Gülcan Tezcan / gulcantezcann@gmail.com
Yaklaşık 30 yıl önce sistemin baskı ve yasakları yüzünden başını açmaya zorlanan dindar kadınlar artık sekülerleşmenin rızaya dayalı ikna odalarında özgürleştiklerini düşünerek başlarını açıyor. Yazar Demet Tezcan yaşanan bu durumu "Anlamın, aşkın manânın, Allah ile irtibatın olmadığı bir örtü yüke dönüşüyor ve bu yükten o veya bu sebeplerle kurtulamaya bakıyorlar." diye açıklıyor. Tezcan ile dindarların değişimi ve dönüşümünü, sekülerleşmenin neden sadece başörtüsü ve kadınlar üzerinden okunduğunu konuştuk.
Dindarların sekülerleştiği üzerine yapılan eleştirilerde her daim bu olgunun başörtüsü üzerinden okunmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Dindar kadının başörtüsü dolayısıyla kimliğinin görünür olması böyle bir okuma yapmaya neden oluyor diyebilirim ama bu da yanlış/haksız bir kanaatin oluşmasına zemin hazırlıyor. Dindar kadının kimliğinin görünür olmasının, kadın üzerinde nasıl bir baskıya dönüştüğünü en acı şekilde 28 Şubatçı zihniyetin uygulamalarında tecrübe ettik. Dindar kesime karşı gerçekleştirilen en baskıcı, en zorba uygulamaların odağında kimliğinin görünür olmasından dolayı başörtülü kız öğrenciler, kamu çalışanından ev kadınına kadar başörtülü kadınlar vardı. O zorbaların baskı ve zulümlerini, tüm nefret söylemlerini, ötekileştirilmeyi kimliklerinin görünür olmasının bedeli olarak yaşadılar. Bir paratoner gibi tüm kin ve nefreti üzerlerine topladılar. Ama o kadınla aynı dünya görüşüne sahip ailenin diğer fertleri erkekler, kamusal alanda sakalını kestiği, namazını da görünürde kılmadığı, özel alanlarda dindar bir söylem içine girmediği anda baskı ve zulmü bertaraf edebildi. Kadın kimliği görünürdü ve bunu gizleyebilmenin, erteleyebilmenin, görünmez olmanın bir yolu yoktu. Ve bunun bedelini çok ağır ödediler. Dün nasılki 28 Şubat'ta dindarlaşmanın ölçüsü onlar üzerinden konuşuluyorsa bugün de sekülerleşmenin ölçüsü yine başörtülü kadın üzerinden konuşuluyor.
BAŞÖRTÜSÜ GENELLEMELERE HAPSEDİLİYOR
Evet dindar kadının sekülerleşmesine bakarak dindarların sekülerleştiği okumasını yapabilirsiniz. Ama çoğunlukla bu okuma öyle yapılmıyor. Sadece dindar kadınların yozlaştığı, dünyevileştiği okuması en çok karşımıza çıkan durum. Bu da en çok dindar erkekler tarafından yapılıyor maalesef. O zaman şunun da cevabını almak isterim. Dindar kadınlar sekülerleşti de onların dindar babaları, kardeşleri, oğulları, eşleri sekülerleşmedi mi? Hadi en çok atıf yaptığımız bir dönemden olsun 28 Şubat dönemlerinin dindar kadınları değişti de dindar erkekleri aynı mı kaldı? Çok uzun zamandır bir sekülerleşme varsa buna dair sorgulamaları sadece kadın kimliği üzerinden yapmanın haksızlık olacağını, değerlendirmenin eksik kalacağını ifade ediyoruz ama pek duyulmak istenmiyor.
Kaldı ki kadının başörtülü ve başörtüsüz olması da dindarlık okuması yapmak için yetmiyor. Bunun ne kadar yanıltıcı olduğunu başörtülü ama asla tasvip etmeyeceğimiz yozlaşmışlıklara bakarak görebiliriz. Gündüz kuşağında sunulan programlardaki pespayeliklere bakarak "başörtülüler" okuması yapmak bir genelleme olmaz mı? Yahut bir eşcinselin konserine koşup, orada eğlenen kadınlara bakarak, onların tavır, tutum ve duruşları doğrultusunda "başörtülüler" genellemesi yapılabilir mi? Ama yapılıyor. Erkeklerin günahları birbirinin hanesine yazılmazken neden kadınlar aynı şuursuzluğun paydaşı olmak zorunda? Neden benim ve benim gibi düşünenlerin başörtüsü o şuursuzlarla terazinin aynı kefesinde tartılmakta? Başındaki örtü geleneksellik yahut şekilcilikten öte bir anlam taşımayanlarla aynı kefeye konulmayı, bu toptancılığının ürünü olmayı reddediyorum! Bir eşcinselin konserine giden kadının başörtüsü ile benim başımdaki örtünün anlamı bir tutulamaz, buna müsaade etmem!
Başörtüsü ve tesettür sizce anlam kaybına mı uğradı? Artık kimileri için aksesuara dönüştüğünü söyleyebilir miyiz?
Kullandığımız kavramlar ve dilimiz hayatımızı da şekillendiriyor. Allah'ın emri "tesettür" kavramı bir bütünü ifade eder. Başörtüsü tesettürün ayrılmaz bir parçasıdır. Başörtüsüyle beraber tüm kıyafetinizin "tesettür" kavramına uyacak şekilde olması, örneğin vücut hatlarınızın belli olmaması, cazibeyi gizlemesi gerekir. Ayrıca tesettür sizi haram davranışlardan korumalıdır. Bir burç olmalıdır, sınırları bulunmalıdır. Duruşunuz, tavrınız, pratik hayata dair tüm tavır alışlarınız ona göre olmalıdır. Tesettür bir kimliktir, duruştur. Biz maalesef özellikle yasaklarla mücadele ettiğimiz süreçte tesettür kavramını kullanmadık bunda da yönetmeliklerle önümüze konan başörtüsü yasağı etkin oldu ve hep başörtüsü özgürlüğünden, başörtüsü mücadelesinden bahsettik. Yasaklar, haklar, kazanımlar hep "başörtüsü" ile konuşuldu ve zaman içinde o gün gerçekten tesettürlü olanlar başörtülü (hatta türbanlı) olarak anılırken bugün ironik biçimde tesettürle uzaktan yakından alakası olmayan bir takım kılık kıyafet sektörünün pazarlama terimi olarak kullanılıyor.
Hali hazırda toplumun genelinde tesettürlü olma hali yok, başörtüsü var. Bu yüzden 'Onu da giyebilirim, bunu da giysem olur' ile başlayan 'Onu da yaparım, bunu da yapsam olura dönen' bir süreç yaşandı. Şeklimizle birlikte duruşumuz, tavır alışımız, kimliğimiz de değişti ve bu gidiş ciddi zemin kaymasına sebep oldu. O yüzdendir ki bugün Rabbi ile arasında sadece başörtüsü kalan bir kesim birer birer örtüsünü çıkarmayı tercih ediyor. Yüklemiş olduğu bir anlam yok. Anlamın, aşkın manânın, Allah ile irtibatın olmadığı bir örtü yüke dönüşüyor ve bu yükten o veya bu sebeplerle kurtulamaya bakıyorlar.
Bir kısmı da o örtünün neden başında olduğunun farkında bile değil. Eskiden geleneksel örtünme dediğimizde annelerimizin saçlarının önden göründüğü çenelerinin altına bağlayıverdikleri küçük eşarpla baş örtmeyi kast ederdik. Ama şu an saçının telini göstermeyen ama vücudunun diğer bölümünün örtünmekten pay almadığı, başındaki örtünün haram ya da ayıp olan hiçbir davranıştan alıkoymadığı bir geleneksel örtünme mevcut.
Yani tahkiki değil, taklidi bir iman ve inancın mensupları, neye inandığının, inandığı dinin ne buyurduğunun farkında bile değiller. İtiraz ettiğim tam da o kesim.
Dindar kadınlar başörtüsü ile yakışıksız ortamlara girdiğinde ve bu tür görüntüler sosyal medyaya yayıldığında bir grup sürekli 'Biz 28 Şubat'ta bunun için mi mücadele ettik?' diyerek tepki gösteriyor? Bu tepkiyi verenler kimler ve haklı buluyor musunuz?
Sanırsınız başörtüsü mücadelesini kadınlar en ağır bedelleri ödeye ödeye vermedi. Sanırsınız birileri mücadele etti, dindar kadınların ellerine zafer sancağını verdi onlar da başkasının kazanıp avuçlarına verdiği hakkı mirasyedi gibi şuursuzca harcıyor. Yok öyle bir şey!
"Başörtüsü mücadelesi bunun için mi verildi?" diye başlayıp, haklı gibi görünen ama isabetli bulmadığım serzenişlerle karşılaşmak eminim benim gibi dün başörtüsü mücadelesinin içinde olup bugün hâlâ duruşundan, mücadelesinden vazgeçmemiş kadınları fazlasıyla kırıyor, üzüyor ve yoruyor. Dün sırtımızda yasak yükü vardı. Bugün de yozlaşanların yükünü toptancılıkla hepimizin omuzlarına yüklendiğini düşünüyorum. Neden rezilce bir tavır içinde olan kadınla aynı kefede olayım? Sırf saçının telini gizledi diye mi? Oysa Allah'ın emri örtü şekilden ibaret değildir; bir duruşu, varsa bir bedeli ödemeyi, itinayı, özeni, sakınmayı, sınırları gerektirir. Öyle baktığınızda başında örtü olan ama sosyal medya ekranlarından her gün bir rezilliğe şahid olduğunuz görüntülere maruz kalır ve hayıflanmaya "Başörtüsü mücadelesi bunun için mi verildi?" demeye devam edersiniz. Önce bu toptancılıktan, her başında örtüsü olanı terazinin aynı kefesine koymaktan vazgeçilmesi gerekiyor. Tıpkı bizim duruşundan kimliğinden taviz vermeyen dindar erkekleri, dün olduğu yerle bugün olduğu yer arasında dağlar kadar fark olan sekülerleşmiş erkeklerle aynı kefede değerlendirmediğimiz gibi. Dolayısıyla her vesile ile " Bunun için mi mücadele ettik?" serzenişini ne olursa olsun doğru bulmuyorum. Biz 28 Şubat'ta mücadeleyi o veya bu kişi için vermedik. Başlarımızda taşıdığımız Allah'ın emri örtünün izzeti için verdik. Allah yolunda kayıp yoktur. Serzenişe de yer yoktur. Kim ne yaptıysa ve dahi yapıyorsa kendine yapıyor.
Taşıdığı başörtüsünün izzetine uymayan bir yaşam biçiminden kendini alıkoyamayan, tesettürün şuurundan bîhaber kadınlardan dün de vardı bu ülkede. Başörtüsü mücadelesi veren kızlar eylem yaparken, dayak yiyip yerlerde sürüklenirken onların önünden kayıtsızca geçip gidiyorlardı. Başlarını açmaları için emir aldıkları yerlerde de açıveriyorlardı.
28 Şubat başörtüsünün en şedid karşıtı olan bir gazete yayın yönetmeni 28 Şubat'ta mücadele veren 'ikna odalarından başını kazıtarak çıkanlar nerede?' diye sordu geçenlerde. O kadınlar nerede gerçekten?
28 Şubat'ta meydanlarda mücadele eden, yasaklara, yasakçılara direnen kadınların tümü aynı yerde durmuyor ya da düşünmüyor pek tabi. Toplum olarak rahatlığın çürütmesinden az veya çok hepimiz nasibimizi aldık. Zulme karşı direnirken canınız dahil kaybedecek bir şeyinizin olmaması çok önemlidir. Bu duruşun zedelenebilmesi için de kaybedecek şeylerinizin çokluğu önemlidir, sürekli taviz vermek durumunda kalırsınız ve tavizleriniz hep ilkelerinizden, iddialarınızdan olur. Atacağınız her bir adımı hesap etmeniz gerekir. Toplum olarak bugün çoğumuzun artık kaybedecek çok şeyi var. Mevkilerimiz, makamlarımız, mekânlarımız...
Dün bulunduğu yeri bir mevzi gibi konumlayıp o mevziden ayrılmayanlarımız da çoğunlukta çok şükür. Bugün de dünyanın başka başka yerleri için mücadele ediyorlar. Ama onlar ısrarla görülmüyorlar. Biz hep olumsuzlukları konuşmayı tercih ediyoruz. Bir mevzi varsa o mevziden hiç ayrılmayan kadınlar neden konuşulmuyor? Ülkenin dört bucağından dünyanın dört bir yanına Allah rızası için ulaşmaya çalışan, gece gündüz emek veren, savaş mağdurları, yetimler, yoksullar, yolda kalmışlar için el emeğinin bereketine inanan, soğuk, kış demeden meydanlara bebekleriyle koşan, hasta bedenini kardeşi için siper eden, salon programının birinden diğerine koşan, ardından gençleri yetiştiren, yol açan, yazan konuşan, arka saftaki bedenle ön safta hizmet eden nice kadınlarımız var. Var olsunlar. Dün köşesinden yasağın muhatabı tüm kadınları cadılaştıran, yasağın işbirlikçisi genel yayın yönetmeni, 'Bugün o kadınlar nerede' sorusuyla zehirli dilinin etkisini bir kez de ortaya koymaya çalışıyor. Ama nafile!
Gazze özelinden baktığımızda bir zamanlar sohbetlerin ana konusu cihad ve şehadet olan dindar erkeklerin de iddialarından vurulduğunu düşünüyor musunuz?
Modern dünya kanunları, kuralları, anlaşmaları ve ülkeler arasına çektiği sınırlar bugün İsrail'in azgınca soykırım yapmasına imkân sağlıyor. Yüreği yanan, kardeşi için canını vermeye hazır insanlar hiç ayrımsız kadınıyla erkeğiyle çaresizce bekliyorlar. Kadınlar savaş dursun diye bazen uzaktan yapılabilecek şeylerin daha fazlasını yapıyorlar. Çalışanıyla, ev kadınıyla, yardım çalışmaları, fon bulma, eylem türlerinin bin bir çeşidiyle seslerini yükseltiyor, alın terini, emeğini, yüreğini ortaya koyuyorlar.
Yeri geliyor yürüyüş, yeri geliyor oturma eylemi yapıyor, yeri geliyor yüzüğünü, bileziğini veriyor, yeri geliyor emeğini, alın terini ortaya koyuyor. Modern dünyanın karşısında kadınıyla erkeğiyle aynı çıkmazın içindeyiz ancak kadının duygusallığı duyarlılığını da sürekli teyakkuzda tutuyor. Hiçbir şey yapamıyorsa, yapamıyor oluşunun Rabbinden affı için, kardeşlerinin kurtuluşu için dua edip, günde üç posta gözyaşı döküyor. Örneğin Tülay Gökçimen topladığı un çuvallarıyla Mısır'da sınırı bekliyor.
Yeni nesil kadar 40 yaş üstü kadınlar da başlarını açmaya hatta dindar yaşantısını terk etmeye başladı. İğne ve çuvaldızı kimlere batırmalıyız bu noktada?
İçinde bulunduğumuz sosyal topluluğun dünden bugüne bir çetelesini tutacak olursak elbette elenenlerimiz oldu. Hayata çok geç kalmış ve bunun tek sebebi başındaki örtüymüş, ondan kurtulursa sıfırdan bir hayata başlayacak gibi düşünen ve buna göre tavır alan, yani açılanlar da oldu. Her geçen gün birileri yük gibi gördüğü başörtüsünün yükünü omuzlarından atıveriyor. Bu başınıza koyduğunuz örtüye yüklediğiniz anlamla ilgili bir durum. Bugün Hz. Ömer'in "İnandığınız gibi yaşamazsanız, yaşadığınız gibi inanırsınız" sözüne uyan dindarlık çoğunlukta belki. Burası imtihan dünyası herkes kendi imtihanını verecek. Her insan adedince dindarlık algısı, her kadın adedince tesettür anlayışı, uygulayış biçimi var. Kimi dinin müsaadesinden, kimi Allah ile olan ilişkinin, varoluş sebebinin ve gereklerinin bilinmeyişinden, kimi bu ilişkinin kopukluğundan kaynaklı yanlışa düşebilir. Kimi bilmeden günah işler, kimi bilir ama gaflettedir, kimi bile isteye yapar, kimi de ateşten sakınırcasına sakınır. Yüce Rabbim hepsini özgür bırakmış. İstediğine göre yol almak, inanmak, sakınmak ya da yanlışı tercih etmek senin iradende. Ama durum tespiti yapmak, bu bağın neden ve nasıl koptuğuna kafa yormak, anlamak ve çözüm bulmak durumundayız.