Bülent Alkış: Oyunculuk sistemli bir akıl hastalığı gibi

Oyuncu Bülent Alkış: ''Bence oyunculuk sistemli bir akıl hastalığı. Kontrol edilebilir şizofreni gibi. Ama bu işe kafayı takar ve iyisini yaparsanız... Birden ortaya mısır patlağı gibi çıkmaktan bahsetmiyorum. Çünkü benim ustalarım var. evet, oyunculuk kontrollü bir hastalık. Ve bırakamazsınız, bırakamıyorsunuz. Bir çeşit bağımlılık, çok keyifli ve zevkli. Ayrıca oyunculukta birden fazla maskeniz var. Ama maskeyle gezmekten bahsetmiyorum tabii.''

Akşam Cumartesi

Yer aldığı sayısız projeyle ismini başarılı oyuncular kategorisine çoktan yazdırmış bir isim Bülent Alkış. Çemberimde Gül Oya, Arka Sokaklar, Bu Kalp Seni Unutur mu?, Filinta, İsimsizler, Uyanış: Büyük Selçuklu, Evlilik Hakkında Her Şey, Çanakkale 1915, Cep Herkülü: Naim Süleymanoğlu ve Bandırma Füze Kulübü gibi işler oyunculuk performansını sergilediği projelerden sadece bazıları. Şimdi oyunculuğuna bir de sunuculuk ekledi Alkış. 24 TV ekranlarında yayın hayatına başlayan belgesel programı Raylar Boyunca'nın sunuculuğunu üstlenen Bülent Alkış, bu programla Türkiye'de demir yollarının artmasıyla beraber demir yolu ve garın gittiği şehrin kültürel ve sosyal yapısını nasıl etkilediğini gözler önüne seriyor. Biz de bu vesile ile Bülent Alkış ile bir araya geldik. Hem yeni programını hem de oyunculuğu konuştuk.

Nasılsınız, şu ara kafanızı neler meşgul ediyor?

Yatağa girdiğimde benim ilk aklıma gelen, "Yatağa bugün ulaşabildim" oluyor. İlla başınıza bir şey gelmesine gerek yok, dünyanın da içinde bulunduğu durum size bunu söyletiyor. Sıkıntılar ve üzüntüler; insansanız zaten hissetmeniz gerekiyor bunları. Bunun neticesinde de başınızı yastığa huzurlu koyamazsınız, koymamalısınız da aynı zamanda. Bazen o uyumayan insanlar ve canlılar gibi sizin de uyumamanız gerekir. Ben bu hassasiyette yaşıyorum. Kimileri başka şekilde hemen uykuya dalıyordur, bilmiyorum, kimseyi de eleştirmiyorum. Yaşadığımız bir deprem faciası da var. Şu an o insanlar ne yapıyor? Bunu hemen unutmamalıyız. Bunun dışında iyiyim, işlerin peşindeyim... Şu an dijital platformların daha gündemde olması, majör kanallardaki yapılan işlerin değişmesi sebebiyle bazen hızlı bazen yavaş dönemdeyiz. Şu an hızlı gidiyor. Yeni bir işle anlaştım ama onlar "Kayıt" demeden biz bir şey diyemiyoruz projeyle ilgili. Bir Karadeniz dizisinde yer alacağım. Umarım seyirci de sever. Diğer mesele de tiyatro. Çocukluğumdan beri tiyatro ile uğraşıyorum ama dizi ve film yaparken tiyatro maalesef çok zor. Çünkü dizi ve filmlerde kadrolar kalabalık ve beş kişinin aynı anda tiyatro oyununun olduğunu düşünürseniz yapımcı için de zorlaşıyor durum. Bu nedenle şu an bir oyun yok ama en yakın zamanda ben de istiyorum. Teklifler de geliyor zaten.

Belgesel ile aranız nasıl? Raylar Boyunca'ya başlamanız nasıl oldu?

Çocukluğumdan beri belgesel izliyorum. Başka coğrafyalardaki insanların hem yaşayış hem de kültür yapısını, dilini, iletişimini, inancını izlemeye bayılıyorum. Bu durumda oraya gitmeseniz bile o kültürle iletişime geçmiş oluyorsunuz. Onu hissetmeye ve hayal kurmaya başlıyorsunuz. Ve daha sonra bir seyirci olarak şunu demeye başlıyorsunuz, keşke ben de gitsem, görebilsem ve çekebilsem. Eğer oyuncuysanız ve bu işe de ilgi duyuyorsanız ben de sunsam başlıyor. Sonra siz bunu izledikçe ve bundan lezzet aldıkça hayat sizi oraya hazırlıyor. Ve bir gün şöyle diyor: Bülent bu işi yapmak ister misin? Gözleriniz parlıyor bir anda ve "Evet ya ben bunu zaten istiyordum" diyorsunuz. İşte Raylar Boyunca'ya varan süreç de bu şekilde idi. Ben sunucu değilim, bu işi yapanlara saygı duyuyorum, özellikle canlı yapanlara. Sonra teklif geldiğinde ben de "Yaparım" dedim. Raylar Boyunca'dan birkaç ay önce İsviçre'de trenle yolculuk yapanları izliyordum. Tam tekliften iki hafta önce de Doğu Ekspresi biletlerine bakıyordum ve sonra bu iş geldi. Kızıma bunu söylediğimde o da bana 'çağırmışsın' dedi. Hayattan hep iyi şeyler istemek ve iyi şeyler düşünmek lâzım. Senin isteklerin doğrultusunda hayat seni buna hazırlıyor. Belki de yaşam bana bunu sunmak için birçok şeyi yaşattı.

DÜNYANIN EN GÜZEL ÜLKESİNDE YAŞIYORUZ

Raylar Boyunca'nın içeriğini ve formatını nasıl özetlersiniz?

Raylar Boyunca, Türkiye'de demir yollarının artmasıyla beraber demir yolunun ve garın gittiği şehre kültürel ve sosyal yapısını nasıl etkilediği üzerine bir proje aslında. Raylar boyunca ilerliyorsunuz, her durduğunuz gar ve istasyon o şehre ne katmış? Önceden nasılmış, şimdiye neye dönüşmüş? Bütün Türkiye'de şunu gördük. Büyük güzel garlar ve garın çevresindeki sosyal hayat... Gar lokantası, gar gazinosu, lokal, demiryolları çalışanlarının gittiği yerler, oradaki lojmanlar, lojmanların çevresinde onlara hizmet için bulunan işletmeler ve kültürel mekanlar... Anadolu'ya gittiğiniz zaman birçok şehrin çevresi gar çevresinden geliyor. Yani demiryolu bir bölgeye ulaştığı zaman oranın kültürel ve sosyal yapısını hemen etkiliyor. Buradan da çıkan malzemeler her yere gidiyor, Anadolu'ya yayılıyor, bağlayıcı oluyor. Demiryollarının böyle bir katkısı var. Fakat bu bazı yerleri rahatsız etmiş ki, yatırımı bir süre durmuş. Değeri yeni yeni fark ediliyor. Neredeyse Türkiye'deki bütün hatları gezdim. 28 günlük bir macera bu. 24'ü iş günü, 4 günü tatil. 24 günde 7 çalışanla beraber 15 şehir gezdik. Bu bir rekor diyebiliriz. Gezdiğiniz zaman anlayacaksınız bir kez daha, gerçekten dünyanın en güzel ülkesi Türkiye. Evet, dünyanın her yerinde çok güzel yerler var ama Türkiye sana neredeyse her yerden bir şey sunmuş gibi. Trende en çok dikkat ettiğim şey insanların gözleri oluyor, çünkü duyguları en çok oradan alırsınız. Ben o gözlerde hep hasret gördüm. İnsanların neler yaşadığını görmek ve hissetmek istiyorsanız biraz tren yolculuğu yapın. Aslında tren hayatın kendisi...

Oyunculuk mesleki ve teknik anlamlarının dışında sizin için ne anlam ifade ediyor?

Bence oyunculuk sistemli bir akıl hastalığı. Kontrol edilebilir bir şekilde, şizofreni gibi. Ama bu işe kafayı takar ve iyisini yaparsanız... Birden ortaya mısır patlağı gibi çıkmaktan bahsetmiyorum. Çünkü benim ustalarım var. Kontrollü bir hastalık gibi bu. Ve bırakamazsınız, bırakamıyorsunuz. Bir çeşit bağımlılık, çok keyifli ve zevkli. Oyunculukta birden fazla maskeniz var. Ama maskeyle gezmekten bahsetmiyorum tabii, yanlış anlaşılmasın.

TİYATRO ANALOG MÜZİK DİNLEMEK GİBİ

Hangi format sizi daha mutlu ediyor?

Ben zamanı iyi kullanan bütün formatları seviyorum. Biz artık çok hızlı bir çağda yaşıyoruz. Uzun uzun, sıkıcı işleri değil, hedefe hızlı giden kompakt işleri seviyorum. İçi dolu, çatışması doğru olan işleri seviyorum. Bu nedenle formatlar da birbirlerinden faydalanıyorlar. Sinema tiyatrodan mesela... Ki zaten tiyatro bütün sanat dallarını içinde barındırıyor. Bazı tiyatro eserleri film seyretmek gibi. Pandemi zamanında açılan kanallardan izledik. Ama çok çok özele gelirsek sinema formatını daha çok seviyorum. Zaman meselesini de güzel kullanıyor çünkü; bir bakış, bir an, bir müzik... Hemen sizi hedefinize ulaştırabiliyor. Hem yönetmenin hem de oyuncunun gitmek istediği yere rahatlıkla vardırıyor. Ama insanla, nefesle ve bedensel aktiviteyle yapıldığı için ve enerjisi birebir geçtiği için tiyatronun yeri bambaşka. Bu analog müzik ya da plak dinlemek gibi. Oyuncuyla aynı anda hissetmek meselesi...

SEKTÖR SEN, BEN, BİZİM OĞLAN DURUMUNDA

Peki oyunculuk sektörüyle ilgili ilk akla gelen eleştiriniz ne olur?

Bizim, işin doğru insanını bulma meselesini oturtmamız lazım. Doğru insanı bulduğunuzda onunla çalışmak gerek; onun yaşamındaki ekstremlere takılmadan. Ama biz de genelde şöyle oluyor, sen ben bizim oğlan. Aynı oyuncular, aynı isimler... Tamam sen arkadaşınla çalış ama ürettiğiniz her şey birbirine benzemeye başlıyor. Mesela komedide "Keşke biz de gülseydik" diyorsunuz. Çünkü siz o kadar arkadaşsınız ki, her şeyi koyalım, gülelim demişsiniz. Ya da drama izliyorsunuz, hep aynı insanlar. Artık yeter diyorsunuz bir süre sonra. Bunun dışında maalesef oyuncular dışarıda şımarık hadsiz, kendini bilmezmiş gibi lanse ediliyor. Tabii bunda medyanın da etkisi var. Bunu bütün sektöre genelleyemezsiniz. Öte yandan dijital platformlar ve benzeri gelişmeler birçok yetkin olmayan kişiyi de sektöre dahil etti. Çok kafası karışık oyuncular da var, yapımcılar da kanal sahipleri de... Kazandığı parayı taşıyamayacak kültürde olan insanlar çoğaldı. Biz bir dönemdeyiz ve bu da bir geçiş dönemi.

Bu sektöre girmek isteyenler hangi sorulara yanıt vererek bu yola girmeli?

İlk olarak şunu sormalılar, ünlü mü olmak istiyorum sanatçı mı? Oyuncu mu olmak istiyorum yoksa ekranda görünüp bunun üzerinden prim mi yapmak istiyorum? Önce bu sorulara cevap vermek gerekiyor. Aslında bu soruların altında şu yatıyor, özveriye hazır mıyım? Ben bu işin gerekliliklerini yapabilecek kapasitede miyim? Bundan bıkar mıyım ve ben bu işin ahlakına sahip olabilecek miyim? Yaptığımız iş size şöhreti getiriyor ama siz bunları taşımaya ve bunların gerekliliklerini yapmaya hazır mısınız? Kendinizden ne kadar ödün verebilirsiniz bir iş için? Yastığa başımı koyduğum zaman ben bu işe ne kadar emek verdim ve bu işi hakkıyla yapmaya çalıştım? Bütün bu sorulara cevap verdikten sonra bu yola çıkmak lazım. Ben bu işten ne kadar para kazanırım, beni kaç kişi tanır, bunlar soru değil. Bunlar senin yaptıktan sonra bulacağın cevaplar olur ancak.

OYUNCULUĞUN EMEKLİLİĞİ YOK

Siz kendi yolculuğunuzu nasıl tanımlıyorsunuz?

Mutluyum hatalarım oldu ama şu anlamda hata yapmadığımı biliyorum, kurgulu ve kasıtlı bir kötülüğüm olmadı kimseye. Mesleğime karşı hep saygıyla ve gereken özveriyle yaklaştım. Bunda da mütevazı olmayacağım. Benden istenilen ödevleri doğru ve zamanında yapmak için bütün gayretimi sarf ettim. Bu yönden içim çok rahat. Diğer yönden ünlü olursun olmazsın ben bunlarla ilgilenmiyorum. Ben işime ne kadar doğru yaklaşmışım ve neler yapabilmişim; çünkü bizim emekliliğimiz yok, hayatımızın kendisi bu olmuş. Yaşım ilerledikçe daha anlayışlı, daha sakin, daha huzurlu ve her şeyin bir anda değişebileceğinin farkında olarak yaşamaya başladım, bunu da sevdim. Daha iyi insan olma, daha mutlu ama başkasını da mutlu ederek mutlu olma gibi... Ben biraz daha bunların felsefesini hissediyorum ve öyle yaşıyorum. O zaman oyunculuğunuz da renklemeye, keyif vermeye başlıyor...

Fotoğraflar: Çağrı Çapık