Bu fotoğraflar kapalı kapılar ardında değil sokaklarda sergilendi

SİBEL ATEŞ YENGİN

sibel.ates@aksam.com.tr

Ecem Engin sokakları ve sokaklarda yaşayan evsizlerin fotoğraflarını çekiyor sonra da bu fotoğrafları instagram’da ya da bir galeride değil, sokaklarda sergiliyor. Burası Instagram Değil!” adını verdiği projesini konuşmak üzere buluştuğumuz Engin, “Sosyal medyada her gün yüzlerce görsele maruz kalıyoruz ve birçoğunu saniyeler içinde unutuyoruz. Fotoğraf da bu karmaşanın arasında tüketilip unutuluyor. Fotoğrafın sadece bu mecrada var olmaması, hayatın gerçek akışı içine dahil edilmesi gerekiyor” diyor. 

Seni tanıyabilir miyiz?

1989 tarihinde Edremit Balıkesir’de doğdum. Aydın Doğan Anadolu İletişim Meslek Lisesi Gazetecilik Bölümü’nün ardından Kocaeli Üniversitesi Fotoğrafçılık ve Kameramanlık Bölümü’nü bitirdim. Sonrasında Kanada’da Akademik İngilizce eğitimi aldım. Çeşitli gazete, dergi ve haber portallarında muhabir ve editör olarak çalıştım. Ardından bir süre halkla ilişkiler ve reklamla ilgilendim. Lise yıllarında başladığım fotoğrafçılığa hâlâ devam ediyorum. Bunun yanı sıra uzun yıllardır kısa öyküler yazıyorum.

‘This is not instagram’ adlı projeni anlatır mısın?

Brian O’’Doherty Beyaz Küp adlı eserinde, galeri mekânında yer alan sanat nesnesinin, bu mekândan bağımsız olmadığını hatta çoğu zaman o mekâna kimliğini de kazandırdığını söyler. Galeri mekanının zamansız ve sonsuz beyazlığı içinde kaybolan yapıt, kendi anlamını mekanın anlamında yitirir. Yani sanat yapıtını dönüştürürken kendisi de dönüşüme uğrar. 

Brian O’’Doherty’nin bu görüşünden yola çıkarak, yıllardır çektiğim sokak fotoğraflarını, bu zamansız beyazlık içinde tüketmek yerine, ait oldukları yere sokağa geri göndermek, sokaktan aldığımı yine sokağa bırakmak istedim. Sokakta yaşayan insanları, daha önce fotoğrafla ilgisi olmamış hatta fotoğrafın ne anlama geldiğini bile bilmeyen insanlarla paylaşmak, onlara anlatmak istedim. Kamusal alanda sanatla ilgisi olmayan yerel halkın desteğiyle çok katılımcılı bir proje yapmak istedim. Mekan, sanatçı ve izleyici ilişkisini kamusal alanda katılımcı ve kolektif bir pratikte sürdürmek, sanatın kapalı kapıların ardı yerine, günlük hayatın içine dahil etmek, şimdiki zamanda mekanla birlikte dönüşmesini, izleyiciyle etkileşime girmesini hedefledim. Böylelikle ‘This Is Not Instagram!’ projesi ortaya çıktı.

SOSYAL MEDYADA YÜZLERCE GÖRSELE MARUZ KALIYORUZ

Fotoğrafın sosyal medyada tüketildiğini söylüyorsun, bunu biraz açar mısın?

Sosyal medya günümüzdeki en önemli mecralardan bir tanesi. Hemen hepimiz en az bir bazen daha fazla sosyal medya hesabına sahibiz ve aktif olarak kullanıyoruz. Hayatımız sosyal medyada geçiyor. Sosyal medyada her gün yüzlerce görsele maruz kalıyoruz ve birçoğunu saniyeler içinde unutuyoruz. Fotoğraf da bu karmaşanın arasında birkaç saniyede tüketilip unutuluyor. Fotoğrafın sadece bu mecrada var olmaması, hayatın gerçek akışı içine dahil edilmesi, maddesel olarak varlığını sürdürmesi gerekiyor.

Projen için hangi mekânları seçtin?

Başlangıç olarak yıllardır kentsel dönüşümle yıpratılan fakat son yıllarda televizyonun da etkisiyle oldukça popüler hale gelmiş Balat’ın Lonca Mahallesi’ni seçtim. Bu semti tercih etmemdeki en önemli sebeplerden biri, Balat’ın kültürel dönüşümüne rağmen bunun bir parçası olamamış yerel halkla iletişim kurabilmekti. Semtte devam eden onlarca sanat aktivitesine rağmen daha önce sanatla hiç ilişki kurmamış bu insanlarla birlikte üretmek istedim. Devam eden bu sürece dahil olabileceklerini göstermek, dokuya zarar vermeden de gelişen bir akış yaratılabileceğini göstermek istedim. 

Bundan sonraki projelerin neler?

Balat bir başlangıçtı. Bundan sonraki ilk hedefim projeyi farklı şehirlerde hatta ülkelerde de sürdürmek. Sürekliliği olan bir proje haline getirmek. 

Fotoğraflarını sergilediğinde insanların tepkisi ne oldu?

İlk olarak mahallenin odak noktası diyebileceğimiz bir alanda çalışmaya başladık. Yanımızda bize yol gösteren uzun yıllardır orada yasayan bir mahalleli vardı. Bizi gören herkes ne yaptığımıza bakmak için hemen yanımıza geliyordu. Astığımız şeylerin ‘garibanların’ fotoğrafları olduğunu görenler ise ya soru soruyor ya yardım ediyordu. Bir anda çok kalabalık bir grupla ilk duvarı tamamlamış olduk. Ardından gittiğimiz her sokakta olumlu tepkilerle karşılaştık. Hatta evinin karşısına fotoğraf astığımız kadınlardan biri fotoğraftaki adamı kocasına benzetti ve kaldırın gözümün önünden diyerek bizimle şakalaştı. Biri fotoğrafların evsizler için dikkat çekmeye çalıştığını düşündüğünü söyledi. Hemen herkes çocukların yırtacağı konusunda da uyardı. Ardından başka çocukların posterleri yırtmaması için nöbetleştiklerini öğrendik.  

Bir röportajında “O’na her bir fotoğrafın nasıl ve nerede çekildiğini anlattım” demişsin, bize de fotoğraflarının hikâyesini anlatır mısın?

Fotoğraflardan bir tanesi (masanın üzerinde darbuka olan) Kırklareli’de bir mağarayı bekleyen bir adam. Bu adam çocukluk aşkıyla bu mağarada tanışmış ve kimse oraya zarar vermesin diye yıllardır gönüllü olarak bekçilik yapıyor. Bir fırının önünde yerde uzanmış adam ise, Fatih’in eski bir mahallesinde yıllardır yaşayan bir evsiz. En büyük hobisi de mahallenin sokaklarını süpürmek. Büyük bir panonun önünde bankta oturan adam ise, her gün aynı saatte aynı banka gelir ve uzun bir süre oturur. Uyuyan elektrikçi ise Kemeraltı’nda sıcaktan dolayı satış yapmayan asabilerden biridir. Bunlar ilk aklima gelenler…

Fotoğraf da fastfood gibi hızla tüketiliyor

Projenin sloganı; “Fotoğraf öldü! Yaşasın fotoğraf.” Bu sözle ne demek istediğini anlatır mısın?

Günümüzde fotoğraf, her şeyin hızla tüketildiği modern çağa ayak uydurmuş durumda. Fast food gibi fotoğraf da sosyal medyanın tekelinde hızla tüketilen bir obje haline geldi. Özellikle Instagram’ın yarattığı yeni mecralar sayesinde fotoğraf, sosyal medyanın tükettiği nesnelerden biri oldu. İnsanların birkaç saniyede tüketmesi yerine, uzun soluklu bakabileceği bir alanda fotoğraflarımı sergilemeyi tercih ettim. Bunu yaparken de oldukça etkilendiğim sanat akımlarından biri olan Dadaizm’e bir gönderme yapmak istedim. 1. Dünya Savaşı döneminde öncelikle Fransa’da başlamış ve ardından Avrupa’nın birçok noktasına hızla yayılmış Dadaizm’in sloganı ‘Sanat öldü! Yaşasın Sanat!’.