GÜLCAN TEZCAN / gulcantezcann@gmail.com
TRT 1 ekranında yayınlanmaya başlanan Gönül Dağı adlı televizyon dizisi ilk bölümünden itibaren gönülleri fethetti. Bozkırda Altmışaltı, Ah Mercimeğim gibi kitaplarıyla güçlü hikâye diline aşina olduğumuz Mustafa Çiftci’nin hikâyelerinden senaryolaştırılan Gönül Dağı, seyirciyi özlediği sarı sıcak bozkıra, haylaz çocukluk ve ilk gençlik yıllarına, Neşet Ertaş’ın türkülerine gizlenen sevdalara götürüyor. Bozkır’ın hikâyesini anlatan Mustafa Çiftci’ye Gönül Dağı’nın yolculuğunu sordum.
Gönül Dağı ilk bölümünden itibaren çok sevildi. Bu sevgiyi neye bağlıyorsunuz?
Açıklaması zor lakin bir gerçek var ki insanlar kendilerinden bir parça gördükleri işleri seviyorlar. Hani eskilerin bir benzetişi vardır; “hislerine tercüman olmak” derler. Tam da öyle olmuş herhalde ki insanlar sevdiler...
Mekân olarak Anadolu’da geçen pek çok dizi çekildi, çekiliyor bugüne kadar. Karadeniz, Ege, Güneydoğu vs. ama bozkırı anlatan olmadı yanılmıyorsam. Neden sizce?
Ancak sıra geldi herhalde. Anadolu çok zengin. Bölgeyi bırakın aynı ilde bile farklılıklar var. Her farklılık ise hikâye için münbit bir sahadır. Burada önemli olan bu farlılıkları tüketerek değil, onların devamlılığını sağlayacak işler çıkarmak, mümkünse zenginleştirerek yol almaktır.
Hikâyelerinizin sinematografik bir tarafı var. Gönül Dağı ortaya çıkarken bu nasıl bir imkân sağladı size?
İnsanların sezdiği bu imkân senaryo çalışanların da elini güçlendirdi. Bazı şeyler kendiliğinden sahnede yerini almış oldu. Bu tabi sevindirici bir durum.
Dizide isminden başlayarak sık sık Neşet Ertaş’a atıf var. Adeta karakterlerden biri gibi… Bu bir selam duruşu mu?
Buralarda Neşet Ertaş’a “Neşet Ağam” derler. Sadece bir hitap tarzı olarak değil, onu aileden biri yapmaya yeter bu ifade. Dizide yer alan mekânlar, hikâyenin gidişatı, insanların sevdalık durumları zaten Neşet Ağamsız anlatılamazdı. Bu haliyle keşke o da yaşasaydı da görseydi. Ne kadar duygulanırdı. Neler derdi kim bilir? Rahmet dileyelim bu vesileyle kendisine.
Sinemamızda taşra ve bozkır çoğunlukla kasvetli, karanlık, insanı yutan, tüketen, karanlık bir ortam gibi resmediliyor. Gönül Dağı’nı yazarken nasıl bir bozkır anlatmayı hedeflediniz?
Taşra’yı sıkıcı, karanlık anlatmak işin kolay yanı. Ayrıca taşrada sıkılanlar kimlerdir? Büyük çoğunluğu dışarıdan gelenlerdir. Onların sıkılmasını anlayabiliyoruz. Ama kendi sıkıntılarını anlatırken bunun taşra kaynaklı olmadığını, kendi alışkanlıkları ve yaşam tarzlarına uygun olmaması sebebiyle sıkıldıklarını belirtmeleri oldukça dürüst bir tavrı olur. Herkes bu kadar doğru tavır alamıyor. Sıkıntısının kaynağını taşra olarak anlatıyor. Dizideki taşra herkes gibi bir hayatın yaşandığı mekân olarak genel taşra anlatısına zıt ve sahici bir duruş sergiliyor.
Gönül Dağı hangi hikâyelerinizden beslenerek oluşturuldu?
Star Gazetesi matbu yayınına devam ettiği yıllarda her hafta hafta sonu ekinde yazdığım hikâyeler vardı. O hikâyelerden bir hayali kasaba oluşturuldu. Yani kitaba girmemiş hikâyelerden oluştu.
Gönül Dağı’nın somut hale gelmesi bu metafor nasıl oluştu?
Gönül Dağı zaten Neşet Ertaş’ın bir türküsüdür. Oradan mülhem bir bozkır havası olsun istiyorduk. Senaryoya çalışan arkadaşlar böyle düşündüler. Güzel de oldu. Aldığımız geri dönüşler ismin tam oturduğunu ve meramımıza hizmet ettiğini söylüyorlar. Bu vesileyle emeği geçenlere teşekkür ediyorum. Ayrıca Star’daki editörüm olarak hikâyeleri ilk okuyan kişi siz oldunuz, müteşekkirim...