Doktor bu ne?

ARZU AKYOL
arzu.akyol@aksam.com.tr

Benim için üç meslek erbabının yeri ayrıdır: ‘İcat çıkaran’ bilim adamları, eser yaratan  sanatçılar ve her gün insan bedeninde mucizevi bir yolculuğa çıkan hekimler. Özellikle de hekimler... Ne de olsa sıradan bir insanın için dayanması zor bir stres altında çalışmak, onların günlük rutinlerinin bir parçası. Dolayısıyla, birçoğunun sanatı kullanarak hayatla, meslekleri dışında bir bağ kurması anlaşılır bir durum. Hatta bu yoğun stresten arınmanın bir yolunu bulmak, hayatı sanattan geçirerek güzelleştirmek bir nevi zorunluluk. Tıpkı Dr. İsmet Eraydın’ın yaptığı gibi. İsmet Eraydın, 20 yıllık acil servis hekimi… Ortaokul çağlarında kanına giren tiyatro virüsü hekimliğinin yedinci yılında tekrar nüksetmiş. Yazıp yönettiği tiyatro oyunları, bir kısa bir uzun metrajlı film derken şimdi 20 yıldır biriktirdiği komik ve trajikomik hikâyelerden bir hastane filmi yaptı. Eraydın’ın ikinci uzun metrajlı filmi ‘Emicem Hospital’ 25 Mart’ta vizyona girecek. Hâlâ Trabzon Kanuni Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde acil servis uzmanı olarak görev yapan senarist, yapımcı, yönetmen Eraydın’a bırakalım sözü…

TIBBİYEDEN ARADA    DOKTOR ÇIKAR

1972 yılında Trabzon’un Akçaabat ilçesi, Çiçeklidüz köyünde doğdum. Rahmetli babam Almancıydı, annem köyde tarımla uğraşırdı. Benim en büyük şansım bir köyde büyümüş olmak. Çünkü bir sürü yoksunluğun içinde hayal gücü devreye giriyor. Karadeniz’in uçsuz bucaksız dağlarının ve tepelerinin ardındaki dünyaya dair bol bol hayal kuruyorsun. Ben hekim olarak tiyatroyu bir virüs olarak tanımlıyorum. Bu virüs benim kanıma ortaokul yıllarımda girdi. İlk başrolüm de ortaokulda oynadığım Çolak Salih’ti. Lisede konservatuar okumayı düşünürken bir arkadaşım “Ne yapacaksın tiyatrocu olup, garanti bir meslek seç” deyince, Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne girdim. O yıllarda değil tiyatro yapmak, tiyatroya gidecek vakit bile yoktu.  O virüs hep içimdeydi ama. Zaten tıbbiyeden arada bir doktor çıkar derler (kahkahalar). 

“HOCAM SEN ÇIK OYNA”

2003 yılında hekimliğimin yedinci yılında Ankara’da bir özel hastanede çalışmaya başladım. Bir gün gazetede bir ilan gördüm; “Akademi Oyunculuk Kursu”… İşte o an içimde yıllardır uyuyan virüs uyandı. Gittim, kaydımı yaptırdım. 33 yaşındayım. Diğer öğrenciler 18-20 yaşında konservatuara hazırlanan gençler. 6 ay sürdü kurs. Hastanede hemşirelerle bir oyun koyalım dedik sahneye ama mızıkçılık yaptılar. Baktım provalara gelmiyorlar, “Bu sizinle olacak iş değil” dedim. “Ya hocam sen çık anlat” dediler. Sosyete pazarından bir Adana şalvarı aldım. Fonda Kazım Koyuncu… “Ben Trabzon’dan çıkana kadar bütün insanların burunlarını uzun zannederdim. Meğerse sorun Trabzon’un ebelerindeymiş. Burnumuzdan çekerek çıkarmışlar” diye doğumumla başlayıp başıma gelen komik olayları anlattım sahnede. Çok güzel tepkiler aldım.  

HAMSİ MEDYA'YI KURDUK

2005 yılında acil uzmanlık ihtisası kazanıp Trabzon’a döndüm. Karadeniz Teknik Üniversitesi Farabi Hastanesi’nde ihtisasımı yaparken her gün kaza, her gün ölüm görüyoruz. Psikolojimiz bozuluyor. Rahatlamak için bir doktor arkadaşımla tiyatro yapalım dedik. 112’de çalışırken yaşadığım olayları skeç haline getirdim.  Başhekimden izin alıp hastaları hastanenin amfisine topladık. Yaklaşık 300 kişi. Bir dahiliyeci, bir röntgen teknisyeni, bir de ben. Sahnede üç kişiyiz. Doktor olduğumuza kimse inanmadı. Herkes profesyonel oyuncu sandı. Ameliyata girecek hastaların gülmekten göğüs tüpü çıktı. Bir anı olsun diye sahnelediğimiz oyunu 65 ilde 250 bin kişi izledi. Baktık Türkiye’nin dört bir yanından davet almaya devam ediyoruz, işi biraz daha profesyonel yapabilmek için Hamsi Medya adından bir şirket kurduk. Yaklaşık beş sene bu grupla turne yaptık. 

‘HOŞÇAkAL’LA ‘MERHABA’

Trabzon’da bir kısa film yarışması düzenlendiğini öğrendim. Aklımda çok güzel bir hikâye vardı. 112’de çalıştığım dönemde bölgede Rus kızlarının kaldıkları otellerde çok ilginç trajik hikâyelere tanıklık ediyorduk. Mesela biri bebeğini otelin balkonunda doğurmuştu. İşte bütün bu tanıklıklardan yola çıkarak bir doktorla bir Rus kızının aşkını anlatan “Dasvidanya-Hoşça kal” adlı bir kısa film yazdım ve çektim. Trabzon'da düzenlenen 1'nci Demir Elma Kısa Film Festivali’nde 50 film arasında ikinci oldu. Sinema yolculuğum da böyle başladı. 

NURİ BİLGE FİLMLERİ GİBİ…

İlk uzun metrajlı filmim Tepenin Uşakları… Bizim köyde bir tepemiz vardı. Bir tepe düşünün, etrafında yedi köy… Yedi köyün çocukları o tepenin başındaki düzlükte oynar, kızlar oradan kaçar. Bizim için çok önemliydi. Bir fındık ağası sırf çocuklar geçerken buradan fındık alıyor diye tepeyi dümdüz etti. İşte o tepenin hikâyesiyle birlikte Çoban Hikmet’in aşkını ve bir iftira yüzünden 12 Eylül’de idam edilmesini anlatıyor film. Amcalarım, amcamın kızları, oğulları, annem oyuncularım oldu. Nuri Bilge Ceylan’ın ilk filmleri gibi yani… Herkes akraba… Komedi olarak başlayıp dram olarak biten bir film. Sonunda herkes hüngür hüngür ağlıyordu. İstanbul’da gösterdim birkaç kişiye. “Ünlü var mı?” dediler. “Yok ama yüzde 100 Karadenizli 80 köylü var” dedim. İlgilenmediler. Özen Film’e gittim en son. “Hocam zarar edersin ama istersen Trabzon’da 5-6 kopya girelim” dediler. Ben zaten para pul peşinde değilim. 16 Ağustos’ta film vizyona girdi. Herkes çayda fındıkta olduğu halde 45 bin gişe yaptı. Özen Film yetkilileri arayıp, “Özür diliyoruz, bu filmi Kasım’da girseydik 400 bin gişesi vardı” dediler. Sonra Tüm Türkiye’de 58 kopya girildi ve 11 hafta vizyonda kaldı. Yurtdışına festivallere gitti. İnanılmaz bir başarı yakaladı. Karadeniz şivesi öyle başarılı kullanıldı ki Türkçe filme Türkçe altyazı koyduk (gülüyor). 50 oyuncum hayatında ilk defa sinemaya gitti. 

“MANYAK MISIN?” 

Son filmim Emicem Hospital’ın senaryosunu 20 yıllık acil servis hekimliğim boyunca biriktirdiğim hikâyelerden yola çıkarak yazdım. Türkiye’de hastane dizileri var ama bu ilk hastane filmi. Filmde bu defa profesyonel oyuncularla çalıştım. Wilma Elles, Ali Erkazan, Merve Akaydın, Sinan Bengier, Adem Eraydın, Emre Ön ve Trabzon Devlet Tiyatrosu oyuncularından oluşan güzel bir ekip kurduk. Filmde başrolü yine bir amatöre emanet ettim ama. Çalıştığım hastanede hastabakıcı olarak görev yapan Selahattin Çakır… Bana cast ajansları “Sen manyak mısın? Bu kadar para bu adama yatırılır mı?” dedi. Çok büyük bir yönetmen değilim ama hislerim onun başaracağını söylüyor. Ben gülüyorum bu adama. Hiçbir eğitim yokken ilk ben attım onu sahneye. “Kalp Krizi Değil Gülme Krizi” diye bir oyunumuz var. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü… Sivas’ta ilk kez oynayacağız. 850 kişi gelmiş. Bir arkadaş bizi yarı yolda bıraktı. Selahattin’i o gün attım sahneye. Millet koptu. Böyle başladı. Filmin başrolünü de hak etti yani. Jim Carrey gibi doğal mimikleri olan bir yetenek. 

KÜFÜRSÜZ KOMEDİ

Bir sürü komedi filmi var ama ben çocuğumla gidip izleyemiyorum. Küfür ve belden aşağı espriler üzerine kurulmuş filmler. Bizimkisi “küfürsüz komedi”. Bir de filmimizin adının “emmek” fiilinden gelmediğini yazarsanız sevinirim. Bazı yerlerde böyle sanılıyor çünkü (gülüyor). ‘Emice’, ‘amca’nın Karadeniz şivesiyle söylenişi. Filmin konusuna gelince; emice Trabzon’da hastane açıyor ve uluslararası seviyeye getirmek için Almanya’dan CEO getirtiyor ama hastane Alman disipliniyle Trabzon inadı arasında kalıyor. Filmde aşk da var, sağlıkta taşeronlaştırma, sağlık personeline şiddet gibi konularda sosyal mesajlar da var. 14 Mart Tıp Bayramı’nda Ankara’da galamızı yapacağız. 25 Mart’ta da tüm Türkiye’de gösterime girecek. Özellikle meslektaşlarımızın desteğini bekliyorum. Hastanedeki hemşre arkadaşlarıma telefonları “Emicem Hospital” diye açın diyorum (gülüyor). Güzel film oldu. Üçüncü filmimiz muhtemelen “Emicem Hospital 2” olacak. Devam hikâyesi var çünkü. 

Hekimliğin yorgunluğunu sinemayla atıyorum

Sinema mı hekimlik mi derseniz… Her ikisi de… Ben hekimliğin yorgunluğunu tiyatro ve sinema yaparak atıyorum. Tiyatroyla ilgilenmek hastalarıma daha yumuşak davranmamı sağlıyor. Hekimlik de sinemada beni besleyen çok önemli bir kanal. 

Her gün üç ‘beyaz kod’ veriyoruz

Her gün üç beyaz kod veriyoruz. Beyaz kod hasta seni darp ettiğinde yardım isteme kodu. Bir düğmeye basıyorsun ve polis geliyor ama bu çare değil. Toplum olarak düzelmemiz lazım. Hekimlerin hiç mi suçu yok derseniz var tabii. Özellikle hastayla iletişimde eksiklerimiz var. Tahlillerine baktın, yapılacakları söyledin ama hastanın yüzüne bakmadan çıktın, olmaz. En iyi ilaç gülümsemedir. Karşındaki insan... Sırtını sıvazlamazsan “Nasılsın?” diye sormazsan olmaz. 


“YARDIM EDİN BABAM 3 GÜNDÜR ŞAKA YAPMIYOR”

20 yılık hekimim. O kadar ilginç, komik, trajikomik anılar var ki… Mesela Trabzon’da bir gün sabah 05.00’da acile bir hasta geldi. Asistan arkadaşım “Abi gel, tuhaf bir hasta var” diyerek beni çağırdı. Baktım, 93 yaşında bir amca. Yakınları “Babamız iyi değil” diyorlar. “Nesi var?” dedim. “3 gündür şaka yapmıyor" dediler. MR’ını, tomografisini çektik. Tahlillerini yaptık ama amcanın bir şeyi olmadığına yakınlarını inandıramadık. En son nöroloğumuzu evinden çağırdık. O da muayene etti. Yine inat ediyorlar. En son nörolog arkadaşımız, “Adamın bir şeyi yok. Sadece 93 yaşında. Ne şakası bekliyorsun. Bugüne kadar yaptıklarına sayın” dedi (kahkahalara). Yani hastane Trabzon’da olunca komedi kendiliğinden çıkıyor.

100 CC TUZLU SU VE VİTAMİN HAYATIMI KURTARDI

Yine bir gün bir adam geldi acile. Kapıyı tekmeleyerek girdi ve “Bana bir serum takmayacak mısın doktor?” dedi. Asistan arkadaşım tam tersleyecekti ki ben girdim araya. Belinde tabanca var çünkü. “Aaa abicim takmadılar mı serumunu. Buyur ayakta kalma” deyip oturttum adamı. “Gel seni bir muayene edeyim” dedim. 100 cc tuzlu suyun içine vitamin koyup taktım. O arada sedyeye aldım, tansiyonunu ölçtüm. Adam giderken bana “Hocam ben senin gibi doktor görmedim” deyip teşekkür etti. Halbuki onunla dalaşsam belki de canımdan olacaktım.