ALİ DEMİRTAŞ / ali.demirtas@aksam.com.tr
Hangi, jenerasyonun insanı olursanız olun; belki adını duyunca değil ama yüzünü görünce mutlaka tanıyacağınız bir isim kendisi. Yıllardır oyunculuk sektörünün içinde. Bir zirvede, bir değil, bazen başka bir noktada bazen başka bir konumda. Bazen kamera arkasında, bazense önünde. Bazen yok, bazen var. Ama simasını daima koruyan biri. Kimden mi, oyuncu ve oyuncu koçu Burak Sarımola'dan bahsediyorum. Yer aldığı yüzlerce projenin yanına, yakın zamanda yurtdışında yayına girecek olan Leylifer adlı diziyi ekleyen; rol aldığı Adalet adlı sinema filmi ise vizyon yolculuğuna devam eden başarılı oyuncuyla Akşam Cumartesi için bir araya geldik. Hem kariyer yolculuğunu konuştuk hem de şimdiyi. Buyurun keyifli sohbetimize...
İNSANLARIN ASIL BENİ ŞİMDİ TANIMASI GEREKİYOR
Nasılsınız, bir üretici olarak, neler geçiyor şu ara aklınızdan?
Dürüst olmak gerekirse, yorgunum. 35. senem; sektörün her alanına girdim çıktım. Her adımında çalıştım. Oyunculuk yaptım, kamera arkasına geçtim, oyuncu koçluğu yaptım, bir yandan da eğitim veriyorum. Bu süreçte elbette birçok şeye tanıklık ettim. Uzun yıllardır bu piyasada olmak ve insanları gözlemlemek beni çok yordu. Ama bu yorgunluk vazgeçmişlik gibi de algılanmasın. Ben asıl verimli çağıma geldiğimi düşünüyorum. Çok fazla hata yaptım bu piyasada. Bu piyasasının en çok hata yapanlarından biri olabilirim. Çünkü 35 senede toplam 300 proje; bu süreçte hatasız olmak mümkün değil. İnişler çıkışlar yaşadım, 3 kez zirveyi gördüm, belki 3-5 kez de dibi ama savaşçı bir karakterim var. Hep kalıcı olmaya ve ayakta durmaya çalıştım. Zamanımı ve asıl istediğim rolleri bekledim ve işte onların zamanı şimdi geldi. Hem fizik olarak hem mental hem de kabiliyet olarak. Aslında şimdi yeniden başlıyorum. Kariyerimi asıl olması gereken yere çıkarmaya çalışıyorum. İnsanların asıl beni şimdi tanımaları gerekiyor. Çünkü eski tanıdıkları başka biriydi; piyasanın var ettiği bir Burak'tı. Şimdi ise fikirleri oturmuş, ne istediğini bilen planlı, programlı, çok sistematik ve donanımlı bir adam var.
KARİYERİMDE ZEDELENMİŞ DÖNEMLER VAR
"Yanlışlar yaptım" dediniz, bunu açar mısınız?
Bir ara popüler kültürün esiri olup, her önüme gelen rolü kabul ettim. Bu bir hatadır. Bir oyuncunun seçmesi, kendini yenilemesi ve geliştirmesi gerekiyor. Ama maalesef sektörümüz, profesyonel gibi görünse de amatör. Bunu resmi bir sendikamız olmamasından da anlayabiliriz. Bu amatör sektör otomatik olarak sizi hatalara doğru çekebiliyor. Sizi bir anda yukarı doğru çıkarıp, pohpohlayıp, bir anda ise kafa üstü çakılmanıza sebep olabiliyor. Ve bu sırada da para gelsin, şöhret gelsin, tanınmaya devam edeyim deyip, her önüne gelen işi kabul ediyorsun, bunlar hata. Kariyerimde bu yüzden zedelenmiş dönemler var her önüme gelen işi, sürekli aynı rolleri kabul ettiğim için. Çünkü benden onu istiyorlardı, yeni bir beklentileri yoktu. Ama oyunculuk böyle bir iş değil. Farklı farklı şeyleri oynamak, risk almak gerekiyor. Şimdi bunu yapmaya çalışıyorum.
MUHTEŞEM YÜZYIL BENİM İÇİN YANLIŞ PROJEYDİ
"Bunu yapmaya çalışıyorum" derken oyuncu ve oyuncu koçu olarak; iki kimlikli mi?
Evet iki kimlikli. Çünkü bunu yapabilmenin yolu biraz lüksünüzün olmasından geçiyor. Yani şu an şu ekonomik şartlarda bir işe hayır demek çok kolay değil ama ben zaten bu yüzden kendim için oyuncu koçluğunu var ettim. Mesela Muhteşem Yüzyıl'ın benim için yanlış proje olduğunu biliyordum. Verilen rolün beni hiçbir yere taşımayacağını hissetmiştim. Ama çok güzelü para verdiler. Hayır diyemedim, lüksüm yoktu. Ayrıca popüler bir işti. Buna hayır diyebilmek için bir gücünüzün olması gerekiyor. Orada çok mutsuz oldum. Peki, neden oynadım? Para için. Başka bir meslek bilmiyorum ki. Sonra sektöre çocuk oyuncu olarak başladığımı hatırladım. Çocuk oyuncu psikolojisinden çok iyi anlıyordum. Bir sabah bu fikirle eşi dostu aradım ve çocuk oyuncu koçluğu yapmak istediğimi söyledim. Kendime ikinci bir kimlik, ikinci bir güç yarattım. Şimdi evet benim ikinci bir işim var. Çocukları belli bir süre çalışıp bıraktım. Şu an daha çok starlarla, başrollerle çalışıyorum. Dolayısıyla şu an istemediğim bir proje geldiğinde "Benim işim var, buna uygun değil" diyebiliyorum. Ne zaman ki istediğim bir rol geliyor, o zaman oynuyorum. Hal böyle olunca beni ekranda az görüyorlar, az gördükleri için de "Burak yok" diyorlar. Halbuki Burak yok değil, Burak'ın artık tercihleri, seçim şansı var. Her dakika olmak da çok da matah bir şey değil açıkçası.
BEN KAMERA AŞIĞIYIM
35 yıllık bir oyunculuk serüveninizde en çok hangi oyunculuk formatı sizi mutlu etti?
Ben kamera aşığıyım. Tiyatro yaptım ama hiçbir zaman tiyatrocuyum demedim. Çünkü aşık değilim. Aşık olmadığım bir şey için "Ben öyleyim" demek bana biraz ayıp geliyor. Çünkü ona aşık insanlar var. Benim aşkım her zaman kamerayaydı. Kamera önünde olmayı seviyorum, onun önünde olduğum zaman kendimi 'varmış' gibi hissediyorum. Ama evet oyunculuğun sağlam yerlerinden biri tiyatro. Teklifler geldi, ben de bu teklifleri değerlendirdim. Levent Kırca Tiyatrosu'nda idim, özel tiyatrolar yaptım, çocuk oyunları da oynadım. Bir sürü tiyatro yaptım. Ama tiyatro beni bir yerden sonra çok yordu. Aşkım da kameraya olduğu için tiyatro yapmamaya karar verdim. Şimdi çok özel bir teklif gelirse ancak tiyatro yapmayı düşünüyorum.
YOLUN SONUNU DEĞİL, YOLU SEVEN BİR ADAMIM
Peki tüm bu yolculuğunuzu nasıl tanımlıyor veya adlandırıyorsunuz?
Birincisi aşk. Benim en büyük aşkım diyebilirim. Çocuğumu ayrı tutuyorum tabii. Pozitif anlamda hırs diyebilirim. Negatiften beslenmeyi bıraktım. Kesinlikle harika bir yolculuktu, tüm hatalarıyla, pişmanlıklarıyla ve yanlışlarıyla... Ben yolun sonunu değil, yolu seven bir adamım. Bu yola kötü demek mümkün değil, harikaydı. Bu serüven bir yandan da bir kumardı. Tüm hayatınızı bir kumar masasına yatırıyorsunuz. Her şeyinizi kaybedebilirsiniz bir günde ama birçok şey de kazanabilirsiniz. Bu nedenle sektörü ve oyunculuğu bir kumar masasına benzetiyorum. İşte bu kumar masasına her şeyinizi koyabilmeniz için çok büyük bir aşkınızın olması gerekiyor. O aşk da bende var.
Bu süreçte birçok usta isimle de çalıştınız...
Çok fazla ustayla çalıştım ve bu konuda çok şanslıyım. Bu herkese nasip olmaz. Ama evet bunun içinde benim zekâm da var. Ustalarla çalışıp onlara bön bön de bakabilirdim. Hepsinden bir şeyler almaya çalıştım ama hepsinden her şeyi almadım. Herkesin kendine göre güzellikleri var, güzel olmayan yanları da var. Ben hep işime yarayanları ve beni besleyecek olanları aldım. Kendi donanımımı ve kendi yolumu çizmek üzere onlardan alacaklarımı aldım.
İLK SETİM SEKİZ YAŞIMDAYDI
İlk set kaç yaşındaydı?
Sekiz yaşımda ilk setime girmiştim; 1988, Çaylar Şirketten. Ben orada başrol çocuktum. Bir aile dostumuz sayesinde biz TRT'ye gittik, oyuncu olmak adına. TRT2'nin genel müdürü "Gelsin burada yarışma programlarına çıksın, alkış tutsun, hevesini alsın" dedi. Ben de "Ben böyle bir şey yapmam" dedim. "O zaman ajansa gitsin" dedi. Kabul ettik, ajansa gittik, fotoğraf çektirdik, bir hafta sonra bir görüşme teklifi geldi. Annem elimden tuttu, birlikte gittik. Yüzlerce çocuk vardı. Elime bir metin verdiler, "Al bunu oyna" dediler. Oynadım, bir hafta sonra başrol olduğumun haberi geldi. Çaylar Şirketten ilk projem oldu. Hemen ardından Ferdi Tayfur ile oynadım; Allah'ım Sen Bilirsin. Hiç boşluk olmadı. Zeki Alasya ile Metin Akpınar beni aldı yanına. Onların projelerinde oynadım. Zaten onların yanında anladım oyunculuk diye bir meslek olduğunu. Sonra arka arkaya geldi projeler, önü arkası kesilmedi. Toplamda 300 projede yer aldım, reklam, dizi, film tiyatro... Bunların arasından isim vermem gerekirse Gülbeyaz ve Savaşçı dizileri benim için çok özel ve anlamlı işlerdir hem kendim hem de kariyerim için.
POPÜLERLİK VE ÜNLÜLÜK BİR MESLEK DEĞİL
Peki oyuncu koçluğu yaptığınız oyunculara ne söylüyorsunuz ilk olarak?
"Ben sana oyuncu olmayı değil, insan olmayı öğreteceğim" diyorum. Çünkü kameranın karşısında insan olduklarını unutuyorlar. Ben onlara bir şey öğretmiyorum aslında, insan olduklarını hatırlatıyorum. "İnsansın sen bak, üzülmen lazım, üzül. Öyle yalandan üzülüyormuş gibi yapma. İnsanlığını, hislerini kullan" diyorum. Çok sanatsal tarzda yapmıyorum oyuncu koçluğunu, sokak dilinde yapıyorum. 10 senedir devam eden bir süreç bu. Ama bunu duyura duyura veya koçluğunu yaptığım oyuncuların üstünden primle yapmadım. Çünkü popülerlikle bir işim yok. Popülerlik, ünlülük bir meslek değil.
Bu ne demek?
İyi bir oyuncu olduğum için popüler olabilirim. İyi oyunculuğum beni popüler yapar. Ama popülerlik bir meslek sahibi haline getirmez. Şu an görüyorum sektörde, kendilerine "Mesleğin ne?" dediklerinde "Ünlüyüm" diyorlar. Ben öyle bir meslek bilmiyorum, ünlülük ne yapar? O insanın mesleği ne, o insanın yeteneği ne? Ben hiçbir zaman ünlülüğü kendime çıta belirlemedim. Magazinde görünüp iş almayı ahlaklı bulmadım. İyi oyuncu olduğum ve uygun tip olduğum için oyunculuk yapmalıyım ben. Ünlü olduğum veya birileriyle görüntülendiğim için değil. Mesleğimle beni tanısınlar, mesleğimle beni sevsinler.
SEKTÖRÜN EN BÜYÜK SORUNU AHLAK VE SENDİKASIZLIK
Şu an sektörün en büyük sorunu nedir?
En büyük açığı ahlak. Bu yeni bir açık değil, yıllardır olan bir açık. Bunu kimse sadece fiziki açıdan algılamasın, kalben söylüyorum. Çok ahlaksız adam var. İnsanların hakkının yenmesini isteyen, birbirini kayıran, önceleyen, hak yiyen çok insan var bu piyasada. Birazcık vicdanlı olsak aslında çok daha iyi bir hale gelebiliriz. Öte yandan sendikanın da ana problem olduğunu düşünüyorum. Devlet tarafından tanınan bir sendikamız olmadıkça bizim sektörümüz asla profesyonel bir sektör olmayacak. Ne tavan fiyat var ne de taban fiyat. Sokaktan geçen adam istenildiği zaman dizilerde oynatılabiliyor mu, evet. Amerika'da veya yurtdışında böyle mi, hayır. Şöyle, bir şekilde görüyor, beğeniyor evet ama sonra eğitimini ve sertifikasını aldırıyor, bir sene sonra oynatabiliyor. Bizde direkt oynatabiliyor. Böyle olmamalı, bu işin bir sendikası ve resmi bir süreci olmalı. Tüm bunların da devlet tarafından tanınan bir yanı olmalı. Devlet tarafından tanınan bir sendikamız olmadıkça bu iş olmaz.
Fotoğraflar: Ece Oğultürk