ısrarla Ayasofya’nın açılışını iç siyaset malzemesi gibi görmesini, böyle bir nedene indirgemesini nasıl açıklıyorsunuz?

Ağaca tırmanan kişi için güçlük tırmandığı ağaç değil onu ayaklarından asılıp çekenlerdir. Türkiye’de bir kesim var ki her tür gerçeği çarpıtarak yeni yalan bir gerçek yaratıyor. Açıkçası bunda çok da başarılılar. Asıl güçlük de bunu aşabilmek. Doğruyu, yalana çevrilmeden kulaklara ulaştırmak. Ayasofya’nın cami olması, dünya siyasetine bir meydan okumadır. İç siyasette karşılığı oldukça zayıftır. Çünkü andığım kesim dışındaki insanımızın gönlünde Ayasofya zaten camiydi. Türkiye, dünya siyasetinde tabir caizse “bahisleri yükseltmek”tedir. Tıpkı Fatih’in İstanbul’u fethi gibi. Bunu ABD, Rusya gibi ülkeler bizi Azerbaycan, Libya, Suriye gibi yerlerde sıkıştırarak görmek istedi. Fakat yapacakları bir şey yok. Eğer içimizde birlik olursak gücümüz çok büyük.

KİMLİĞİMİZİ BULUYORUZ

Dünya coğrafyasının doğusu bu meseleye çok sevinip coşkuyla kutlarken Batılı ülkeler ciddi anlamda endişe duymaya başladı. Dünya beşten büyüktür ifadesinin giderek ete kemiğe bürünmesinden duyulan bir korku mu bu?

Tam da öyle. Dünyanın mazlum ülkelerine “özgüven” gelmekte. Ortaokul çağımda duydum Ayasofya’nın cami değil müze olduğunu. Nasıl üzüldüğümü anlatamam. Bir erkek olarak izzet-i nefsim yaralanmıştı. Nasıl olurdu bu? Kısa zaman içinde gördüm ki yeni kurulan Türkiye için muazzam güçlükler var. Bunlar geçici ama. Dünya değişirken Türkiye gelişecek. Toynbee yeni kurulan Türkiye için 1920’lerde “Deri değiştiren canlı varlık” diyor. Yani artık “hasta adam” değil fakat “derisini de henüz değiştirebilmiş” değil. Türkiye şimdi gerçek kimliğini buluyor. Dünyanın mazlum milletleri buna seviniyor ama modernlik, laiklik, bilimsellik, sosyalizm, postmodernizm gibi büyülü laflarla dünyayı sömürenler üzülüyor. Dünya değişmek zorunda. Walt Whitman, 20. asrın Amerikanoların yüzyılı olacağını söylemişti. 21. yüzyılın Türkiye’nin yüzyılı olacağı açık. Buna sevinmeyen engel çıkaracaktır içeride de dışarıda da.

“Asıl mühim olan milli hatıramızı nasıl gençlerimiz için canlı tutacağımız” dediniz… Ayasofya müze olduğundan itibaren milliyetçi, muhafazakar kesimlerin gündeminde en önemli meseleydi. Dergiler, kitaplar, konuşmalar hep bu konu üzerineydi. Bugün gençlerin gündemine nasıl taşınabilir Ayasofya?

Can alıcı bir soru bu. Doğru cevabı bulabilirsek inanın can veren de bu olacak. Maalesef gençlerimizi biz değil küresel kültür eğitiyor. Amerikan popüler kültürüne karşı tarihin içinden gelen kaderimizi gençlerimize nasıl sevdirip benimseteceğiz? Buna bir çare bulmak zorluğunu her ülke yaşıyor. Büyük ülkeler buluyor. Rusya. Bir “kültür mücadelesi” yürütüyorlar yıllardır. Gençlik, dediğimizde de kavrayış, meşrep, yetenek farklılıkları var. Her kısma uygun dili bulmak zorundasınız. Zekâsı, kavrayışı üst seviye olanlara ayrı bir dil, mesleki becerileri üstün olana ayrı bir dil. Ayasofya için de aynı şey geçerli. Bunun için kendimizi anlatmak yerine gençlere Almanya’yı, Fransa’yı anlatmalı mesela. “Bakın” demeli “Bu ülkeler kendi kültürel değerlerini nasıl benimseyip yüceltiyor.” Ardından, “O halde biz yapınca niçin suç oluyor?” diye de sormalı. Bizim ne yaptığımızı anlatmanın yolu, başka milletlerin fazlasını yaptığını anlatmaktan geçiyor. “Müze” kavramını anlatmalıyız ki Ayasofya’nın müze olmasının yakışıksızlığı görülmeli. “Müze”, sömürgeci Batı’nın çaldıklarını sergileme yüzsüzlüğünün mekânıdır. Öyle doğmuştur. Sonra kimi yeni örnekler çıksa da Batı’nın tüm büyük müzeleri kendi hırsızlıklarını teşhir etmekten aldıkları hastalıklı hazzı ortaya koyar. Şu halde Ayasofya’nın müze kalmasıyla sergilenen nedir? Ayasofya müzeyken sergilenen şey, dedelerinin kaderinden kopmuş bizlerdik. Bu yüzden karşısındaki Sultanahmet Cami’nde gölgelendik bugüne dek. Kilise olsa müze olması kadar yakışıksız değildi. Tüm bunları gençlere anlatmak onları küresel kültürün kendilerini nasıl mahvettiğini onlara göstermekle mümkün. Ama dediğim gibi her kısım için ayrı dil ile. Doğru bilenleri bulmalı.