Cam sizi yavaşlatır

Cam sanatı ile takılar yapan Ömür Duruerk ile yolumuz İstanbul'da açtığı Tohum adlı ilk kişisel sergisinde kesişti. Doğadan aldığı ilhamla kolye, küpe ve yüzükler tasarlayan Ömür Hanım, ''Camın taşınabilir, takılabilir olduğunu da göstermek istedik. Ben hep şunu söylerim, 'Cam sizi yavaşlatır' ve hayatta da daha yavaş ve saygılı olursunuz. Üstelik bu takı, eşsiz ve tek. Sadece size özel'' diyor.

MERVE YILMAZ ORUÇ / merve.oruc@aksam.com.tr

"Cam perisi" diyorlar ona... Eşi ile birlikte hayatlarını cama adadıklarını söyleyen Ömür Duruerk ile İstanbul'daki Ayşe Takı Galeri'de açtığı Tohum adlı ilk kişisel sergisinde tanıştık. Camdan kolye, küpe ve yüzükler tasarlamıştı, Ömür Hanım... Ama sohbet esnasında gördüm ki bundan çok daha öte işler yapıyor. Mesela Türkiye'nin tek cam bienalini 2011 yılından beri Denizli'de düzenliyor. Eşi ile birlikte 2008 yılında açtığı Karma Tasarım Atölyesi'nde ise binlerce kişiyi camla tanıştırmış. Biz de şimdi Ömür hanımı sizinle tanıştırmak istiyoruz.

İLK MALZEMEMİZ SODA ŞİŞELERİ İDİ

Sizi tanıyalım önce?

Ankara'da İngiliz dili ve edebiyatı bölümünü okudum. Bu dönemde seramik ile uğraşmaya başladım. Cam ile tanışmam eşim Fatih sayesinde oldu. Onun hep bir tasarım atölyesi kurma hayali vardı. Endüstri mühendisliği okudu ama mesleğini hiç yapmadı. Birlikte 2005 yılında Beykoz'da açılan Cam Ocağı'na gittik. Camla tanışınca bir daha ondan vazgeçemedik. Cam akışkan bir malzeme ve onu şekillendirmek, yeni bir hayat vermek çok hoşumuza gitti. Normalde bu bir cam çubuk ama siz elinizde zihninizdeki objeye dönüşüyor. Ve bunu kısa bir sürede yapabiliyorsunuz. Bu beni çok etkilemişti ve camın büyüsüne kapıldım. Zaten birçok öğrencimizde de bu oluyor. Cama dokunan ondan vazgeçemiyor. Burada yurt dışından gelen hocalardan iki yıl eğitim aldık. Daha sonra evlendik ve Denizli'ye taşındık. 2008 yılında Karma Tasarım atölyesini kurduk.

O yıllarda Denizli'de bir atölye açmak zor olmadı mı?

Biz sevdiğimiz malzemeyi hayatımıza dâhil etmek ve onunla var olmak istedik. Atölyemizi ilk açtığımızda malzeme bulamıyorduk. Biriyle fikir alışverişi de yapamıyorduk çünkü etrafımızda böyle bir camia yoktu. Sayımız çok azdı. Malzeme konusunda ilk zamanlar çok sıkıntı çektik. Uzun bir süre sadece soda şişeleri ile çalıştık. Bizim ileri dönüşüm projemiz vardı. Bu kapsamda soda şişelerini kullandık. Yaptığımız her çalışma yeşil oldu bu yüzden. Daha sonra ithalata başladık. İtalya bu anlamda çok zengin. Yurt dışı ile bağlantı kurduk, gidip gelmeye başladık. Malzemeler gelince merak eden insanların sayısı arttık. Camı öğrenmek istediler. Kimi kendi atölyesini kurmak istedi onlara yardımcı olduk. Böyle böyle genişledik.

Biz cam sanatını Türkiye'ye yaymak ve geliştirmek istedik. Çünkü sanat denilince ilk akla gelen resim ve heykel. Cam denilince de akla gelen zücaciye ürünleri. Biz sanatı, resim ve heykelden camı da zücaciye zihniyetinden çıkarmak istedik. Camın bir sanat malzemesi olduğunu insanlara göstermek istedik. İnsanlar evlerinde bir odada camla bir şeyler yapsın istedik. Stüdyo cam hareketi deniyor buna. Bizim en büyük amaçlarımızdan biri atölye olarak bu hareketi büyütmek. Camın farklı yanlarını göstermeye çalışıyoruz.

GİYİLEBİLİR CAM DEFİLESİ DEVAM EDECEK

Türkiye'nin ilk cam bienalini de siz yapmışsınız...

Yurt dışında çok güzel işler yapılıyordu. Onlardan gördüklerimizi kendi vizyonumuzla geliştirip hayallerimizi cama yansıtmaya başladık. 2010 yılında yurt dışındaki sanatçı arkadaşlarımızla bir Avrupa Birliği projesi hazırladık. Ama kabul olmadı. Daha sonra Denizli Belediyesi ile iş birliği yaptık. Ve onların desteği ile 2011 yılında Türkiye'nin ilk cam bienalini yaptık. O tarihten itibaren 2 yılda bir mayıs ayıda Denizli Cam Bienali'ni yapıyoruz. Birçok sanatçıyı Türkiye'ye getirdik. Kültürel bir etkileşim oldu. 2025 yılında 8. kez düzenlenecek. Bienale ilk başladığımızdan beri dört temel bölümümüz var. Biri konferanslar. Bienal, akademisyenlere, sanatçılara ve vatandaşlara hizmet ettiği için bu kısım önemli. Karma cam sergileri oluyor. Cam sanatçıları kendi yöntemleri ile canlı gösteriler yapıyor. Bir de ücretsiz deneme stantları oluyor. Daha önce cama dokunmayan vatandaşlar burada cam çubuklara şekiller veriyor ve yaptığını yanında götürüyor. Bu ana başlıklar dışında farklılıklar katmaya çalışıyoruz. Son iki bienalde giyilebilir cam defileleri yaptık. 2025 yılında da olacak. Bir de farklı projelerimiz var. 2025 yılının temasını "devinim" olarak belirledik. Bu kapsamda yapay zeka, dijital sanatla alakalı bir şeyler planlıyoruz.

Giyilebilir cam kulağa ilginç geliyor...

Kanadalı bir cam sanatçısı var. O bunu farklı ülke sanatçıları ile yapıyor. Biz de onunla yapmak istedik ama bazı sebeplerden ötürü aramıza katılamadı. Onun izni ile Türkiye'deki 30 cam sanatçısı kendi giyilebilir cam kıyafetlerini hazırladılar. Defilede her sanatçı kendi kıyafetini giydi. Ve cam gibi bir malzemenin giyilebilir olduğunu gösterdik. Camın taşınabilir, takılabilir olduğunu göstermek istedik. Ben hep şunu söylerim, "Cam sizi yavaşlatır" ve hayatta da daha yavaş ve saygılı olursunuz. Üstelik bu takı ve giyilebilir kısmı eşsiz ve tek. Sadece sizde oluyor.

Şu an atölyede neler yapıyorsunuz?

Atölyede şu anda beş kişiyiz. Burada farklı tekniklerle üretimler yapıyoruz. Her yıl eşimle birlikte bir sergi yapıyoruz. Çalıştığımız mağazalar var. Onlara ürünler yapıyoruz. Eğitimler veriyoruz. Ben eğitici eğitiyorum aslında. Halk eğitim mezunu ya da güzel sanatlar mezunu insanlar geliyor ben onları sıkı bir eğitim veriyorum. Sonra onlar gidip kendi memleket ve kurumlarında bu sanatı başkalarına öğretiyor.

YÜZÜK PARMAĞINIZA UYARSA SİZİN OLUR

Siz ne tür ürünler tasarlıyorsunuz?

Ben daha çok takı ve aydınlatma ürünleri, avizeler tasarlıyorum. Takıları da çok seviyorum. Her biri ayrı bir hikâye barınıyor. Ve her takıdan sadece bir tane yapıyorum. Kalıp kullanmadan yaptığım için eşi benzeri yok. Küpe, kolye ve yüzük tasarlıyorum. Özellikle yüzükler konusu çok özel. Çünkü her birini elimle heykel gibi şekillendirdiğim için boyutu da farklı oluyor. Yani beğendiğiniz yüzük sizin parmağınıza uyarsa sizin oluyor. Biraz nasip işi yani.

Bize bu sanatın malzemelerinden, detaylarından bahseder misiniz?

Bu sanatta kullandığımız cam herkesin bildiği cam aslında. Cam denilen şey kum, soda ve kireç karışımı. Camın içine oksitler katılarak renklendiriliyor. Bu ham maddeyi hazırlayan firmalar sanatçıların kullanması için camları çubuk, plaka ya da kaya haline getiriyor. Sanatçı da tekniğine göre kendine uygun olanı alıyor. Ben çubuklarla çalışıyorum. Kullandığım alevle çalışma tekniğinden dolayı cam sanatçılarının kullandığı şalomada eserlerimi yapıyorum. Çıplak elle yapıyoruz. Cam yalıtkan bir malzeme olduğu için elinizi yakmıyor. Eşim kalıpla şekillendirme ya da füzyon cam tekniklerini kullanıyor. Başka teknikler de var. Bu sanatın püf noktası emek ve sabır. Camın bir erime süreci var. Ona ayak uydurmak lâzım. Pratik kazanmak bu anlamda çok önemli. Bu da uzun yıllar alıyor. O yüzden sabır en önemlisi. Üstelik cam teknik olarak kırılan, çatlayan bir malzeme. O yüzden yapım aşamasında belli bir süreyi gözetmen lâzım. Sana saatlerce çalışma imkânı vermez.

HER SEFERİNDE KENDİMİ AŞIYORUM

Siz elle şekillendirme yapıyorsunuz. Peki modelleri önceden mi çiziyorsunuz?

Tasarımı önce zihnimde oluşturuyorum. Sonra onu cama yansıtıyorum. Bazen çizerek yaptığımız işler de oluyor elbette. Mesela geçen mart ayında Denizli Kent Müzesi açıldı. Oraya camdan horoz heykeli yaptık eşim ile birlikte. Bu tamamen çizimdi. Ölçülere dikkate alarak hazırlık yapıldı. 2 bin küsur parçadan oluşuyordu. Yine 2014 yılında Denizli meydana da bir heykel yapmıştım. Türkiye'nin açık havada sergilenen tek cam heykeli. On yaşında ama hâlâ ayakta...

Bu sanat ile uğraşırken ne hissediyorsunuz?

Ateşin başına her oturduğumda bu his değişiyor aslında. O anki ruh durumuma göre. Çünkü bazen akıp gidiyor bir sürü şey ortaya çıkıyor, bazen de ben ya da cam direniyor ve hiçbir şey yapmadan kalkıyorum. Ama genel olarak zevkli ve keyifli bir süreç. Her seferinde kendimi aştığımı görüyorum. Malzeme çok akışkan demiştim ya ben de onunla akıyorum.

TOHUM İLHAM KAYNAĞIM OLDU

Tohum sergisi ile İstanbullu sanatseverlerle buluştun. Bu serginin çıkış noktası ne oldu?

Tohum benim ilk kişisel sergim. Çok içten gelen bir çalışmanın ürünü bu eserler. Tohum devam eden bir döngü ve akış aslında. Toprağa ektiğinde filizlenip büyüyor ve bir canlıya dönüşüyor. Sonra bu filiz kuruyup yeniden toprağa düşüyor ve yeniden filizleniyor. İnsan da aslında tohum gibi ya da denizde gördüğümüz canlılar da. Bu hayatta sevdiğim en öz şey tohum olduğu için ben de sergimi onunla ilişkilendirdim. Doğa sanatımı besleyen en önemli nokta. Afrika kültürü özellikle renkleri ve o toprakların insanların yaşamına yansıması çok hoşuma gidiyor. Eserlerimi sergide formlarına göre üçe ayırdım. Okyanus tohumları köşesi var, mercanları çok severim. Tarla tohumları bölümünde ise bezelye, yulaf, buğday gibi tarlada gördüğümüz şeylerden ilham aldım. Bir de orman tohumları kısmı var. Burada daha dikenli eserler yer alıyor. Toplam 80 parça vardı. Dört ay üzerinde çalıştım. Eserler bir anda ortaya çıkmadı tabii. Önce küçük parçaları yapıp sonra birleştirdim.

Cam ile birlikte farklı malzemelerde görüyoruz sergide...

Camı güzelleştiren ne varsa tasarımla bütünlüyoruz. Ahşap, deri, karbon fiber gibi birçok ürünü kullanıyoruz cam ile. Kolyede tek cam ve kumaşla yaptığım ürünler de var.

HİERAPOLİS'TE DEFİLE YAPMAK İSTİYORUM

Bugüne kadar hayallerini bir bir gerçekleştirmişsin aslında. Var mı başka bir hayalin?

Bienal sürecinde modayı sevdiğimi fark ettim. Tarzı olan ipeği, keteni, deriyi ya da ham bezi kullanan bir modacı ile birlikte bir defile yapmak istiyorum. Yani ben kıyafetlere uygun aksesuar tasarlayacağım. Bir de Denizli'de birçok antik kent var. Hierapolis Antik Kenti'nde sadece ham bezler üzerine kendi takılarımı yaptığım bir defile yapmak istiyorum. Çünkü çok cüretkâr ve değişik takılarım var. İnsanın hayal gücünü zorlayan parçalar. Bunları kıyafetle bütünleştirmek istiyorum.