Dikkat, sahtesi patlar!

Stil mi imaj mı? Usul mü esas mı? Moda ambalajlı bir tuzak mı? Nedir, ne değildir, neye yarar, nerede patlar? Pekiyi bütün bunların ekonomiyle, sürdürülebilirlikle ve hatta dünyanın geleceğiyle ne ilgisi var? Zeynep Türkoğlu sordu, stil ve imaj danışmanı Rüzgâr Mira Okan anlattı.

ZEYNEP TÜRKOĞLU / zeynoturkoglu@gmail.com

Selam güzel okur. Bu hafta da elim kolum dolu geldim. Beraberimde, yeni tanıştığım birini getirdim. Hem kişilere hem de kurumlara stil ve imaj danışmanlığı yapıyor. İş dünyasında satın alma, pazarlama, müşteri yönetimi alanlarında çalışmış, köken mühendislik! Tabii yine mühendislik nosyonunu beklenmedik bir alana taşıyan başarılı birini görünce geçmişimi ve hayatı sorgulamaya başladım! Neyse, konuya dönüyorum; Rüzgâr Mira Okan'dan bahsediyorum. Türkiye'den ABD'ye, oradan İngiltere'ye uzanan bir dizi ciddi eğitimin (marka ve algı yönetimi, stil ve moda...) ardından aldıklarını, edindiklerini zekası ve muhakemesi ile markalaşma yolunda kişi ve kurumlara, üniversite ve akademilerde öğrencilere, sahnede seyircilere aktaran... Karmaşık şeyleri, yormadan sadeleştirerek anlatan kadından.

İmaj ve stil gündelik olarak sıklıkla kullanılan kelimeler. Yerli yerinde bilerek mi kullanıyoruz? Kendimden pek emin değilim de...

Birbirinden çok ayrı şeyler. Örneğin bugün hem bir imajımız var, hem de stilimiz. Bir pasta örneğim vardır benim; pastanın bir kek kısmı vardır bir de üstündeki krema. Ama ilk önce keki yapmamız gerekir. O kekin hamur kısmı aslında bizim karakterimizdir. Bu stilin kendisidir. Fakat üstüne yaptığımız süsleme ortamın koşullarına göre değişebilir. Kış ve yaz değişiklik gösterir. Bu imajdır. Değişkendir, içinde bulunulan şartlardan etkilenir. Stil ise karakterle, kişilikle alakalı. Sizi siz yapan şeylerin izi var onda. Gittiğiniz yerde kişiliğinizin özelliklerini taşır, ama bulunduğunuz şartlara göre de görünüş ve davranışınızla uyumlanırsınız. Yani stilinizle imajınız ayrı şeyler olmakla beraber bütünlenir. Daha doğrusu bütünlendiğinde doğru olur.

Böyle anlatılınca epey bilinç gerektirdiğini düşünüyorum. Ama gündelik olarak bir insan bunu bu kadar düşünerek, bilerek mi yapıyor yoksa içgüdüsel kararlar mı veriyor?

Aslında neokorteks ile ilgili. Eğer güdülerinizin çok etkisinde hareket ederseniz o tamamen içgüdüsel oluyor ama bizde bir de neokorteks, muhakeme tarafı var. Ön beyin şunu değerlendiriyor; nereye gidiyorum, ne zaman gidiyorum, kiminle, hangi amaçla görüşeceğim?... O zaman 'Canım bugün böyle istiyor!' anlayışından farklılaşıyor.

İşte bu yüzden stilden ve imajdan bahsediyoruz. Stil biraz "Ben böyleyim!" manifestosudur. "Seven böyle sevsin"dir. Fakat bir de gittiğimiz yerlerde bizi henüz tanımayanlar var. O yüzden de imaj dediğimizde ilk izlenimler devreye giriyor. Nasıl konumlanmak istediğimiz, nasıl kabul görmek istediğimiz, ne anlatmak istediğimiz ile ilgili bir mesaj kaygımız var. Bu yüzden de beş bileşeni var diyorum buna; Uygunluk, uyum, mesaj, hikâye ve tutarlılık. Görünüşüm yaptığım işe uygun mu, tutarlı mı, hikâyesi ne, verdiğim mesaj ne? Elbette bu görünüşten de ibaret değil, dille de desteklenmesi gerekir. O yüzden dille verdiğimiz mesajla, görüntünün mesajının tutarlı olması daha ikna edici olmamızı sağlıyor, insanlar bu şekilde bize daha çok güveniyor.

Şu an ilgiyle dinliyorum ama açık sözlü olayım, "imaj" kelimesini duyduğumda ambalaja sarılmış bir üründen bahsediyormuşuz gibi geliyor bana. Biraz yapay, gerçek mi sahte mi biraz karışık... gibi geliyor. Sanki beni ben olmaktan, doğallıktan çıkaracak bir şeymiş gibi...

Aslında bu alana geldiğimden beri hep bunu anlatmaya, "Hayır, yapay değil"i kanıtlamaya çalışıyorum. Ama bunca zamandır, tabii ki özellikle bu albüm kapağı dönemlerinden, 90'lardan başlayarak, saç rengi veya bir kostüm değişimi bizim zihnimizde "imaj" diye kalmış. Hâlbuki imaj dediğimiz şey albüm kapağı ile ilgili bir şey değil, bir bütünlükten bahsediyoruz. O yüzden de siz bana haydi imajdan konuşalım dediğinizde ben size kurumsal mı kişisel mi diye soruyorum. İmaj itibar yönetimi ile ilgilidir. İmaj sizinle ilgili sessiz bir referans mektubudur. Bu yüzden yüzeyselmiş gibi görünse de son derece derinliklidir.

Yok, ben hâlâ tersine gideyim diyorum; kurumsal imajdan bahsedelim. Ben işime, ürettiğime güvenmiyor muyum ki bir de imaj çalışması yapayım ona? Mesela şu elimde tuttuğum seramik bardağı ben üretiyorum diyelim, eh işte yapmışım, işe de yarıyor. Bunun üstüne daha ne diye çalışayım ki?

Hah, bakın çok güzel! Yapım aşamasında şekliyle, rengiyle ilgili verdiğiniz kararlar da bir imaj çalışması. Amaç sadece su içebilmekse şekline bakmaz, sırlamaz, boyamazdık, öyle de iş görürdü. Ama bir şekil ve renk seçtik bunun için. İmaj. Estetik kaygı. Kültürel bir değer. Eski dönemdeki kapları kaçakları görüyoruz ya orada da bir estetik kaygı var. Dolayısıyla orada da bir imaj var, yeni bir şey değil bu. Görsellikle çalışıyor zihnimiz. İmaj dediğimiz şey görseli yönetmek. Bu yüzden sahte ise zaten patlar, itibara zarar verir. "Reklamın iyisi kötüsü olmaz" diyenler olabilir, ama ben yıllardır okulda, derste, seminerde, sohbette söylüyorum; Reklamın kötüsü, repütasyondur, kötü itibardır. Kısa vadede bu şöhret tanınmanıza, çok konuşulmanıza, izlenmenize, tıklanmanıza yardımcı olabilir. Ama itibarınızı zedeler. Bizim asıl meselemiz itibara destek vermek.

Bu yüzden "Bu eteği, bu kıyafeti alalım, şu eşarbı takalım, bu gözlük, bu broş..." diye düşünmek yerine daha bütünsel ve daha bilimsel taraftan bu işe yaklaşmak gerektiğini düşünüyorum.

"İŞİN DİNAMİĞİNDE MATEMATİK VAR!"

Hani zevkler ve renkler tartışılmazdı? Matematik nereden çıktı?

Kesinlikle tartışılmaz, çünkü kişiseldir. Ama matematik ve estetik dediğimiz kavramlar çok temeldir. Doğaya baktığınızda matematiği, estetiği, altın oranı görürsünüz. O zaman kendinizi de tanırsınız. Aslında kişilerin bana değil kendine ihtiyacı var. Ey insan kendini tanı! Kendini tanıyan insan ne giydiğinden emin olur, alışverişe çıktığında mağazadaki çalışanın manipülasyonunun kurbanı olmaz.

Siz manipülasyon deyince moda kurbanlığı meselesi aklıma geldi. En çok bunda hissediyorum galiba.

Moda manipülasyon dediğimizde en başa koymamız gereken şey. En büyük dış uyaran o.

Çünkü moda aslında bir endüstri. Daha çok kârlılık elde etmek istiyor. Hedefine de sizin tüketiminizle ulaşıyor. Oysa bir de sürdürülebilirlik meselesi var, benim çok önemsediğim. Tüketirken bir sürü de atık çıkarıyoruz. Şimdi bana kızacaklar ama bunu da konuşmak zorundayız.

"GARDIROPLAR ŞİRKETE BENZER..."

Neden kızacaklar?

Eskiden pahalı olduğu için bir şeyi on kere düşünerek alırdık. Şimdi polyester, naylon hayatımıza girdikten sonra her şey daha ulaşılabilir. Bu yüzden daha tüketilebilir. "Çok ucuza mı buldun, ne olacak canım, al; beğenmezsen at!" Zenginlikmiş gibi görüyoruz ama aynı zamanda bir de atık çıkıyor. Onu nasıl bertaraf edeceğiz? Ben birazcık daha bu işe kafa yorduğum için "Tatlım sana şunu alalım, bunu alalım"dan farklı bir şey olması gerekiyor yaptığımızın. Moda endüstrisi sürdürülebilirlik için minik adınlar atıyor ama bu yeterli değil. Kazandığımızı harcarken kazanma sırasında verdiğimiz emeği düşünelim. Bu yüzden bu bir yatırım. Öyle bir şey olsun ki, sabahları yirmi dakika bugün ne giyeceğim diye geçmesin. Kombin formülü var, bir gardırop formülü; benim yaptığım da aslında bu.

Seçenekleri çoğaltmaktan mı geçiyor?

Hayır, aksine azaltmaktan geçiyor. Ne kadar yalınsa o kadar elegan, o kadar berrak.

Gardıroplar şirkete benzer. Karmaşayı azaltırsanız, verimi arttırırsınız. Beş yıldır giymediğiniz pantolon var orada mesela. Kilo verince giyerim dediğiniz. Tamam, verin kiloyu, sonra konuşuruz. Düğüne giderken giyilmelik alınmış kıyafet... Gitmiyorsun ama. Bu stok maliyeti demektir. Nasıl iş dünyasında planlama yapılıyorsa aynını gardropta yapıyorum. Burada da "3F" formülü var; fit-function-fabric. Yani üstüne bedenine uygun mu, fonksiyonel mi, yaptığınız işe uygun mu, kumaş kalitesi nasıl? İş ve sosyal hayatta giydiklerimiz birbirinden farklı olur. Mesele ikisi arasındaki dengeyi de doğru kurmak.

Moda manipülasyonu sosyal hayat gardırobunuzdan girer. Onu da a,l bunu da al, cebine daha girmeden alayım, kredi kartından 5 taksitle çekeyim... Böylece etiketini bile çıkarmadığınız kıyafet senelerce dolabın bir köşesinde durur.

GARDIROP NET KAFALAR NET

10-15 yıllık fotoğraflara bakıp, "N'apmışım ben!" krizlerine girmemek için hap bilgi rica edeyim lütfen?

Hepimizin var öyle fotoğrafları. Ondan kesin kurtuluş yok maalesef. O heves duyulacak, o kıyafet alınacak. Genç olmak diye bir şey var çünkü. Ama zararı azaltmanın bir yolu olarak şunu tavsiye edebilirim. Gardırobunuzun yüzde sekseni zamansız parçalardan oluşsun. Her dönem giyilebilir, modanın değişiminden etkilenmeyecek şeyler. Kalan yüzde yirmide desenler, yarasa kollar, daralan, kısalan, bollaşan türlü paçalar olabilir. Ama onlar geldikleri gibi gidecek, fazlasına gerek yok. Gardırop net olursa kafanız karışmaz, giydikleriniz size yakışır, ekonominizi de korumuş olursunuz.