GÜLCAN TEZCAN / gulcantezcann@gmail.com
Bazı insanlarla sohbet etmek, söyleşmek şifa gibi gelir. O isimlerden biri de yazar Belkıs İbrahimhakkıoğlu. Vicdanlı duruşu, olup bitenleri hakikatten yana irfanî bir bakışla okuyuşu 6. kuşaktan torunu olduğu Erzurumlu İbrahimhakkı Hazretleri'nden ve babası Mehmet Hakkı beyden miras. Uzun yıllar başta Türk Edebiyatı dergisi olmak üzere pek çok yayında yazılar kaleme aldı. Toplumsal sorunlarımıza çözümün kendi kültür kodlarımızdaki reçetelerde bulunduğuna dikkat çeken İbrahimhakkıoğlu 2023 Yılında Türkiye Yazarlar Birliği'nin Üstün Hizmet Ödülü'ne lâyık görüldü. Kafamız karışsa, gönlümüz daralsa, sorularımız çoğalsa kapısını çaldığımız, pek çok konuda sözlerini ve İbrahimhakkı Hazretlerinden şerh ettiği Tefvizname'yi mihenk olarak akılda tuttuğumuz Belkıs İbrahimhakkıoğlu ile Ramazan ikliminde tefekküre kapı aralayacak bir söyleşi yaptık. Bir yandan Gazze'de devam eden katliamların görünen ve görünmeyen cephesi bir yandan bizi kendimizden uzaklaştıran dijital dünyanın yol açtığı savrulmaları konuştuk.
Sizce dünya bugün nasıl bir karmaşanın içinde ve çıkış yolu nerede?
Günümüzde sistem Cenab-ı Hakka başkaldırıyor. İsyanın, küfrün tavanlarındayız. Dünyaya Tanrı olmak isteyen birtakım güçlerin iletişim araçları çok güçlü olduğu için doğrularımız sarsılıyor, neyin yalan neyin doğru olduğunun kaynağını bulamıyorsun. Ancak dijital dünya, sosyal medya rahmanî olarak nasıl kullanılır Gazze'de gördük. Ama genelde şeytanî anlamda kullanıyoruz sosyal medyayı. Onun için hayat telakkilerimiz, dünyaya bakışımız, ilişkilerimiz etkileniyor. Bilimkurgu filmlerinde olur ya görünmez bir varlık sızar zehir gibi her bir kanaldan. Dijital medyada da sinsi bir şekilde bize bir dayatma ve yönlendirme var. Eğer sen onun istediği şekilde düşünmüyorsan, davranmıyorsan veya o şekilde beyanatlar vermiyorsan sana bir takım dünyevi kazanımların kapılarını kapatıyor. Dijital dünya zihnimizi ve kalbimizi yordu. Bir sürü bilgi bombardımanı ile karşı karşıyayız. Bakıyorum gizli ilimler, uzay bilimleri filan. Kainatta bilinmeyen bir şey yok. Her şey zaten Cenab-ı Hakkın bilgisi dahilinde. Allah bizi icat için yaratmamış, keşif için yaratmış. Keşfetmek lâzım yoksa böyle icatlar insanlığın sonunu da getirebiliyor. Sen atomun Allah indindeki hakikatini kavramaya bak. O yolu takip eden mutasavvıflarımızın hepsinin ilimle çok yakın ilişkileri var.
Birçoğu fen bilimlerine vâkıf...
İbrahimhakkı Hazretleri de ondan evvelkilerin söylediklerini üstüne basa basa tekrarlıyor. Cenab-ı Hakkın yarattıklarını bilmeden kendisini anlamak mümkün değil. Bilemezsin. İmam Gazali Hazretleri de önce beden ilmi, sonra din ilmi diyor. Marifetname'de de vardır. Diyor ki her bir Müslümanın biraz anatomi, fizik, matematik bilmesi gerekiyor. Matematik çok önemli çünkü kâinat matematik düzen üzerine kurulu. Bu yüzden matematik, fizik, kimya derslerinin sevimsiz halden çıkarılması lâzım. Eğitim fakültesinde öğretmenler fizik kanunlarını vs. öğrenmişler. Şimdi onları bir kursa tâbi tutup bu bilgilerin hayatla bağlantısı kurularak
hikmetler çerçevesinde bu dersler sevilecek hale getirebilirler. Cenab-ı Hak her ân yaratmadadır. Biz bu fizik kanunlarını ortaya koyan bilim adamları ne demişse o kanunları sabit kılarak anlatıyoruz. Oysa öyle bir şey yok. Zaten hayat onu gösteriyor. Dünyanın gidişatı da onu gösteriyor ki böyle bir iki kere iki sabitliği yok! O bakımdan eğer Türkiye'de fiziğe, matematiğe fen derslerine hikmet penceresinden bakılırsa o türlü bir eğitime geçilirse zihin de daha berraklaşıp daha yukarılara yükselir. İnsanı kemale doğru yürüten bir zemin oluşur. Herkesin istidatınca tabi.
Bu manevi eksiklikten dolayı spritüel birtakım inanışlara tutunmaya çalışıyor insanlar...
Gizemli bir dünya yaratılmaya çalışılıyor. Cenab-ı Hakla, hakikatiyle bağını kesip oraya bir perde çekerek uçan, kaçan, büyü, sihir unsurları barındıran bir dünyaya çağırıyorlar insanları. Bu cazip geliyor. Tabi insanın arayışı var. Dışarıdaki dünya bizim ruhumuzu besleyecek durumda değil. Ben şimdi dışarıya bakınca çatıdaki çirkinliği değil de şu ağaca konan kuşları görürüm. Sen içini nasıl beslersen dışarıdaki dünyayı da ona göre şekillendirebilirsin. Bugünün dili sürekli isyan ve şikâyet. Bu bana bir şey kazandırıyor mu? Şikâyet ettiğim şeyler düzeliyor mu? Eğer bir adaletsizlik, haksızlık varsa bizim şikâyetimiz Hak katında Allah'ın rızasına uygun olmayan şeyler için olmalıdır. Adaletsizliğe, haksızlığa karşı tavrımız kişisel olmamalıdır. Sofrada ekmek yemişim, peynir yemişim buna dönüştürülmemelidir. Şikâyetlerimiz de isyanlarımız da eşref-i mahlûkat olan özelliklerimize yaraşır bir şekilde daha geniş anlamda bizleri yukarıya çekecek, çıtamızı yükseltecek bir eyleme dönüşmeli.
Gazze'de yaşananlar tam da söylediğiniz noktaya getirdi çoğumuzu. Gazzelilerin akıl almayacak derecedeki zulümlere rağmen gösterdikleri duruş her dinden herkesi etkiledi. Kötülüğün bu kadar çok çeşidini görmemiştik bugüne kadar...
Evet, ne kadar kötülük, zulüm varsa toplanmış orada cisimlenmiş şekilde.
Zulüm karşısında Filistinli kardeşlerimizin imanı da bir o kadar berraklaşıyor sanki...
Tabi anlatmak istediğim de bu. Allah indinde olana itibar etmiyoruz. Cenab-ı Hakkın hesabı var. Gidenlere Allah hazırladığı yeri gösterse bir saniye yerimizde duramayız. Gidenler değil kalanların üzüntüsü çok acı. Gidenler Rabbimin katında onlara düğün bayram. Allah onları öyle yüce bir görevle görevlendirdi ki onlar dünyanın uyanışına vesile oldu. İnsanlık gafletteydi, uykudaydı. İslam âlemi de aynı şekilde. Ama insan olduğumuzu hatırlattı Gazze bize. Müthiş bir şey. Öyle mücadelelere şahit oluyorsunuz ki batıda insanlar geleceklerinin, kariyerlerinin zarar görmesini göze alarak Filistin davasına destek oluyor, ciddi bedel ödüyorlar.
Hepimiz konfor alanımıza o kadar alışmışız ki onun dışına çıkmak zor geliyor...
Bu müthiş bir şey. Ahir zamanda güneş batıdan doğacak sözü son dönemde çok kullanılıyor. Tabi bunlar metaforik anlatımlar. Neyin, ne olacağını ancak Cenab-ı Hak bilir ama
bu çağa bir ad koymak gerekiyorsa uyanış çağı ismi konulmalı. İnsani uyanış, vicdani uyanış gibi... Siyonist, kapitalist dünya son kozlarını oynuyor. Onların da çöküşü yakındır Allah'ın izniyle. Medya, iletişim araçları ellerinde buna rağmen bir devlet başkanı çıkıyor kafa tutuyor. Afrika uyanıyor. Emin olun çok yakın bir gelecekte sömürgeci batı dünyası birbirlerinin kirli çamaşırlarını ortaya dökecek. Sömürge haline getirdikleri ülkelerde yaptıklarıyla yüzleşecekler.
DÜNYEVİ HESAPLAR İÇİNDEYİZ
Boykot konusunda geçmişe göre daha istikrarlı bir tavır var. Ama Ramazan ayında hâlâ ekrana iftar sofrasında kola reklamları gelebiliyor...
Neden, çünkü ilahımız para olmuş! Çok dünyevi hesaplar içindeyiz. Anlaşmalarımız var şu var bu var. Hiçbir şey yıkılmaz. Allah'ın indindeki dik duruş bu dünyaya dair de daha çok şeyler kazandırır. Rızkı veren Allah'tır. Rızık kesilmez. Ne diyor İbrahimhakkı Hazretleri 'Benim hakka münacaatım değildir rızk için/ hâşa Hüda rezzakı alemdir/ rızıksız kul yaratmaz ya' Biz bu imanımızı yeniden diriltmek zorundayız. O Anadolu İrfanı diyoruz bazen Yesevi damarı diyoruz. Ancak Kelime-i Tevhid'i kalbe indirecek davranışlarla kuvvetlendirebiliriz imanımızı. Vazgeçemediklerimiz cehenneme götüreceğimiz ateştir. Bu iman sağlamlığını yeniden diriltecek bir eğitime, topyekûn bir seferberliğe ihtiyacımız var. Bunun için de önce dilimizi ihya etmek zorundayız. Biz eğer Niyazi Mısri Hazretlerini, Hacı Bayram Veli Hazretlerini gerçek anlamda karşılığını veren dille anlayamıyorsak sözlük yardımı ile o dünyaların içine giremeyiz. Çünkü onlar bir kelimeye o kadar çok anlamlar yüklüyorlar ki manevi âlemin kapılarını açıyorlar o kelimelerle. Onları anlayabilmek için evvela dili sağlamlaştırmalıyız. Ülke çapında bir dil seferberliği başlatılmalı. Dili kavrarsak o gönül erlerinin ne söylediğini ancak o zaman anlayabiliriz. Sessiz sedasız geleceğe yürüyüş yapan çok güzel çalışmalar var. Şerrin dili şamatadır her zaman bunu söylerim. Şamata da ister istemez insanın dikkatini çekiyor. Yoruyor. Ama güzelliğin dili sessizliktir. İmanın dili de öyledir.
İmanın dilini yakalamak için de Ramazan'ı fırsat bilmek gerekiyor galiba...
Ramazan Cenab-ı Hakkın hissettiğimiz, hissetmediğimiz, anlamını kavradığımız, kavramadığımız bir ihsanı. O yolda yürümediğin halde bile seni o dünyanın içine çekip alan bir lütuf. Çünkü her haliyle; iftarıyla, sahuruyla, gündüzüyle gecesiyle sanki Cenab-ı Hak bütün meleklerini bize rahmani olan bir şeyleri hissettirmeleri için seferber etmiş. Günahlarımla, kusurlarımla, eksiklerimle nasıl bir insan olursam olayım gene de Cenab-ı Hakkın beni bu lütuflardan mahrum etmediği bir ay. Yeter ki şirk koşmayan biri olayım.
Ve insanın kendisiyle yüzleşme ayı. Ne kadar hay huy içinde olursak olalım içimizde bir yerlerde o ayın kendi rahmetinden kaynaklanan bir yüzleşme, nefs muhasebesi ile gün boyunca olmasa bile bir vakitlerinde mutlaka karşı karşıya geliyoruz.