Çadır kentlerde temizlik en büyük mesele

Deprem sonrası Adıyaman, Kahramanmaraş, Osmaniye, Gaziantep ve Hatay'da hem gazeteci hem de STK temsilcisi olarak bulunan Semanur Sönmez Yaman çadır kentlerdeki manzarayı, talep ve ihtiyaçları, ‘çadır' sorununun neden bu kadar aşılamaz hâle geldiğine dair gözlemlerini Akşam Cumartesi için kaleme aldı. ''Çadır kentlerdeki ihtiyaçların büyük çoğunluğu karşılanmış durumda. Ama her şey güllük gülistanlık değil. Tuvaletler hem yetersiz hem bilinçsiz kullanım nedeniyle hijyenik olmaktan çok uzak. Duş almak neredeyse imkânsız çünkü 2 bin kişinin yaşadığı çadır kentte 4-5 duş var. Çamaşır ve bulaşık yıkamak için yer yok.''

SEMANUR SÖNMEZ YAMAN / cumartesi@aksam.com.tr

Deprem bölgesine ilk adımımı attığımda felaketin 6. günündeydik. Hem gazeteci hem STK üyesi ve çalışanı olarak bölgede yardım dağıtma ve gözlem yapma fırsatı buldum.

İlk durağımız Adıyaman Sümerevler'deki futbol sahasına kurulan çadır kent oldu. Depremzedeler henüz yaşadıkları şokun etkisini üzerinden atamamıştı. Her tarafta, kendi çabalarıyla bölgeye gelmiş ve yardım malzemesi dağıtmaya çalışan gönüllüler vardı.

Hava soğuktu ve çadır kentte ısınma için kullanılacak katalitik ve tüpler henüz geliyordu. Enkaz yığınları arasından ilerleyerek kara yoluyla Adıyaman'dan Kahramanmaraş'a geçtik. Dehşetin ve yaşanan acının büyüklüğünü insanların gözlerinden okumak mümkündü. Artçı depremlerle sarsılan Maraş'ta çadır kentleri ve kenar mahallelerde kurulmuş derme çatma çadırları ziyaret ettik. Beni en çok şaşırtan, o korkunç felaketi yaşayan insanların metaneti oldu. "Allah'tan geldi, kader böyleymiş, ne yazıldıysa o" diyen depremzedelerin belki de tutunacak tek dalıydı bu kabullenme cümleleri.

Tam bir hafta sonra bu kez Kahramanmaraş, Osmaniye, Gaziantep ve Hatay'a gittim. Kahramanmaraş'ın uzak köyler dışında hızla toparlandığını, çadırlarda ısıtma sistemlerinin kurulduğunu, bakanlıkların psiko-sosyal destek çadırları açtığını, çocuklar için oyun çadırının faaliyete geçtiğini, sosyal marketlerin ve giyim çadırlarının sistemli bir şekilde depremzedelere hizmet verdiğini, bazı çadır kentlerde gezici kütüphanelerin ve gönüllü kuaförlerin bile bulunduğunu görmek biraz olsun içimizi rahatlattı. Elbette her şey güllük gülistanlık değil çadır kentlerde. Tuvaletler hem yetersiz hem bilinçsiz kullanım nedeniyle hijyenik olmaktan çok uzak. Duş almak neredeyse imkânsız çünkü 2 bin kişinin yaşadığı çadır kentte 4-5 duş var. Çamaşır ve bulaşık yıkamak için yer yok. Gezici çamaşır yıkama tırları bütün kentin çamaşırını yıkama kapasitesine sahip değil. Hemen her çadırda özellikle iç çamaşırı ihtiyacını dile getirdi kadınlar.

HER SOKAKTA ÇADIR İSTEĞİ YARDIM ULAŞMASINI ZORLAŞTIRIYOR

Çadır kentlerdeki bir başka sorun Türk-Suriyeli ayrımı. Ne acıdır ki biri savaş diğeri doğal afet nedeniyle kader ortaklığı yapan Türkler ve Suriyeliler, şu süreçte birbirlerini anlamak yerine birbirlerinden daha da uzaklaşmış durumda. Aradaki kültür farkının da neden olduğu gerilim, gözle görülecek kadar büyük. Türklerin bir kısmı Suriyeli depremzedelerle aynı çadır kentte olmak ve ortak alanları kullanmak istemiyor. Suriyelileri, devletin yardımlarına ortak olmakla suçlayanlar da var. Empati yoksunluğunun bu kadar yaygınlaşmasını, depremin yol açtığı ağır travmaya bağlamak ve geçici olduğunu düşünmek istiyorum. Umarım öyledir.

Çadır kentlerin dışına gelince. Aslında bölge halkının kahir ekseriyeti, özellikle de evleri yıkılmayan ya da hafif hasarlı olanlar çadır kentte değil evinin hemen yakınında kalmak istiyor. Bu nedenle her sokakta "çarpık çadırlaşma" görmek mümkün. Kimi branda ve tahta parçalarıyla yaptığı barakalarda, kimi AFAD, Kızılay ya da diğer yardım kuruluşlarının verdiği çadırlarda kalıyor. Bu çarpık çadır yerleşimi bir dizi sorunu da beraberinde getiriyor. Yardımlardan düzenli olarak yararlanamayan bu kesim, kamu kurumlarına ve STK'lara yağmur gibi yağan yardım ihbarlarının da ana adresi.

İMECE USULÜ KİTAPLARDA MI KALDI?

Ve köyler... Köylülerde de durum kenar mahallelerden farklı değil. Herkes evinin önünde, geceleri enkaz altında kalma korkusu olmadan uyuyabileceği bir çadır kurma telaşında. Köylerden gelen "falan köye 100 çadır lazımmış, filan köyde 30 aile sokaktaymış" ihbarlarında bunu net bir şekilde gözlemledim. İnsanların çadır talebi, evleri hasar gördüğü için değil evlerine güvenmedikleri için. Bu da depreme önlem almayı hep öteleyen toplumumuz için gayet anlaşılabilir bir durum. Dolayısıyla bölgedeki kişi sayısını alacak kadar çadıra/konteynere ihtiyaç var. Ayrıca ahırında hayvanı, yatalak hastası, bakması gereken bağı bahçesi olanlar da köylerinden ayrılmak istemiyor. Bütün bunlar anlaşılabilir ve haklı mazeretler. Anlamakta güçlük çektiğim şeyse hemen her köyde duyduğumuz muhtar-köylü kavgası. Hangi köye gitsek muhtar yanlıları ile karşıtları arasında bir kutuplaşmaya şahit olduk. "Getirdiğiniz malzemeleri muhtara verirseniz bize dağıtmaz, muhtar yardımları sadece kendisine oy verenlere dağıtıyor" gibi garip şikâyetler ne yazık ki insan kalitemizi de ortaya koyuyor. Ayrıca köylerde de bireyselleşmenin had safhada olduğunu, imece usulü yemek yapmak, dayanışmak gibi şeylerin çocukluğumuzun hikâye kitaplarında kaldığını üzülerek söyleyebilirim.

TKP'LİLER DE ALANDA İHH DA

Son durağımız Hatay'dı. İlçelerde de durum kötü ama özellikle Antakya, tam bir hayalet şehir. Diğer şehirlerle kıyaslanamayacak yoğunlukta bir yıkım var. Şehir merkezinde tek bir sağlam bina ve tek bir insan bile yok. Ayakta kalan binalar sağa sola eğilmiş, her an yıkıldı yıkılacak durumda. Yoldan geçmek bile büyük risk. Manzara korku filmlerini, distopik senaryoları aratmıyor maalesef. Sadece asker, polis, bekçiler ve enkazlarda çalışan iş makineleri gördük Antakya'da. Bir de başıboş köpekler. Can güvenliği nedeniyle kentin büyük bölümüne girmek yasak. Olası küçük bir artçı, enkaz altında kalmaya yeter de artar. Garip olan, Hatay'daki çadır kentlerin diğer illere nazaran çok daha küçük ve dağınık olmasıydı. Bölge halkının yazlıklarına, köylerine, bağ evlerine ve başka illere göç ettiğini öğrendik. Çadır kentlerin düzenli, mahalle arası çadırlaşmanın çarpık olduğunu Hatay için de söyleyebiliriz. AFAD'ın, Kızılay'ın, İBB'nin, BAYKAR ve T3 Vakfı'nın çadır kentlerini gördüm. TKP'liler, İHH gönüllüleri, iş insanlarının kurduğu özel konteynerler da dikkatimi çekti. Güngören Belediyesi'nin gönderdiği çay ocağından ücretsiz çayımızı alıp yola devam ettik.

Deprem bölgesine ilişkin birkaç noktaya daha değinmek istiyorum. Bölge halkı tahayyül etmekte zorlandığımız bir travma yaşadı, tüm gücümüzle onlara destek olmak insanlık görevimiz ama bazen gerçekten "bu kadar olur" dediğimiz anlar yaşadık. Mesela "10 kişi açıktayız iki de engelli çocuğumuz var. İkisi de çok hasta" şeklinde gelen ihbara gittiğimizde dört kişilik bir aileyle karşılaştık. Evleri hasar görmemişti, çocuklarından sadece biri öğrenme güçlüğü çekiyordu. Bir başka sokakta iki eltinin kavgalı olduğunu ve aynı çadırı paylaşmak istemediğini gördük. Bir çuval patates verip paylaşmalarını istediğimiz iki ailenin "Bu ancak bize yeter, paylaşamayız" dediğini kulaklarımızla duyduk. "Bize yardım geldi komşuda daha çok insan var, oraya verin" diyen sağduyulu insanlarla da karşılaştık.

Çadır kentlerin yerini alacak konteyner kentler için de hummalı bir çalışma var. Kahramanmaraş'ta şehrin farklı alanlarında konteyner kentler için altyapı çalışmaları sürüyor. Ancak bir kent kurmak kolay değil. Konteyner evler tek tek taşınıyor ve 1 tır en fazla 2 konteyner alıyor. Yüzbinlerce konteyneri taşımak haftalar belki aylar alacak ve kalıcı konutlara geçildiğinde bir konteyner yığınıyla karşı karşıya kalacağız. En büyük derdimiz bu olsun diyorum. Hasılı, bu felaketin maddi/manevi izlerini silmek yıllar belki on yıllar sürecek. İnşallah yaşadıklarımızdan ders de alırız.