GÜLCAN TEZCAN / gulcantezcann@gmail.com
Terör örgütü PKK'ya meydan okuyan Diyarbakır Anneleri'nin dağa kaçırılan çocukları için sürdürdüğü onurlu direniş dördüncü yılına girdi. Kimi ortaokul çağında, kimi üniversite sınavına girdiği günün ertesi kandırılıp örgüte devşirilen çocuklarını yıllardır görmeyen aileler soğuk, sıcak demeden 1095 gündür onlara kavuşmak için bekleyişte. Çaresizlik ve korku duvarını aşan anneler, bölgede kan davalarını bile sonlandıran kadın sesini yükselterek birer birer çocuklarına kavuşuyor.
Hacire Ana'nın kararlılıkla başlattığı oturma eylemleri sonrası bir grup kadın gazeteci ile HDP Diyarbakır İl binası önündeki annelerini ziyarete gelmiştik. O gün ağır bir hüznün hâkim olduğu eylem alanı bugün evine geri dönmeye başlayan 37 gencin çoğalttığı umut ile adeta bayram alanı gibi. Çünkü bekleyişini sürdüren anneler, babalar, kardeşler kendi evlatlarının da eninde sonunda bu kirli örgütün elinden kurtulacağına inanıyor.
Bu kez Medya Platformu ve MİSMED Sosyal Medya Derneği'nin düzenlediği, Prof. Dr. Adem Palabıyık'ın koordinatörlüğünü yaptığı 'Evlat Nöbeti Çalıştayı'nın son ayağını gerçekleştirmek üzere bir grup akademisyen ve gazeteci ile Diyarbakır'daydık. Diyarbakır Anneleri'nin sivil bir inisiyatif olarak terör örgütü PKK'ya karşı duruşunu ilk kez akademik sahaya taşıyan çalıştay, Evlat Nöbeti'nin etkilerini, sonuçlarını ve daha geniş kitlelere duyurulması için yapılması gerekenleri konu almıştı. Çalıştay, terörizm ve bileşenlerinin sona erdirilmesi için evlat nöbetinin oldukça önemli bir sosyolojik kırılma yarattığını ve yıllardır kırılamayan korku kalıplarının evlat nöbeti tutan aileler sayesinden parçalandığının rasyonel zeminini ortaya koydu. Ancak bu sivil direnişin daha da büyümesinin önündeki en büyük engellerden biri kamuoyunu en çok etkileyecek olan medya ve sanat alanında Diyarbakır Anneleri'nin görmezden gelinmesi.
İSTİŞARE VE EMPATİ ZEMİNİ İYİ DEĞERLENDİRİLMELİ
HDP İl Binası'nın önünde oturma eylemini devam ettiren Diyarbakır Anneleri'ni ziyaret eden Çalıştay heyeti, aileler ile birlikte bir yürüyüş gerçekleştirdi. Bu yürüyüş de dört yıldır devam eden direnişin nasıl bir meydan okuma haline geldiğinin ispatıydı. Anneler her geçen gün daha gür gibi sesle 'Çocukların dağda ne işi var' diyor. Hiçbir siyasi, politik hedef gözetmeden sadece evladını çok özleyen birer anne olarak yükseltiyorlar seslerini. Evlat nöbeti tutan ailelere her geçen gün yenileri ekleniyor. Hepsinin ortak noktası özlem. Dile kolay üç yıl, beş yıl ve daha fazla evladından haber alamadan, onun bir terör örgütünün elinde olduğunu bilerek yaşamak nasıl bir kâbus? İşte Diyarbakır Anneleri dört yıldır bu kâbusa uyanıyor. O yüzden kim ne derse desin kulak tıkayıp belki bir gün benim de evladım sesimi duyar, dayanamayıp döner gelir diyerek beklemeye devam ediyorlar.
Diyarbakır Anneleri ile görüşüp hikâyelerini dinledikten sonra şehirdeki STK temsilcileri ile buluşuyoruz. Temsilcilere hitaben konuşan Çalıştay katılımcılarından AK Parti 23. Dönem Milletvekili Abdurrahman Kurt, "Diyarbakır Anneleri, sorunlara demokratik ve sivil dilin egemen olmasına ilişkin geçmişte yapageldiğimiz çalışmaların farklı bir boyutu. Daha önce biz bu çalışmaları Çözüm Süreci ve benzeri isimlerle yürütmüştük. Ben biraz ona benzetiyorum. İçinde diyalog, istişare, temas, empatinin gelişmesine zemin hazırlayan duygu paylaşımlarının yer aldığı alanlar önemli alanlardır." tespitinde bulundu. Kurt sözlerine şöyle devam etti: "Elimizdeki istişare, temas, empati zemininin gelişmesi imkanı ile tabandaki düşüncelerin ülkeyi yöneten insanlara iletilmesine ilişkin köprüler ve kanalların her alanda değerlendirilmesi gerekir. Diyarbakır Anneleri üzerinden arkadaşların kurguladığı Çalıştay da önemsediğim bir çalışma.
Neden Diyarbakır Anneleri daha önemli? Barış Anneleri gündeme geldiğinde onların bana dedikleri bir laf vardı. 'Oğlum bizim sizden beklediğimiz bu ateşe bir su dökün'. Biz, Milli Birlik Kardeşlik Projesi, Demokratik Çözüm Projesi ve PKK'nın silah bırakmasını öngören süreçte çabalarken onlar ve derin batı bu işi istemedi. Biz bu ateşe su dökmek için çırpınırken Barış Anneleri savaşı örgütledikleri pek çok eylemde kullanılır hale geldiler. Dolayısıyla masumiyetini ve iyi niyetini tamamiyle kaybetmiş ve örgütün uzantısı haline gelmiş bir yapıya dönüştüler. Diyarbakır Anneleri tam da bunun tersine 'evladımı istiyorum' diyerek 'bu ülkede kanla, terörle yapılacak bir şey yoktur' mutabakatının içini dolduracak şekilde evlatlarına sahip çıkmak adına bir başkaldırıda bulundu."
Diyarbakır Anneleri eyleminin devletin örgütlediği bir başkaldırı olmadığının altını çizen Abdurrahman Kurt, "Devletin şu an destekliyor olması ayrı bir şey. Ama hatırlayın evlat nöbeti, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi'nin önünde Selahattin Demirtaş'ın önünü keserek 'Evladımı siz götürdünüz, getirin' diye bağıran annelerle başlayan savaşa 'dur' diyen bir eylemlilik olarak başladı. Devlet hala çok daha iyi niyetli olduğu için bugün o işin arkasında. Karşısında elinde silah olan terör örgütüne katılmış, askere silah tutan bir yapı olmasına rağmen diyor ki 'Ben senin oğlunu öldürmek istemiyorum! Ben senin evladını sana sağ salim getirmek istiyorum. Geri gelirse eğer bir cinayete bulaşmamışsa ben oğlunu sosyal hayata katmakla ilgili sana yardımcı olacağım.' Bu sese güç veren bir devlet anlayışına evrilmiş olmak bu annelerle birlikte gelişen bir şey. Evlat nöbetinin bu boyutunu çok önemsiyorum." şeklinde konuştu.
ANNELER BİZİ ORTAK HAFIZAYA DAVET EDİYOR
Kendisini 1970'li yıllardan beri Diyarbakır'da işlenen ilk faili meçhul cinayetin tanıklığından başlayarak hem bir Diyarbakır şahidi hem de bir Diyarbakır mağduru olarak gördüğünü ifade eden Orhan Miroğlu ise "Diyarbakır Anneleri'nin bu çok insani talebi yeni dinamikleri keşfetmemize, hikayelerimizi bir araya gelip paylaşmamıza vesile oluyor. Annelere şükran borçluyuz bizi tekrar ortak bir hafızaya davet ettiler." diyerek bu imkânın doğru değerlendirilmesi gerektiğini kaydetti.
Miroğlu, "Burada en çok duyduğum şey devletimizin bu eyleme sunduğu destek. Ben bu yaşa gelinceye kadar ihlaller, haksızlıklar sözkonusu olduğu zaman gözümüz devleti arardı. Tabi ki sivilleşmede daha az devlet olmalı derdik. Ama bu meselelerde daha fazla devleti talep etmemiz lazım. Çünkü biliyoruz ki bizim bu beladan kurtulmamız devletin hafızasına da dokunmamızdan geçiyor. Burada bölgenin insanları olarak bir hafızamız var ama devletin hafızasının da bu işle alakalı olduğunun farkındayız. Bugün Diyarbakır'da bu trajik hafızanın belini kırdık. Önümüzde bir tünel var ve tünelin sonundaki ışığı görebiliyoruz. Ve bu ışık şimdi o çadırdaki annelerimizin elinde duruyor. O ışığa ne kadar yaklaşabilirsek ışığın yaratacağı etkileri ne kadar hissedebilirsek inanın hem sivil toplum çalışmalarımıza hem bu işin sanatı yapılacağında edebiyatı, şiiri yazılacağında tüm bu çalışmalara büyük katkı sağlayacaktır." dedi.