MERVE YILMAZ ORUÇ / merve.oruc@aksam.com.tr
Doğa, insan ve toplumsal olaylar üzerinden enstalasyon ve performans çalışmaları yapan sanatçı ve akademisyen Mehmet Kavukcu'nun "Doğa" başlıklı sergisi İGA İstanbul Havalimanı'nın kültür ve sanat merkezi İGA ART Gallery'de açıldı. Prof. Gülveli Kaya'nın küratörlüğündeki sergide, Kavukcu'nun farklı dönemlere ait performans çalışmaları arasından seçilmiş videoların yanı sıra fotoğrafların ve Hatay deprem bölgesinden toplanmış objelerin yerleştirmeleri bulunuyor. "Doğa" başlığı altında odağına, insan ve doğa arasındaki çelişkili ilişkiyi ve bu ilişkinin sonuçlarını yerleştiren serginin en önemli mesajı ise şu: "İnsan aletsiz, araçsız ve yalnızdır. Her şeyi kendi gücüyle toplamakta, koparmakta ve taşımaktadır. Bulunduğu doğadan koparabildiklerini kimi zaman kent merkezine, kimi zaman ise bilinmez bir yere doğru sürükler."
ASIL SORUMLU İNSAN AMA FARKINDA DEĞİL
Farklı bir tarzınız var. Bize sanat anlayışınızdan ve sanata olan bakış açınızdan bahseder misiniz? Bireysel üretimlerimi gerçekleştirirken bir yandan da bireysel üretimin; doğa, insan ve toplumsal ilişki üzerinden de bir etki oluşturması çabasındayım. Doğa ve toplumsal olayları; insanlar ve canlılar üzerine yaptığım vurgu ile şiddet, iklim, mülteci ve atık gibi dünyamızın geleceği adına büyük sorunlar oluşturan gerçeklik üzerinden ele alıyorum. Doğal olayları karşısında çaresizleşen insanın, yaşanan durumun sorumlusunun kendisi olduğunun bilincine henüz varamadığı da açık. Yaşadığımız doğanın dışında başka bir doğa olmadığının farkında olmak, bu farkındalıkla gelecek nesillere daha sağlıklı bir doğa bırakma yolları üzerinden eserlerimi üretme çabası içerisindeyim. Bir sanatçı olarak, yaşadığım coğrafyanın doğasının iklimsel etkilerinin, üretimlerimi derinden etkilediği bir gerçek. Doğa ve insan ilişkisinin sorgulandığı, sanatsal üretimlerle farklı ifade biçimlerine ulaşarak izleyiciyle buluşmak ve onları da bu sürece dahil etmek amacım.
Sanatsal üretimlerimi; tuval resimleri, enstalasyonlar, performanslar ve videolar üzerinden gerçekleştiriyorum. Tuval resimlerimde, insanın evrendeki konumunu ve bu evrendeki arayışlarını, minimal etkideki figürlerimle sonsuz bir espas içinde sunuyorum. Farklı şehirlerdeki ve mekânlardaki enstalasyonlarımda ise, kimi zaman manzarada, kimi zaman mimari yapılar üzerinden hareketle bildiğimiz ve tanıdığımız mekânların, doğanın temel altyapısını oluşturan üç boyutlu geometrik nesnelerle ifadesini yansıtma çabasındayım. Tarihi ve mimari yapıları, günümüzdeki çağdaş objelerle ele alarak, geçmişle bugünün sanat algısının birlikte oluşturdukları anlam derinliğini, çağdaş bir dille kompoze etmeyi hedefliyorum. Bu çalışmalar, izleyicinin algısını değiştirmekle birlikte, farklı sorgulamalar ve çözüm yolları arayışını da kendi içinde barındıran bir süreci yansıtmaktadır. Kimi enstalasyonlarımda ise performanslarıma da yer vermekteyim. Yine çağdaş bir dille, insan-doğa ilişkisinde gerçekleştirdiğim performanslar; toplumsal sorunlara, bedensel davranış biçimleri ve kullanmış olduğum malzemelerle dikkat çekmeyi amaçlarken, aynı zamanda çalışmanın kendi içinde de bu sorunlara çözüm yollarını sunma çabasındayım.
PERFORMANS SIRASINDA HER ŞEY DİLE GELİYOR
Her çalışmanızın bir mesajı var. Bir sanatçı eser üretirken mutlaka bir mesajı olmalı mı sizce?
Benim ürettiğim sanat anlayışında, insanlara mesaj vermek; özellikle de insan ve toplumsal olaylar üzerinden sözünü söylemek, önemli bir yere sahip. Ancak her sanatçının doğası, yaşam dili, anlayışı, insan ve toplumla kurduğu ilişkiler farklıklar içerir. Söylemek istediği bir söz varsa, bunu kendi bireyselliğine özgü bir tavırla ifade etmeli. Bu nedenle, bir sanatçının eser üretirken, mutlaka mesajı olacak diye bir koşul söz konusu olamaz. Aslında, 'her eserin de kendi içinde sakladığı bir mesaj vardır' sözünü de göz ardı etmemek gerekir.
Sanatın içinde birebir olmak nasıl bir duygu? Sizin bu performans sanatınız nasıl karşılık buluyor? Kimi zaman kalabalık caddelerde, sokaklarda; kimi zaman sessiz, sakin, sonsuzluk izlenimi uyandıran bir doğadaki performanslarımla bir ifade biçimi sunmaktayım. Tabii ki bunların her biri, doğayla bütünleşik ya da kontrast bir ifadeyle; sessiz sakin bir duruş veya doğanın ürettiği seslerle, eş zamanlı olarak çıkardığım sesleri barındıran kavramsal bir anlatıma da sahip. Bu çalışmalarda, doğayla birlikte ortak bir söz söyleme çabasındayım. İnsanlara dokunduğum, onlara ulaştığım bir atmosferde, düşüncemi hayata geçiriyorum. Hayata geçen bu düşünce, kendini ifade etmeye başlıyor. Performansın en keyifli yolu da bu: İnsanla ve doğayla konuşabiliyorsun, haykırabiliyorsun. Hatta çevreyi ve nesneyi dahi konuşturabiliyorsun.
YATAK PERFORMANSI MÜLTECİ SORUNUNA DİKKAT ÇEKİYOR
Doğa sergisini konuşalım önce...
"Doğa" isimli sergim, üç bölümden oluşuyor: serginin üç bölümünün de ortak paydası, doğa... Sergide doğa ve insan ilgisi üzerinden gerçekleşen performans ve enstalasyonlardan söz ediyoruz. ; "Fırtınayı Yaşamak", "Yatak" ve "Hatay'dan Erzincan'a ve İstanbul'a"; doğanın, insanların ve diğer canlıların yaşamı üzerinden hareketle eleştirel bir dil ile oluşturduğum çalışmalarım.
Detaylara inmek istiyorum. Üç bölümden oluşan serginin başlangıcı Yatak Performans, eski bir çalışmanız... Bize bunun hikâyesinden bahseder misiniz? Ve neden bu sergi için onu seçtiniz? "Yatak" performansımı 2017'de gerçekleştirdim. Günümüzde de hâlâ devam eden 'mülteci sorunu' özellikle o dönemlerde yaygın bir şekilde tüm dünyada konuşulan bir problemdi. Ben de bu performansı gerçekleştirirken "yersiz-yurtsuz" deyimiyle bağlantılı olarak doğrudan mülteci kavramı ya da bireysel/toplumsal 'yalnızlaşmaya-yalnızlaştırılmaya' itilmeye vurgu yapmayı amaçladım. Erzurum'da şiddetli bir soğukta gerçekleştirdiğim performans; yatak, yorgan, yastık gibi nesneler üzerinden, insanın, yaşamındaki gereksinimlerinin en önemlilerinden biri olan barınmayı kaybetmesi olgusunu açığa çıkarmakta. Bu çalışmayla, "İnsan-yatak" ilgisi bağlamında, doğada tüm olumsuz şartlara direnen insanın, tacize açık bir şekilde, işgale uğrama durumuna, trajik bir performans diliyle gönderme yapmaya çalıştım. "Yatak" performansının "Doğa" sergisinde yer alan diğer çalışmalarla ortak paydası; doğa, insan ve toplumsal olaylar bağlamında örtüşen bir anlayışa sahip olmasıdır.
FIRTINALI BİR TEPKİ ASLINDA BU
Fırtına'yı Yaşamak Performans Üçlemesi de dikkat çekiyor...
Birçok şekilde kirletilen doğamıza yönelik, bir tepki dilini yansıtan "Fırtınayı Yaşamak" performansını, yok edilen doğamızın bir dili olmak adına sert bir fırtınada gerçekleştirdik. Yaşadığımız dünyada, doğaya yapılan müdahaleler, koruma amaçlı gibi görünse de doğaya verilen büyük zararları beraberinde getiriyor. 'Fırtına', bir yönüyle, doğaya verilen zararı görünür kılarken diğer bir yönüyle insan yaşamındaki fırtınalara da göndermeyi barındırıyor. "Fırtınayı Yaşamak" adlı performans, bir üçlemedir: Birincisi "Fırtınaya Durmak", ikincisi "Renkli Fırtına", üçüncüsü de "Fırtına Sessizliği"dir. Şiddetli bir fırtınanın olduğu bir günde yaptığım bu çalışma, iş makinesi kullanılarak ve tabii ki bir ekiple oluşturulmuştur. Ekipte yer alanlar da öğrencilerimdi. Çalışmada yer alan ağacın üzerine yerleştirilen plastik malzeme, ağacı tümüyle kaplamakta ve ağacın doğasını bozmaktadır. Ancak bu yerleştirmenin üzerine attığım boyalar, onu renklendirip görsel açıdan zengin kılarken belki de ağacın, yani doğanın, yok olması sürecini hızlandırmayı dile getirmektedir. Sert fırtınaların dindiği ve kar yağışının başladığı bir gece sonrası ortaya çıkan duruma, kar toplarıyla müdahale ederek bir tepki dili oluşturdum. Ağacı saran, kaplayan ve onun yapısını bozan bir yıkım haline yönelik, ağacın çevresinde dönerek atmış olduğum kar toplarıyla, karşı duruşun sergilendiği bir tepki dili...
DEPREMİN VE YAŞANMIŞLIKLARIN İZLERİNİ TAŞIDIM
Son olarak "Hatay'dan Erzincan'a ve İstanbul'a" olan kısım çok etkileyici. Henüz acımız çok taze... Nereden nasıl topladınız bu eşyaları?
6 Şubat'taki Kahramanmaraş merkezli depremler sonrası Hatay'a ulaşma amacım; deprem felaketine dokunmak, ona bizzat şahit olmak, insanların durumunu yakından teşhis edip onlarla söyleşmek ve oradaki atmosferi solumaktı. Yaşanmışlıkların ve deprem felaketinin en önemli anlatım diline sahip bazı objeleri, üzerinde yer alan izlere, tozlara ve çamurlara dikkat ederek toplayıp Erzincan'a doğru bir performans yolculuğu gerçekleştirdim. Performans; topladığım nesnelerle, doğayı yüzleştirmeyi içeriyordu. Ezincan'a vardığımda, şehir merkezinde yer alan parktaki piramidal bir konstrüksiyon üzerine enstalasyon oluşturdum. Burada yer alan nesnelerin bir kısmını da İstanbul Havalimanı'nda yer alan İGART galeriye taşıdım. Bu objeler, yaşamımıza doğrudan etki eden; sandalye, çanta, bilgisayar, sokak aydınlatma lambası, perde, küvet, kırık tabaklar, avize, inşaat demirleri, beton parçaları ve tuğlalardan oluşuyor. Hatay'dan Erzincan'a İstanbul'a isimli performans ve enstalasyon çalışmamın gerçekleştirilmesinde desteğini esirgemeyen herkese teşekkürlerimi iletiyorum.
ULUSLARARASI BİR BELLEK OLUŞTURACAK
Sergi İstanbul Havalimanı'nda dış hatlarda ve yolculara açık bir şekilde sergileniyor. Bu sergi ziyaretçiler üzerinde nasıl bir etki yaratacak sizce?
Havaalanındaki İGART Gallery, sürekli hareket hâlindeki yolcuların yer aldığı bir mekân. Bir anlamda, böyle bir mekânda sanatçı, çok farklı kimlikteki insanlara ulaşma şansını elde ediyor. "Doğa" başlıklı kişisel sergimin dış hatlarda sergilenmesi, farklı ülkelerden, coğrafyalardan, farklı kültür ve anlayışlara sahip izleyicileri buluşturma potansiyelini, beraberinde getiriyor. Sergideki çalışmalarda da görüldüğü gibi enstalasyon ve performanslarımda, hem yerel hem de küresel problemleri sorguluyorum. Ele aldığım problemler ve sorgulamalar, böylesine bir mekânda, uluslararası izleyiciye ulaşabilir. İnsan ve doğa ilişkisi bağlamında sanatsal bir dille ele aldığım doğal felaketleri, orada bulunan insanlarda bir bellek oluşturması açısından önemli görüyorum. Bu açıdan da uluslararası izleyiciye bir tartışma ve sorgulama alanı açabiliriz diye düşünüyorum. İstanbul Havaalanındaki İGA ART, sınırda bir mekândır. Bir yandan Türkiye'de, bir yandan da başka ülkelere geçişi sağlayan gerçek bir 'ara mekân'. Serginin böylesi bir mekânda gerçekleşmesinin, farklı bir sanatsal algı yaratacağına inanıyorum.