Bosna Savaşı'nın izlerini Türkiye sildi

YELİZ COŞKUN

yeliz.coskun@aksam.com.tr

İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana Avrupa’nın tanık olduğu en büyük katliamdır ‘Srebrenitsa…’ 11 Temmuz 1995 yılında, tam 23 yıl önce Sırplar tarafından gerçekleştirilen etnik soykırımda 10 binden fazla sivil; kadın, çocuk demeden öldürüldü. Bosna Savaşı, adını tarihte kara leke olarak yazdırdı. Bu kanlı olaya çocuk yaşta tanık olan gazeteci Emine Şeceroviç Kaşlı, ‘Kurşunların Rengini Yıldızlarla Değiştirdim’ adlı ikinci kitabında Türkiye’de mülteci çocuk olmayı anlattı. 

AKŞAM’a konuşan Emine Şeceroviç Kaşlı, “Türkiye, savaşın izlerini hayatımdan silmeyi başarmamda en büyük faktör oldu. Kendi vatanımı nasıl seveceğimi bu ülkede öğrendim” diyor…

Merhaba Emine Hanım… Sizi tanımayanlarımız için biraz kendinizden söz eder misiniz?

Saraybosna’da doğdum büyüdüm. Bilindiği üzere orada okula başlayacağım cağda savaşla da tenistim. Çocukluğum savaşta geçti. Savaşın sonlarına doğru Türkiye’ye mülteci olarak gittim. Daha sonra Bosna’ya dondum ve tekrar üniversite için Türkiye’ye gittim. Gazeteciliği bitirdim ve bugün de mesleğimi yapıyorum.

Olanı biteni ilk başta nasıl algıladınız? 

İlk başta bir şey algılayabildiğimi söyleyemem. Hepsi bir film gibi geliyordu. Annemin korkacağım diye izlettirmediği savaş filmleri gibi. Ama bu dönem çok uzun sürmedi. Küçük de olsanız savaş sizi hızlıca olgunlaştırıyor. Bugün geriye baktığımda kızgınım. Özellikle batı dünyasına kızgınım. Savaşı durdurmamak için parmağını kıpırdatmayan o “dünya güçlerine” kızgınım.

MERMİLER OYUNCAk OLDU

Bombaların altında çocukluk olmak nasıl bir durum?

Yaşamayı unuttum. Ancak çocuk olmayı unutmadım. Sek sek oynamadım ya da ip atlamadım ama mermileri toplayarak oyunlar kurduk. Ya da bomba parçalarını... Yani bir tarafınız olgunlaşsa da, diğer bir taraf yine çocuk kalıyor. 

İçinde bulunduğunuz kaosu aileniz size nasıl anlatıyordu? Ağabeyiniz de şehit oldu…

Evet, en büyük abim 18 yaşındayken şehit oldu. Bombaların düşmediği gün yoktu. Evimiz de yıkıldı. Gerçekleri örtmeye çok uğraşmadılar ama içimdeki inancımı ayakta tutmak için çok uğraştılar. İnsan bir tek Allah’a sığınabiliyor. Dolayısıyla savaş gibi bir durumda önemli olan imanı kaybetmemek. İnanç sayesinde de ayakta kaldık.

Srebrenitsa Katliamı’nın üstünden 23 yıl geçti. Hatta temmuz ayında da 24 yıl geride kalmış olacak. Yıldönümlerinde neler hissediyorsunuz?

Srebrenitsa tüm acıların içinde ayrı bir acıdır. Bugün bir yabancıya Bosna’da olup bitenleri 5 gün anlatacağınıza, Srebrenitsa Şehitliği’ne götürmeniz daha çok şey anlatır. Oradaki o mezar taşları öyle acı bir hikâye anlatıyor ki... Kendi kayıplarımızın yanında Srebrenitsa hepimizin ortak acısıdır. Yıldönümlerinde görüntüleri izlemek zaten çok zordur. Mars Mira yürüyüşüne katıldığınızda oradaki güzergâhta her ağaçta yaprakların sallanması size bir çığlık gibi gelir. 

KURŞUNDAKİ RENKLER GÖZÜNÜZE ÇARPIYOR

‘Kurşunların da rengi var’ kitabınızda savaş dönemini kaleme almıştınız. Kitabın isminin hikâyesini anlatır mısınız?

Çocuk olarak kurşunların öldürebilme ihtimalini düşünmüyorsunuz. Daha doğrusu, ilk olarak o gelmiyor aklınıza. Kurşunların üzerinde, mermilerde küçük yuvarlaklar vardı, onların çeşit çeşit renkleri vardı. İlk önce o renkler çocuğun gözüne çarpıyor. Kitabın ismi aslında kısacası çocuğun savaşta bile her şeye çocuk gözüyle, masumca bakabildiğini ifade ediyor.

‘Kurşunların Rengini Yıldızlarla Değiştirdim’ isimli ikinci kitabınızdan bahseder misiniz?

İlk kitabın üstünden 6 yıl geçti. Özellikle son iki yılda yaşanılan mülteci olaylarına bakarak bu hikâyeyi yazma gereği duydum. Bir de, ilk kitabi okuyanlardan bana ulaşan herkes kitabın devamını soruyordu. Bu iki sebep birleşti ve yazmaya karar verdim. Ama öncelikle mülteci sorununun dünyanın her tarafında farklı farklı şekillerde yansıtılması başlangıç noktamdı. Türkiye bugün çok büyük bir insanlık dersi veriyor. Bu kadar mülteciyi kabul etmek çok zordur. Mültecilerden olan rahatsızlık nefrete, ırkçılığa dönüşmeye başladı. Oysa Türkiye her zaman yaptığını yapıyor. Nerede mazlum varsa, kimin yardıma ihtiyacı varsa, ona elini uzatıyor.  

TÜRKİYE ELİMDEN TUTTU

Türkiye’nin hayatınızdaki önemi ve yeri nedir?

Türkiye benim ikinci vatanımdır. En çok ihtiyacım olduğu dönemde elimden tutanımdır. Savaşın izlerini hayatımda tamamen olmasa da, ama bir nevi olsa da silmeyi başarmamda en büyük faktördür. Diğer tarafta vatan, bayrak, millet nasıl sevilir öğretenimdir. Kendi vatanımı nasıl seveceğimi Türkiye’de öğrendim. Vatanım için nasıl mücadele etmem gerektiğini de Türkiye’de öğrendim.

Peki, Bosna bugün nasıl bir yer? 

Hâlâ karışık, sistemi zor ama çok çok güzel bir ülke. Ve en önemlisi, Bosna artık acınası bir ülke değil, Boşnak halkı ağlanası bir halk değil. Gelin, doğal güzelliklerimizi görün, gezin, dağlarımızda kayak yapın, nehirlerimizde rafting yapın, köftelerimizi böreklerimizi tadın. Ama bir de yatırım gözüyle bakın. Bosna’nın şu an en çok ihtiyacı olan şey yatırımdır, iş alanlarıdır.

Mülteci olmayı çocuklar seçmiyor

‘Mültecilik tercih değil, zorunluluktur’ diyorsunuz. Hiç bilmediğiniz bir yerde ‘mülteci’ olmak nasıl bir duygu?

Mülteci olmayı kimse seve seve tercih etmez. İnsan yıkık evinde bile yaşamayı ister ama mülteci olmayı istemez. Ancak bazen de zorunlu olarak onu seçiyorsunuz. Savaşı durdurmak için de kimsenin bir şey yapmadığını görürsünüz. Zorunlu olarak da gidersiniz. Düne kadar çok güzel bir hayatınız olmuş olabilir ama sonra savaşta her şeyinizi kaybediyorsunuz, mültecilikte de yardıma muhtaç kalıyorsunuz. Özellikle de çocuklar. Hiçbir suçları yok, hem çocukluk dönemlerini savaşta geçirdiler, hem de yabancı bir ülkede mülteci olarak yaşıyorlar. Hiçbiri onların tercihi değildir. Onların tek ihtiyacı olan anlayış ve sevgidir. Ben çoğu zaman bombalar altında olan vatanıma dönmek istiyordum çünkü yabancılık çekiyordum, mülteci olmayı istemiyordum, insanların bana farklı bakmalarını, yardım getirmelerini istemiyordum.

SURİYE VE GAZZE ACIMI YÜZÜME VURUYOR

8 yıldır da Suriye’de sivillerin öldürüldüğü bir savaş sürüyor. Oradaki çocukları gördükçe ne hissediyorsunuz? 

Suriye savaşı yahut Gazze veya Myanmar... Yani nerede bir benzeri acı varsa benim çaresizliğimi yüzüme vuruyor. İnsan diyor ki aynisini yaşadım, yârdim bekledim simdi onlar yardım bekliyor, bir şey yapmam lazım... Ama eliniz kolunuz bağlı, bir tweet yazmaktan öteye geçemiyorsunuz. Yardım toplamak, göndermek belki bir nevi bir şeydir ama savaşı durdurmak için elden hiçbir şeyin gelmemesi öfkelendiriyor. Bosna’dan ders aldık diyen bütün Batı dünyası bugün yine ayni sus pus rollerinde takılıyor. 

ÖLDÜRÜLMEYE ALIŞTIK

Yine insan Allah’a sığınıyor, dua ediyor. Çünkü bizlere de edilen dualar moral oluyordu. İnancımıza güç katıyordu. Yazarak, konuşarak insan oradaki mazlumların sesi olmaya çalışıyor. Çünkü öyle bir hale geldik ki 3-5 kişinin katledilmesi haber bile olmuyor artık. Öldürülmeye alıştırıldık. Normalleştiriliyor. Bu açıdan Türkiye’nin, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın her zaman mazlumlar için her yerde konuşuyor olması büyük önem taşıyor.