Dijital sanatıyla duyusal simülasyonlar üretiyor

Yeni medya sanatçısı Candaş Şişman: ''Çalışmalarımda odaklandığım temel nokta, farklı insan duyularını ve gerçeklikleri bir araya getirerek melez yapılar kurmak. Bu bir ses, koku, ışık, nesne, yazılım veya mekânsal bir deneyim olabiliyor. Temel çıkış noktalardan biri ise insanın ürettiği sistem ve kavramlardan çok, evrendeki her şeyi türeten ve çoğu şeyin çalışma prensiplerini belirleyen temel mekanizmalar ve formülasyonlar. Bu formülasyonları tespit edip bunlar üzerinden duyusal simülasyonlar üretmeye çalışıyorum.''

ALİ DEMİRTAŞ / ali.demirtas@aksam.com.tr

Yeni medya sanatının önemli temsilci ve üreticilerinden biri Candaş Şişman. Bana göre uçsuz bucaksız bu dijital dünyada kendi üslubunu ve çizgisini belirlemiş, öne çıkan nadir sanatçılardan biri kendisi. Dijital ve mekanik teknolojileri bir ifade aracı olarak kullanıyor. Çalışmaları; çoklu duyusal enstalasyonlar, kapsayıcı deneyimler, ses enstalasyonları, kinetik heykeller, animasyonlar ve görsel-işitsel performanslar gibi birçok farklı disiplini kapsıyor. Bu söyleşimizde ise hem onun portresine hem de sanatına odaklanıyoruz.

İnternette ulaşabildiğimiz bilgiler dışında, kendi ağzınızdan; sizi daha yakından tanıyabilir miyiz?

Dijital ve mekanik teknolojileri ifade aracı olarak kullanan bir sanatçıyım. Çalışmalarım, çoklu duyusal enstalasyonlar, kapsayıcı deneyimler, ses enstalasyonları, kinetik heykeller, animasyonlar ve görsel-işitsel performanslar gibi birçok farklı disiplini kapsıyor. Çalışmalarımda dijital ve mekanik teknolojiler kullanarak zaman, mekân ve hareket algılarımızı manipüle ederek dijital ve fiziksel gerçeklik arasında köprüler kurmaya çalışıyorum. Sanat kariyerimin yanında tasarım ve teknoloji etrafında disiplinler arası deneyimler üreten Nohlab'in kurucu ortaklarındanım, ayrıca son yıllarda çeşitli üniversitelerde çok disiplinli bir yaklaşımla ses sanatı üzerine dersler vermekteyim. İnternette bulamadığınız bilgiler için çocukluğumdan başlamalıyım. Ben, 5 yaşında konuşabilmeye başlamışım. Konuşmayı becerene kadar ihtiyaçlarımı aileme tamamen ses efektleri ile anlatıyormuşum. Su isteyince su sesi, çişim gelince çiş sesi çıkarıyormuşum. Bu ''dezavantaj'' bana geleneksel iletişim biçimleri yerine alternatif iletişim yollarıyla iletişim kurabilmeyi ve farklı yollar keşfetme mi öğretti. Yani sanatın temeli olan yeni bir dil yaratma ihtiyacı ve isteği küçüklüğümden beri varmış. Bunun dışında sanata olan ilgim tabii ki aile ortamımla da alakalı. Annem resim öğretmeni, babam mühendis ve abilerden biri çellist diğeri matematikçi ve davulcu. Küçük yaşta bile hastalanıp yatağa düştüğümde etrafımı çizerdim veya defter yapraklarına animasyonlar, çeşitli endüstriyel tasarımlar ve birçok fantastik karakter çizerdim. Üretime bu kadar ilgili olduğum için Güzel sanatlar lisesine gittim. Lisede sadece duran imgeler yani resim yapmak bana yetmemeye başladı. Yaptığım çalışmalarda zaman, hareket ve ses kullanmak ilgimi çekti. Bu noktada Müzik beni çok etkiledi. Birbirinden çok farklı müzik türleri dinlemem, durumlara daha geniş şekilde bakmamı sağladı ve yapmak istediğim çalışmaları çeşitlendirme konusunda beni teşvik etti. Bu noktada içerisinde birçok üretim disiplinini barındıran çizgi film & animasyon bölümüne gitmeye karar verdim. Üniversitede zaman, hareket ve dijital üretim yöntemleri üzerine yoğunlaştım. Bu noktadan sonra dijital bir çerçeve yani ekran içerisinde kalmakta bana yetmemeye başladı. Bu dijital çerçevenin dışarısına nasıl çıkabilirim, daha multidisipliner projeler nasıl üretebilirim ve dijital & fiziksel dediğimiz iki gerçeklik arasında nasıl köprüler kurabilirim sorularını sormaya başladım. Ve bu noktada ise yeni teknolojileri ve farklı duyularımıza yönelik yöntemleri kullanmaya başladım. Şimdi ise durum çok karışmış durumda, enstalasyon, ses, mekânsal deneyim, animasyon, kinetik heykel, performans gibi birçok farklı disiplin ile çalışıyorum ve amacım bütün bu disiplinlerin anlamlı şekilde iç içe geçtiği ve farklı duyumuza hitap edebilecek deneyimler üretmek. Üniversite eğitimimin bir yılını Erasmus programı kapsamında Hollanda'da multimedya tasarım eğitimi alarak geçirdim. Bu dönemde farklı yöntemler ve disiplinler ile denemeler yaptım özellikle geleneksel yöntemleri kullanarak üretimler gerçekleştirdim. Mesela bisiklet parçalarından, dallardan, topraklardan asamblaj çalışmaları yaptım, bol bol resim, baskı ve çizim yaptım. Bunların yanında video sanatı, ses denemeleri, fotoğraf, animasyon, dijital kolajlar gibi birçok disiplinde çalışmalar gerçekleştirdim. Kısacası Erasmus dönemim konvansiyonel sanat ile dijital sanat arasında geçti diyebilirim. Özellikle Hollanda'da birçok yeni medya festivali görme şansım oldu ve buda ufkumu genişletti. Üniversite sonrası İstanbul'a göç ettim. Üniversiteden arkadaşlarla animasyon ve görsel efekt üzerine çalışan bir stüdyo kurduk. Ekip çok iyiydi ama işletme konusunda deneyimsizdik ve şirketi yürütemeyince dağılmak zorunda kaldık. Ben hayatımda hiç staj yapmadım veya bir şirkette çalışmadım, hep kendime ait olan oluşumlar içerisinde yer almaya çalıştım. 2011 yılında ise şu an hala aktif olarak çalıştığımız Nohlab stüdyomuzu, lise ve üniversite arkadaşım Deniz Kader ile kurduk. Nohlab olarak özellikle yurtdışında büyük ölçekte kapsayıcı deneyim tasarımı projeleri gerçekleştiriyoruz. Bütün bunların yanında kişisel sanatsal kariyerimi de çeşitli galeri, müze ve kurumlarla iş birliği yaparak ilerletiyorum. Bütün bu yolculuğa bakınca üretmenin benim için nefes almak kadar doğal bir ihtiyaç halini aldığını söyleyebilirim.

ODAĞIM İNSAN DUYULARIYLA MELEZ YAPILAR KURMAK

Sanatınızı teknik ve içerik olarak nasıl tanımlıyorsunuz?

Temel formülasyonlar üzerinden simülasyonlar yaparak insan bedeninin farklı duyularına hitap eden deneyimsel kompozisyonlarla ilgiliyim. Çalışmalarımda odaklandığım temel nokta, farklı insan duyularını ve gerçeklikleri bir araya getirerek melez yapılar kurmak. Farklı insan duyuları dediğimiz zaman, kullandığım disiplinler oldukça çeşitli olabiliyor. Bu bir ses, koku, ışık, nesne, yazılım veya mekânsal bir deneyim olabiliyor. Bu disiplinlerin her biri farklı teknik ve üretim yöntemleri içeriyor. Temel çıkış noktalardan biri ise insanın ürettiği sistem ve kavramlardan çok, evrendeki her şeyi türeten ve çoğu şeyin çalışma prensiplerini belirleyen temel mekanizmalar ve formülasyonlar. Bu formülasyonları tespit edip bunlar üzerinden duyusal simülasyonlar üretmeye çalışıyorum. Bu temel formülasyonlar, içerisinde yaşadığımız gerçeklikte hem makro hem mikro ölçeklerde tekrar eden ve birçok noktada belirleyici olan temel noktalar. Bu noktalar üzerinden, evren ve yaşam ile ilgili tekrar eden örüntüleri kavrayabilir ve neden-sonuç, etki-tepki gibi örüntülerin nasıl işlediğini anlayabiliriz. Ancak bütüne hâkim olabilirsek ve her bir katmanın işleyiş mekanizmasını çözebilirsek, bunları biçimlendirmemiz mümkün olabilir.

Bu alana nasıl ve tam olarak ne zaman yöneldiniz? Bu yönelme esnasında sanatınızı adlandırma, kategorize etme veya betimleme noktasında soru işaretleriniz olmuş muydu?

Bir soru işareti olmamıştı çünkü tanımlamaya çalışmamıştım. Fakat bu alana yönelim sürecim şu şekilde gelişti. Öncelikle bu bir seçim değildi, deneyimlediğim, ürettiğim, gözlemlediğim şeyler benim bu yöne doğru evrilme mi sağladı. Her zaman farklı disiplinleri bir araya getiren ve sürekli değişim-gelişim içerisinde bulunan yapılara odaklanmaya çalışıyorum ve Yeni Medya sanatı da bu arayışımı karşılayabilen bir pratik. Teknolojinin sanat ile olan ilişkisinde en önemli gördüğüm noktalardan biri, farklı disiplinleri bir araya getirebileceğiniz bir köprü olarak kullanılabilmesi. Bu durum, farklı olasılıkları bir araya getirerek birçok yeni olasılığın türemesini sağlıyor ve sanatçının kendisini ifade edebileceği yeni diller ve yeni deney alanları ortaya çıkarıyor. Benim de çalışmalarımda odaklandığım temel nokta, farklı duyuları ve gerçeklikleri bir araya getirerek melez yapılar kurmak. Farklı disiplinleri bir araya getirmek üzerinden işlerimi kurguladığım için Yeni medya sanatının bana sağladığı olanaklar oldukça fazla. Bütün bu sebeplerden ötürü Yeni medya sanatı benim için disiplinler arası bir köprü görevi görüyor ve sürekli yeni ifade etme biçimleri deneme fırsatı sağlıyor. En temele bakarsak, kişisel eğilimler ve çevresel faktörler sonucunda, sanat eğitimi almamla başladı diyebilirim. Çağdaş sanat yapmaya karar verme gibi bir şey olmadı hayatımda. Kendime ait üretim temelli düşünce biçimimin gelişmesi uzun bir süreç aldı. Ne yapabileceğime dair fikirlerim anlık kararlarla gidişatın yönünün sert bir şekilde değişmesi yerine, kille yapılan bir heykel gibi yavaş yavaş gelişti. Yani homojen bir süreçten söz edebilirim. Bu süreçte birçok etken var tabi, gözlemlerim, geçmişim, düşünce biçimim, hayatım, inançlarım, yetersizliklerim, kaygılarım gibi... Bu yüzden şunu yapayım diye karar verme durumum olmadı. Bir şekilde zaman ve hayat akarak ilerliyor ve bende çağdaş veya değil, sanat veya değil, ''bir şeyler'' yapmaya çalışıyorum.

Üretime başlamadan önce; sonuç kafanızda belli mi? Ne sizi üretime teşvik ediyor? Nasıl bir karşılaşma sizi ne üreteceğiniz konusunda uyarıyor? Üretimden önceki kısmı öğrenmeye çalışıyorum...

Bu durum hem yöntem hem de başlangıç motivasyonu olarak çok değişken. Birçok farklı şekilde ortaya çıkış şekli var işlerimin, fakat ağırlıklı olarak çağrışımsal şekilde ortaya çıkıyorlar diyebilirim. Bilinçaltımda biriken birçok durum, içinde bulunduğum ruh hali, çevremi algılayış şeklim, öğrendiğim bilgiler ve gözlemlediğim şeyler vs. iç içe geçmiş şekilde beni oluşturuyor ve bazı durumlarla karşılaşınca otomatikman aralarında bağ kuruyorlar ve bir çıktı veriyorlar. Tek türde bir üretim anlayışı yerine, bu yöntemleri çeşitlendirmeye çalışıyorum çünkü her yöntem farklı sonuçlar doğurabiliyor. Bazı projelerde sonucu tamamen kafamda tasarlıyorum, bazılarında ise işin şekillenmesini sürecin akışına bırakıyorum. Özellikle doğaçlama şekilde yaptığım projelerde çalışırken süreci etkileyen birçok etken olabiliyor. İşin şekillenmesini sürecin akışına bıraktığım için, çevresel faktörler önemli rol oynuyor. Örneğin, çevreden duyduğum bir ses veya içinde bulunduğum psikolojik durum veya işimin sergileneceği bir mekânın yapısı veya internette gördüğüm bir şey, işin akışını değiştirebiliyor. Bu bence güzel bir şey çünkü baştan planlamayınca, süreç sizi çok farklı noktalara götürebiliyor ve tıpkı hayatın kendisi gibi tesadüfler veya beklenmeyen sonuçlar ortaya çıkıyor. Buda üretim sürecini daha heyecanlı kılıyor ve olabilecek bütün olasılıklara açık olabiliyorsunuz. Ortaya bir şey koyduktan sonra, süreç içerisinde benden bağımsızlaşıp şekil almasını gözlemlemek gerçekten çok keyifli. Bunun dışında tasarlayarak yaptığım projelerde doğal olarak konsept veya tasarımlarıma sadık kalarak üretmeye çalışıyorum. Üretim sürecim çok daha planlı ve statik ilerliyor. Belirginleşen kavram üzerinden hangi malzeme veya yöntemleri kullanabileceğimi belirliyorum ve açığa çıkartmak istediğim deneyime göre, elimdeki bütün enstrümanları bu amaca yönelik kullanıyorum. Bunun için çoğu işimi tasarlarken 3 Boyutlu simülasyonlar yapıyorum. Genel olarak üretim sürecime baktığımda organik ve değişken bir süreç diyebilirim. Bu yapı bazen katı, bazen sıvı veya bazen gaz formuna bürünebiliyor. Çevremi algılayış biçimimin yardımıyla farklı kombinasyonları birleştirerek ortaya bir dil çıkarmaya çalışıyorum ve o dil süreç içerisinde şekilleniyor, gelişiyor ve kavramsallaşıyor.

BAKIŞ YÖNTEMLERİMİZİ DEĞİŞTİRMEK, GÖRDÜKLERİMİZİ DE DEĞİŞTİRECEKTİR

Ses, ışık, kodlar, dijital teknolojiler, görüntü ve daha birçok elementin birleşimi veya senkron olması ya da alışverişi sonucunda ürettiğiniz çalışmalarınızda arayışınız tam olarak nedir? Estetik mi yoksa uyum mu? Ya da başka bir şey? "Evet bu" dediğiniz nokta, kaygınız, motivasyonunuz ya da ulaşım meseleniz nedir tam olarak üretim sürecinizde?

Tam olarak aradığım bir nokta yok ama olsaydı kesinlikle estetik veya anlaşılabilirlik olmazdı. Odaklandığım noktalardan biri deneyim temelli işler üretmek. Deneyimi tasarlayabilmek için multidisipliner bir bakış açısıyla bakıp, kapsayıcı bir alan algısı yaratmak gerekiyor. İzleyicinin içinde bulunduğu mekânı tasarlamak, kişinin mekânı algılayış biçimi ve aslında zaman ve mekân algısını da manipüle etmeyi gerektiriyor. Bunu sağlayabilmek için kişinin farklı duyularına yönelik sistemler kurmak gerekiyor ve bu, birçok disiplinin birlikte kullanılmasını gerektiriyor. Ayrıca dijital ve fiziksel yapıları birleştirerek melez gerçeklikler oluşturmaya çalıştığım için hem dijital üretim yöntemlerine hem de fiziksel üretim yöntemlerine ihtiyaç duyuyorum, dolayısıyla iki tarafın da dil ve yöntemlerini olabildiğince bir araya getirmeye yönelik çalışıyorum. Teknik ve yöntem olarak seçimlerimi, çoğu zaman konsept belirliyor. Konsepti ve deneyimi izleyiciye en iyi nasıl ifade edebileceğime göre hangi materyalleri ve tekniği kullanacağımı belirliyorum. Bu sayede kullandığım materyaller ve teknik, konsept ile anlamlı bir ilişkili kurabiliyor. Bu da sürekli değişken bir şekilde üretim yapabilmemi sağlıyor. Çalışmalarım genel olarak çıkış noktaları ise; gerçekliği algılayış biçimlerimiz ile salt gerçeklik arasındaki ilişki, farklı gerçeklikleri bir araya getirerek melez gerçeklikler türetmek, alternatif iletişim biçimleri ve bize dayatılan dil gibi sistemlerin sorgulanması, farklı duyularımızı bir araya getirerek sinestezik algılama biçimleri türetmek, algılanamayanı algılanabilir şekilde betimlemek ve insanlığın evrimsel sürecinin tasarlanması. Ayrıca gerçekliği algılayışımız üzerine birçok soru soruyorum. Sorguladığım noktalardan biri, sahip olduğumuz duyularla gerçekliği tam olarak algılayamıyor olmamız, gerçekliği farklı şekillerde manipüle ediyor olmamız ve manipüle ettiğimiz bu gerçekliği, gerçekliğimiz olarak kabul ediyor olmamız. Bu, problemli bir bakış açısı. Bu yüzden, projelerimde olabildiğince kavrayışımızın yetersiz olduğunu ve bunun üzerinden bildiğimiz-inandığımız her şeyi sorgulamamız gerektiğini söylüyorum. İnsan merkeziyetçi bakış açımızın birçok şeyi kavrayışımızı engellediğini ve bunun, ancak üreteceğimiz yeni dil ve algılama biçimleri ile birlikte aşılabileceğini düşünüyorum. Bakış yöntemlerimizi değiştirmek gördüğümüz şeyi de değiştirecektir.

KULLANDIĞIM SESLERİ OLABİLDİĞİNCE KENDİM ÜRETİYORUM

Çalışmalarınızda ham maddeye; örneğin seslere kendiniz ulaşıyor ve kayıt ediyorsunuz, doğada veya başka bir mekânda. Bunun özel bir nedeni var mı? Hazır veya stok bir ses kullanmamayı tercih etmemek etikle mi ilgili yoksa başka bir şey mi?

Asıl sebep süreçten keyif almam. Hazır, hazır olmayan, stok, sıfırdan üretilmiş... Hepsi aslında bir materyal ve bu materyalleri anlamlı bir şekilde bir araya getirmek ve bunlarla nasıl bir cümle kuracağın önemli olan. Bu yüzden her çeşit malzemeye açığım. Özellikle bir tercihim yok. Fakat belirttiğim gibi ses ile ilgili uğraşırken süreçten oldukça keyif aldığım için kullandığım sesleri olabildiğince kendim üretmeye çalışıyorum, fakat tekrar belirttiğim üzere bu bilinçli bir tercih değil. Ses ve müzik benim için çok önemli ve belirleyici bir olgu. Tamamen farklı bir dil gibi geliyor bana. Bize dikte edilen, öğretilen dil ve kavramlardan kopuk, daha çok insanın hissiyatına hitap eden çok doğal ve saf bir iletişim dili benim için. Yaptığım çalışmalardaki arayışım farklı bir dil oluşturabilmek olduğu için çalışmalarımda sesin önemli bir yeri var. Bu ilişkiyi sağlarken genel olarak, önce sesi düşünürüm daha sonra görsellik gelir. Özellikle hareketli görsel tasarlıyorsam, zamanlamalarını zihnimde kurduğum sesin zamanlamalarına göre yaparım. Ses benim için üretim yaparken mümkün olabildiği kadar kavramsal düşünüş biçiminden uzaklaşmamı ve hissi bir düşünüş biçimine yakınlaşabilmemi sağlayan bir anahtar. Genellikle doğaçlama müzik, elektro akustik müzik ve ses tasarımı üzerine çalışmalarım var. Yaptığım ses çalışmaları için elektro akustik kavramını kullanabiliriz. İçerisinde birçok farklı ses kaynağını barındırıyor. Mesela müzik aletlerinin sesleri, doğal sesler, dijital olarak üretilmiş sesler, bunların hepsinin birleşimi ile oluşturulmuş sesler gibi. Tercih ettiğim sesler ve yapılar, farklı temelleri olan seslerin homojen bir şekilde aynı potada erimesiyle oluşan organik bir ses harmonisi şeklinde diyebilirim.

Çalışmalarınızın bazıları aynı zamanda bir kolektif üretim sürecinden oluşabiliyor. Müzisyenlerle ortak çalışma gibi ya da başka üreticilerle. Bu nasıl bir üretim pratiği, bu konudaki motivasyonunuzu, yönteminizi paylaşır mısınız?

Bu durum projeden projeye göre değişebiliyor. Özellikle kişisel projelerde ulaşmak istediğim nokta teknik olarak benim yapabileceğim şeyler dışında ise, bu konuya teknik olarak hâkim kişiler ile birlikte çalışıyorum. Genel olarak birçok farklı yöntemi bir araya getirmek istediğimden ötürü iş birlikleri yapıyorum. Aslında bu yaklaşımın en önemli nedenlerinden biri insanın farklı algılarına yönelik çalışmalar yapmam ve bununda birçok disiplini beraberinde getiriyor olması. Kimi zaman koku tasarımcılarıyla, kimi zaman mekatronik mühendisleriyle, kimi zaman da demircilerle çalışıyorum. Bu yaklaşım beni hem fikirsel hem de tasarımsal olarak daha özgür kılan bir süreç oluşturuyor, yani işin zanaat ve teknik üretim kısmıyla yoğun şekilde ilgilenmekten çok kişisel becerilerim dışında düşünerek, işin kavramsal tarafı ve genel deneyim tasarımına öncelik verebilmemi sağlıyor. Ayrıca yeni alanlarda yeni deneyler yapabilmeme imkân tanıyor. Çünkü ifade biçimi olarak keşfedilecek birçok alan ve yöntem olduğunu düşünüyorum. Kişi kendi yetileri ile sınırlı kalırsa kendisini dar bir çerçeveye hapseder. Bence kendi gerçekliğimizden kurtulduğumuz zaman birçok keşif yapma şansımız oluyor. Bir yandan da başka üreticilerle birlikte sanatsal olarak ürettiğim projeler oluyor. Bu biraz önceki yaklaşıma göre daha farklı çünkü projeyi sıfır dan o kişiler ile birlikte şekillendiriyorsunuz. Bunun verdiği haz bambaşka çünkü, başka sanatçılar benim bakmadığım farklı bakış açılarından bakabiliyorlar ve bu da sonucun çok daha zengin olabilmesini sağlıyor. Burada önemli olan, sanatçının kendi alışkanlıklarından ve sanatsal dilinden daha farklı bir noktadan bakabilmesini sağlamak.

ÜLKEMİZDE DİJİTAL SANAT İÇİ BOŞ BİR ŞEKİLDE SUNULUYOR

Dijital veya teknoloji sanatları; dünyayı bilmem ama özellikle son yıllarda Türkiye'de çok daha değer kazanır veya en azından üzerine konuşulur bir hal aldı. Ama siz zaten yıllardır/çoktan bu alanda üretimdesiniz. Bu ilginin artmaya başladığını fark ettiğiniz noktada ne düşündünüz?

Evet, belirttiğiniz gibi 15 yıldır Türkiye'de bu alan üzerine üretimler yapıyorum ve bu süreçte bütün olumlu veya olumsuz değişimleri gözlemleme fırsatı buldum. Olumlu tarafı belirttiğiniz üzere, bunun üzerine konuşulması ve bu alanda üretim yapan sanatçılar için imkanların artması. Bu alanda uzun süredir çalışan sanatçılar için Türkiye imkân olarak oldukça yetersiz durumda. Dünyada ise yeni medya sanatı kültürü ve deneyimi daha yerleşik. Bu da tabi sergileme mekânı, üretici, organizasyon, izleyici ve koleksiyoner anlamında birçok imkânı beraberinde getiriyor. Türkiye de ise bunlar çok yeni yeni başlıyor. Bu açıdan heyecanlıyım. Birçok şeyde olduğu gibi oldukça geç kaldığımız bir alan yavaş yavaş bir zemine oturacak, imkanlar artacak, sanatçıların kendilerini ifade edebilme alanları açılacak ve genel bir bilinç-kültür oluşacak. Fakat işin öteki tarafı da mevcut. Şu an popülerleşen bu alan bütün dünyada olduğu gibi Türkiye'de de içi boşaltılarak, tekno fetişist, estetik, eğlence veya yatırım amaçlı bir perspektiften bakılıyor. Bu da aslında bu alan içerisinde neyin sanat neyin tasarım neyin eğlence olduğunun sınırlarının iyice bulanmasına yol açıyor. Bence Türkiye'de şu an bunun problemini yaşıyoruz. Sanatsal anlamda yerleşik bir kültür oluşmadan popülerleşen bir alanın aslında bir çeşit tüketim unsuru haline gelme sürecini hep beraber deneyimliyoruz. Bu noktada beni en çok üzen, aslında önemli bir sanatsal ifade biçimi olarak kullanılabilecek bu çok disiplinli alanın, daha yüzeysel tarafının birçok kişi tarafından deneyimlenmesi ve bu alanın içi boşaltılarak sunulması. Ne yazık ki bu alanın potansiyelinin çok çok altında işler ve yaklaşımlar görmekteyiz.

Yanlış hatırlamıyorsam; Crossroads belgeselinde, "Nasıl veya kiminle ürettiğimden çok, sonuca odaklıyım, o sonuç benim konseptim en nihayetinde" minvalinde bir cümle kurmuştunuz. Bu durum dijital sanatların geneli için geçerli olan bir durum mu sizce? Bu cümlenizi biraz daha açar mısınız?

Belgeselde tam ne dediğimi hatırlamıyorum fakat bu konu ile ilgili şunu söyleyebilirim. Ben öncelikli olarak konsept ve deneyime önem veriyorum. Dolayısıyla üretimin daha konvansiyonel sanat dünyasındaki gibi sanatçının kendi elinden çıkması gibi bir derdim yok. Yani işin zanaatkarlık tarafıyla çok ilgilenmiyorum. İlgilenmiyorum derken bu konularda oldukça titizim fakat kendimi kendi yetilerimle sınırlandırmamaya çalışıyorum. Bu büyük bir risk fakat üreticiyi önemli ölçüde özgürleştirici bir tarafı da mevcut. Çünkü kendi yetilerin üzerinden düşünmek zorunda kalmıyorsun ve daha geniş bir çerçevede hayal kurabiliyorsun. Bir şeyi ifade etmenin veya bir cümleyi kurmanın sonsuz olasılığı mevcut. Kendi kendimi, yetilerim üzerinden bu olasılıklara kapatmak istemiyorum. Bence önemli olan, ifade etmek veya etmemek istediğim şeyleri ortaya koymaya çalışmak. Bu yaklaşım, üretim veya sanatsal dil ile ilgili bir yaklaşım biçimi, dolayısıyla dijital sanat ile ilgili kesinlikle değil.

SANATIMIN ALGILANABİLİR OLMASI GİBİ BİR DERDİM YOK

Her sanatçı üretiminin izleyicide karşılık bulmasını, onlarla buluşmasını ister. Siz sanatınızın algılanabilir veya ulaşılabilir olması bağlamında; izleyicide karşılık bulamama noktasında endişe duydunuz mu hiç?

Bu yorumunuza çok katılmıyorum çünkü bence sanatçı üretiminin izleyicide karşılık bulmasını beklerse, kendisini kısıtlamış olur. Sanatçı, izleyicinin o zamana kadar yerleşik olan etik ve ahlaki değerlerinin tam tersi şekilde üretebileceği özgürlüğe ve cesarete sahip olmalı. Sanat, yerleşik olan şeyleri esneten, genişleten ve dönüştüren bir güce sahip. Eğer sanatçı, yaptığı şeyin izleyicide karşılık bulması gibi bir amaç güdüyorsa, işin popülerleşmiş tarafında demektir veya üretimlerini bence birçok sanatçının yaptığı gibi bir iş modeline dönüştürmüştür. Halbuki sanatçı, topluma yeni şeyler göstererek özellikle toplumdaki kırmızı çizgileri esnetmeyi ve başka bir gerçekliğinde mümkün olabileceğini göstermelidir. Dolayısıyla, sanatsal üretimlerimde bu kaygıyı minimum düzeyde tutmaya çalışıyorum. Algılanabilir olması gibi bir öncelikli derdim yok. Benim için önemli olan, beklentilere göre değil, kendi arayışıma ve sanatsal dil bütünlüğüme göre üretim yapabilmem. Bu demek değil ki üretimlerimi paylaşmak beni heyecanlandırmıyor. Heyecanlandığım nokta, kendi kurmaya çalıştığım sanatsal dil ve gerçeklik içerisinde, izleyicilere farklı bir bakış açısı ve deneyim sunabilmek.

Sanatınız ve üretim pratiğiniz hayatı algılayışınızı ve dünyaya bakışınızı etkiliyor veya şekillendiriyor mu? Etrafınızı nasıl bir bakışla ele alıyorsunuz mesela? Bazen üretim frekansından çıkamayıp bütün gün bu bakışla dolaştığınız oluyor mu?

Kesinlikle etkiliyor. Bu süreçler birbirinden ayrıksı değil tam tersine iç içe geçerek birbirini var ve yok eden süreçler. Sanatın ve ilham denilen şeyin romantize edilmesi veya kutsallaştırılması gibi bir durum söz konusu olmamalı. Sanat veya üretim benim için bir varoluş biçimi. Varoluş her şeyi kapsayan, birbiriyle iletişimde olan veya olmayan birçok neden ve sonucun oluşturduğu bir küme. Sanatsal üretim de bu şekilde. Hayatınızdaki her şey onu etkiliyor, o da hayatınızdaki her şeyi etkiliyor. Tıpkı varoluşumuzdaki her şeyin birbirini etkilemesi gibi. Yani prensipte sanatın varoluş mekanizmalarından bir farkı veya kutsallığı yok. Dolayısıyla üretim anında başka bir ruh haline bürünmek veya tam tersi şekilde değil, sürekli olarak bunların iç içe geçtiği, birbirlerinden beslendiği ve çatıştığı bir ruh hali mevcut.

Bundan sonrası için planınız nedir? Biraz yeni projelerinizden veya hali hazırda devam eden çalışmalarınızdan bahseder misiniz? Bir üst level ne olabilir sizce? Bu bağlamda yaptığınız sanatın bir ucu bucağı, sınırı var mı size göre?

Tabii, İstanbul'da bu yıl gerçekleştirmek istediğim kişisel sergim için çalışmalara başladım. Uzun bir süredir sergi açma fırsatım olmadığı için bu sergi oldukça önemli olacak. Aslında bir nevi derlenip toparlanma da diyebiliriz. Birçok farklı disiplinde enstalasyonu içerecek bu sergide, farklı alanlardan mühendis ve tasarımcılarla iş birlikleri yaparak, güncel düşündüğüm meseleler üzerinden farklı insan algılarına yönelik bir ortam kurmak istiyorum. Bunun yanında, önümüzdeki dönemde daha çok kişisel sanatsal üretimlere odaklanarak olabildiğince çoklu duyusal enstalasyon projeleri gerçekleştirmek ve sanatsal çalışmalarımı, kavram-biçim-dil üzerinden daha anlamlı bir noktaya getirmek üzerine çalışıyorum. Kişisel sanat çalışmalarımın yanında vaktimin çoğunu, kurucu ortağı ve yönetmenlerinden olduğum stüdyo Nohlab alıyor. Nohlab, tasarım ve teknoloji etrafında disiplinler arası deneyimler üreten, İstanbul merkezli bir stüdyo. Stüdyomuzda özellikle kapsayıcı deneyimler ve büyük ölçekli kamusal projeler üretiyoruz. Bu kapsamda bu yıl, yurt dışı ve yurt içinde birçok kapsayıcı deneyim projeleri gerçekleştireceğiz. Sanat veya üretimin bir ucu bucağı tabi ki yok. Biraz önce belirttiğim gibi her şey her şeyle ilişkili, bir şekilde sürekli olarak değişmekte ve sanat ta bunlardan biri. Dolayısıyla değişim oldukça sürekli olarak yeni sorular yeni cevapları doğuracak, yeni cevaplarda yeni soruları. Bunun dışında insanlık olarak şu an evrensel ölçekte düşününce çok çok az şey bilmekteyiz, hatta neyi bilmediğimizi bile bilmiyoruz. Bu sınırsızlık ve bilinmezlik beni oldukça heyecanlandırıyor. Çünkü keşfedecek çok çok daha fazla şeyin olduğunu hatırlatıyor. Bu alanın ucu bucağı ile ilgili olarak, belki geleceğin sanatı ve gerçekliği ile ilgili spekülasyon yapmak keyifli olabilir. İnsanlığın evrimsel sürecinin gidişatına baktığımız zaman yarattığımız teknolojilerle artık organik evrimsel süreci kontrol edebilme ve sentetik evrimsel süreci başlatma noktasına gelmiş durumdayız. Bu durum kendi bedenlerimizi ve dünyayı algılama yöntemlerimizi, kendimizin tasarlayabilme olanağı sağlıyor ve daha melez varlıklar olma yolunda ilerliyoruz. Kendi bedenlerimizi tasarlayarak şu an sahip olmadığımız algıların geliştirilmesi, aslında çevreyi ve sanatı algılama biçimimizi de değiştirecek. Bu süreç içerisinde sanat, algılarımızın tasarlanmasını artık bir metot olarak kullanacak ve bedenlerimiz ile birleşme noktasına gelecek. Bu yaklaşım sanatçıya, izleyicinin algılarına tam olarak müdahil olabilme ve yeni algılar türetebilme imkânı verecek. Bunun yanında içinde bulunduğumuz gerçeklik dışında tasarlanmış gerçeklikler içerisinde beden ve bilinç olarak var olabilme imkânı sayesinde, sanatçı kendi gerçekliğini yaratarak, bunu izleyicilerin deneyimlemesini sağlayabilecek. Bu sanatçının tam olarak gerçekliği bükmesi anlamına gelecek. Kısacası sanat gelecekte, insan bedenini ve algılarını materyal olarak kullanarak, farklı gerçeklikler ve çoklu duyusal deneyimler yaratmak üzerine olabilir.