GÜLCAN TEZCAN / gulcantezcann@gmail.com
Son yıllarda belki de en merakla beklenen biyografilerden biriydi Anadolu Rock müziğinin kurucu ve efsane ismi Cem Karaca'nın hayatını konu alan film. Cem Karaca'nın Gözyaşları AKM'de yapılan galanın ardından bu hafta vizyona girdi. Yüksel Aksu'nun yöneteceği ve İsmail Hacıoğlu'nun büyük ustayı canlandıracağı netleştiğinde bizi nasıl bir filmin beklediğini de aşağı yukarı tahmin ediyorduk. Çok da yanılmadık doğrusu. Yüksel Aksu bu toprağın hikâyesine kulak veren bir yönetmen. Solcu kimliği onun yerli bakışını, ülkesiyle ve insanıyla bağ kurmasını engellemiyor. İsmail Hacıoğlu da kimliği ve duruşu olan, 'piyasa'da varolmak için eğilip bükülmeye ihtiyaç duymayan, işini hakkıyla yapan, başarılı bir oyuncu. Sadece fiziksel olarak değil bu anlamda da Cem Karaca ile benzerlik taşıyor.
Hacıoğlu Anadolu Ajansı'na filmle ilgili verdiği röportajında yıllar önce Antalya Film Festivali'nde Umut Veren Oyuncu ödülünü alırken 'Eyvallah' sözüyle ödülünü aldığı için kendisine tepki gösterildiğini ancak yerine oturduğunda omuzuna dokunan bir elin 'Eyvallah' dediğini, o kişinin Cem Karaca olduğunu anlattı. Ne gariptir ki aynı mahalle Cem Karaca'ya da vakti zamanında 'ezan okudu' diyerek demediğini bırakmamıştı. Bu tevafuklar bile büyük ustayı canlandırmak için İsmail Hacıoğlu'nun ne kadar isabetli bir isim olduğunu gösteriyor.
BİR SANATÇININ KİMLİĞİNİ BULMA HİKÂYESİ
Danışmanlığını Cem Karaca'nın oğlu Emrah Karaca'nın yaptığı filmin senaryosunu Onur Böber, Özden Uçar ve Emrah Saltık, Gayet Güzel Filmler ve Yüksel Aksu kaleme almış. Müzik direktörlüğünü Cem Öget'in yaptığı film, sanatçının çocukluğundan başlayarak sanat hayatını, yolun başında babasıyla yaşadığı çatışmalarını, ilk gençliğinin hesapsız zamanlarını, idealist kimliğini, inandığı doğruları yalnız kalma pahasına şarkılarıyla nasıl haykırdığını, darbe döneminde yaşadığı zorunlu gurbet hayatını etkileyici sahnelerle beyazperdeye taşıyor. Çocukluğundan itibaren sanata ve müziğe ilgisi tiyatrocu bir ailede büyümesinin kaçınılmaz sonucu bir anlamda. İlk gençliğinde babasının müzisyen olmasına itirazları pek çok sanatçının yolun başında yaşadığı anlaşılabilir bariyerlerden. Ancak babası bir noktadan sonra oğlunun önünde duvar olmak yerine o ırmağın akışını doğru bir yöne kanalize etmeyi seçiyor. Taklit etmek yerine kendini, kimliğini bulmasını istiyor. Babasının ülkesini, insanını tanıması yönündeki telkinleri sonuç veriyor. Senaryo bu süreçleri anlatırken hayli zayıf kalıyor ne yazık ki. Büyük ustanın askerlik yıllarında türkülerle aşinalık kurmasının ardından İstanbul'a geldikten bir süre sonra Mahsuni Şerif ile tanışıyor ve aralarında güzel bir dostluk oluşuyor. Ama bu bahis askerde sevdiklerinden mektup beklerken koğuşunda bir devresinin çaldığı türküye kulak verdiği sahneden ibaret kalmış. Oysa türkülerle kurduğu bağ onun müzikal hayatında önemli bir dönüm noktası.
Filmde Cem Karaca'yı canlandırmakla kalmayıp Tamirci Çırağı, Ceviz Ağacı gibi birçok şarkısını da büyük bir başarı ve ses benzerliğiyle seslendiren İsmail Hacıoğlu, üzerine düşeni fazlasıyla yerine getiriyor. Karaca'nın babası Mehmet İbrahim Karaca'yı Fikret Kuşkan, annesi Toto Karaca'yı Yasemin Yalçın'ın perdeye taşıdığı filmde Buçe Buse Kahraman, Meral Çetinkaya, Melisa Döngel, Alper Saldıran, Kubilay Tunçer, Emre Özcan, Ali Talha Kırışgil gibi isimler de rol alıyor.
GÖZYAŞLARI EKSİK KALDI
Ancak film taşıdığı ismin karşılığını tam olarak vermekten uzak. Zira Cem Karaca'nın gözyaşları çok sevdiği ülkesine döndüğünde dinmiyor ne yazık ki. Şarkılarında komünizm propagandası yaptığı iddiasıyla hakkında yargılama süreci başlatılarak 12 Eylül idaresi tarafından vatandaşlıktan çıkarılan Cem Karaca, 8 yıl Almanya'da yaşamak zorunda kalır. Her şeyi göze alıp yurda döndüğünde davalar düşüp vatandaşlığı iade edilir ve yeniden konserler vermeye başlar. Film burada bitse de Karaca'nın asıl hikâyesi bundan sonra başlıyor. Ömrünün kalan kısmında çok sevdiği vatanına dönebilmek için devrin Cumhurbaşkanı Turgut Özal'la görüştüğünden dolayı 'dönek' damgası vuruluyor sol çevreler tarafından. Yıllarca söylediği şarkılar sebebiyle onu 'devrimci' olarak bağrına basanlar ülkesine, milletine olan sevgisini yüksek perdeden söylediği için Karaca'ya sırt çeviriyor ve bu tavır derinden yaralıyor onu. "Ben döneksem döndüm diye memleketime/Döndüm baba döndüm işte oh be" şarkısıyla kayıt düşüyor sitemini.
Üstelik yurt dışında iken kendisine teklif edilen Alman vatandaşlığını reddetmiş, yabancı basının Türkiye aleyhine konuşma çabalarını geri çevirmiştir. 1999 yılında Hürriyet Gazetesi'ne verdiği röportajında "Alman, Fransız benim Türkiye'yi onlara çekiştirmemi istiyor. Türkiye'de genellikle entel, ilerici, aydın olmanın kriteri Türkiye'yi Batı'da çekiştirmekten geçiyor. Evet, Türkiye'yi eleştireceğiz, bu görevimiz. Ama artısıyla, eksisiyle eleştireceğiz. Ve bunu herhalde gidip elin frengine şikâyet etmeyeceğiz. Ben bunu Türkiye dışında hiçbir zaman yapmadım. O zamanlar yerli basınımız yer yer 12 Eylül'den faşizm diye söz ederken, ben yurt dışında hep 'askeri müdahale' kelimesini kullandım. Ben ülkemi Thomas'a, Inge'ye, Pier'e, John'a, Helga'ya şikâyet etmem, buna hakkım yok. Biliyorum ki, bu ülkenin kurtuluşu Ayşeler, Ahmetler, Fatmalar sayesinde olacaktır." der Cem Karaca.
Darbecilerle ve sistemle olan kavgasına bir de ülkenin sahte aydınlarını ekler. 1987'de 'Yarım Porsiyon Aydınlık' ve 1990'da 'Sahibi Geldi' şarkılarıyla sözde halkçı görünen sol ve sosyalist çevrelerin ikiyüzlülüğüne karşı tavrını ortaya koyar.
DEVRİMCİ VE İNANÇLI BİR SANATÇI
Ona dönek diyerek hakaret edenler babasının etkisiyle gençlik yıllarından beri varolan Allah inancını da hazmedemiyorlar. Cahit Berkay yakın dostu hakkında bir röportajında "Cem Karaca bir Bektaşi'ydi. Kendisi de bunu kabul eder ve 'Ben bektaşiyim' derdi. Gidip kilise ya da camide ibadet etmezdi. Ama çok ciddi bir Allah inancı vardı. En keskin solcu olduğu dönemlerde bile sahneye besmele ile çıkardı mesela." diyor. Eşi İlkim Karaca ise 'Son sözleri Allahüekber oldu. Salavat-ı Şerif'i tüm dinlerden büyük bir koro oluşturup söyletmeyi isterdi. Bir başka hayali de Şeyh Bedrettin destanının tamamını bestelemekti. Bir kısmını bestelemişti; diğer kısmını yeni plağa okumak istiyordu. Nasip olmadı, yarım kaldı." diye anlatıyor Cem Karaca'nın son yıllarında inancını müziğine nasıl taşımak istediğini.
Film seyirciye bu bakımdan sınırlı bir Cem Karaca portresi sunuyor. Elbette bu bir tercih. Böylesi güçlü bir karakter ve sanatçının hayatını her boyutu ile iki saatlik bir filme sığdırmak kolay iş değil. Zaten çoğu kez bu tür yapımlarda ailelerin itirazları da yol almayı engelleyebiliyor. Ne ki Cem Karaca, sanat dünyasında hem sol kimliğe sahip hem inancından hem de milletine, vatanına olan bağlılığını, sevgisini ifade etmekten gocunmayan, kimliğini gururla ifade edebilen az sayıdaki isimden biri. Bu bakımdan onu sadece devrimci şarkılar söyleyen, 12 Eylül darbesinin gadrine uğramış biri gibi göstermek eksik kalacağı gibi Cem Karaca'ya da haksızlık. Bugün bile kolay kolay hiçbir sanatçının söyleyemediği "Türküm ve Müslümanım bu benim kimliğim" cümlesini kurabilen Cem Karaca, cenazesinin alkışlarla değil tekbirlerle defnedilmeyi istemişti.
Yarım Porsiyon Aydınlık
Her zamanki köşenizde
Her zamanki barınızın
Önünüzde viski ve havuç
Ve bir eliniz çenenizde
Kaşınız hafifçe yukarıda
Bakışlarınız ne kadar bilgiç
Hiçbirşey üretemeden
Sadece eleştirirsiniz
Sinemadan siz anlarsınız
Tiyatrodan müzikten
Heykel resim edebiyat
Sorulmalı sizden
Ekmeğin fiyatını bilmezsiniz
Ama ekonomik politika
Karılarınızı döverken siz
Ne kadar bilimselsiniz
Bu yaz yine güneydeydiniz
Bol rakı güneş ve deniz
Herşey bir harikaydı
Ancak yerli halkı beğenmediniz
Burda da orda da o aynı barlar
Hep o aynı yarım porsiyon aydınlık
Aynı çehreler aynı laflar
Vallahi hiç değişmemişsiniz