Bölücü taleplere bel bağlamayan renkli topluluk: Çingeneler

''Hakim kültürden siyasal bir talebi olmayan, sosyal- toplumsal sorunlarına çözüm arayan Çingeneler, bölücü taleplere bel bağlamak yerine ülkeye entegrasyon yönünde ciddi gayret sarf ediyor.''

GÜLCAN TEZCAN / gulcantezcann@gmail.com

Etnik kimlik ve milliyetçilik konusundaki çalışmaları ile tanınan Prof. Dr. Ahmet Baran Dural, sekiz yıllık titiz bir çalışmanın sonucu olan Çingenelerin Sosyal ve Toplumsal Sorunları: "Mahcup Red Notaları" adlı kitabında Çingenelere yönelik ezberleri bozmakla kalmıyor bu renkli topluluğun hakim kültüre entegre olurken yaşadığı sorunlara da çözümler öneriyor.

Ülkemizdeki çingeneler üzerine yapılmış önemli bir akademik çalışma Mahcup Red Notaları. Siz bu çalışmaya nasıl dahil oldunuz?

Çingenelerin Sosyal ve Toplumsal Sorunları: "Mahcup Red Notaları", sekiz yıl süren niteliksel bir araştırma kitabı. Her şey 2012-2013 eğitim öğretim yılında, Bandırma odaklı özgün bir proje olarak başlatılan ve Çingene gençlerinin eğitimlerine katkı sağlarken, katılımcı gençlerin en başarılı sayıldıkları müzik alanının, itici güç olarak kullanıldığı, "Sevginin Ritmi" projesine, danışman Harun Karacan'ın çağrısı üzerine katılmamla başladı. Milliyetçilik- etnik kimlikler üzerinde çalışmama rağmen, bu döneme dek "Çingene sorunu"na kafa yormamıştım. Projenin danışmanı Karacan'ın ani vefatı, Çingenelerin güncel- toplumsal sorunlarına ilişkin algımı keskinleştirdi. Aynı konuda çalışmalarda bulunan Bahriye Eseler ve Eren Topuz ile iletişim kurdum ve ekip halinde bu konuyu ele almaya başladık.

Kitap için kullandığınız başlık çok manidar. Bu ismin bir hikâyesi var mı?

Başlık Çingene kökenli yurttaşların "ötekileştirilme"ye karşı verdikleri mücadelenin niteliğini ortaya koymak için bilinçli olarak seçildi. Yaşadıkları her ülkede olduğu gibi Türkiye'de de Çingene kökenliler maalesef en "istenmeyen/ sevilmeyen" grupların başında geliyor. Bu da onları kesif bir hegemonik baskı altında tutuyor. Üstelik Çingenelere yönelik olumsuz algı eşiği, sözlüklerde bile kendisini gösteriyor. Örneğin Milli Eğitim Bakanlığı ile TDK'nca neşredilen sözlüklerde, hırsızlık ve fuhuş yapma, zinaya meyil Çingene kökenlilerin ahlakının düşüklüğünü tanımlamak için seçilen başat sıfatlar arasında gösteriliyor. Ötüken Türkçe Sözlükte ve daha sonra Osmanlıca Türkçe Sözlüğü'nde, "arsız, yüzsüz, hoyrat, cimri" şeklinde tanımlanan Çingeneler, tarif edilmekten ziyade bütün kötülüklerin müsebbibi gibi gösterilir olmuş. Çingenelerin, "Kavgacı, aile yaşantısından uzak, vurguncu, gaspçı, yüzsüz, fuhşa meyilli" olarak nitelendirildiği, "Türkiye Çingeneleri" kitabıysa, olumsuz Çingene imajına, dönemin Kültür Bakanlığı'nca eklenmiş, "naçizane" bir katkı olarak dikkati çekiyor.

Tüm bu olumsuz yakıştırmalara rağmen, Çingene toplumunun kesif bir çaresizliğe gömüldüğünden söz edilemez. Tam tersine Çingenelerin kendilerine en güvendikleri liman olan, müzik sahasını kullanarak naif bir mücadele yürüttükleri gözden kaçmıyor. Çingeneler neredeyse doğumlarından itibaren Çingene müziğiyle tanışıp, onunla büyüyor. Topluluğun içinde eğitim yoluyla dikey hareketliliği yükseltmek hayli zor, hatta imkânsız olarak algılandığından, Çingene gençler, doğuştan sahip olduklarına inandıkları, ritim" silahına tutunarak, çalgıcılık yeteneklerini keskinleştirmeye çalışıyor.

Çingene müziği ikinci düzlemde topluluğun fikirlerini, düş kırıklıklarını, beklentileri ve tepkiselliklerini ortaya dökme aracına dönüşüyor. Hatta siyasal anlamda önemli bir politik örgütlenme sergileyemeyen Çingenelerin, gayrı- resmi ideolojisinin dışavurum biçimi halini alıyor. Dolayısıyla 9/8'in tartışılmaz büyüsü eşliğinde Çingene müziği, hâkim üst kültürden kopmak için değil onunla bütünleşebilmek için Çingene topluluğunun naif başkaldırısını oluşturuyor.

Çingeneler hakkında toplum olarak ne biliyoruz? Bu anlamda tezinizin doğruladığı ve yalanladığı bilgiler neler?

Sadece Türkiye'de değil tüm dünyada Çingenelerle ilgili bilinenler kalıplaşmış önyargılara dayanıyor. Örneğin Semavi dinlerin bildirdiği kutsal metinlerde Çingene toplumuna yönelik herhangi bir eleştiri görmek mümkün değildir. Ancak örf- anane söylemi işin içine girince gerçekten uzaklaşılıyor. Hz. İsa'nın çarmıha gerilişinde kullanılan çivilerin üretiminden, Hz. İbrahim'in odunlarını tutuşturan iki kardeşin Çingenelerin ilk ataları olduğuna değin, tamamen önyargı ve sorumsuzlukla türetilen boş söylenceler, her çağda kendi zayıflıklarını ve utançlarını başkalarının üzerine yansıtmaya çalışan toplumlara,"iç- huzur" sağlarken, Çingenelere ise taşıması ağır bir yük miras bırakmıştır. Bu yanlış inançlarla beslenen kamuoyu Çingenelere yönelik haksız eleştirileri toplumsal yaşama da taşıyor.

Oysa Çingene hareketliliği kavimler göçünün bir sonucudur. Hindistan kökenli olan Çingeneler, İran üzerinden geçerek Anadolu'ya gelmişlerdir. Bizans tarihçileri Çingene kökenlilerin seyislik, at biniciliği, silah yapımı ustası olarak Bizans sarayında görüldüğü ilk tarihi 9. yüzyıl olarak verirler. Anadolu'dan sonra iki kola ayrılan Çingene hareketliliğinin bir kolu Afganistan- Kafkasya üzerine diğeriyse Mısır'a uzanmıştır. Çingeneler daha sonra İspanya, İngiltere'ye dek gruplar halinde göç etmişlerdir. Buna göre ne Hz İsa ne İbrahim ne de Nuh Peygamber döneminde oluşan felaketlerde Çingene parmağı aramanın akılla, mantıkla bağdaşan bir yönü yoktur.

Bu sebeplerden ötürü kimi Çingene kanaat önderleri, Çingene (İngilizce gypsy) kelimesinin getirdiği olumsuz yakıştırmadan kurtulmak için "Roma/Roman" kelimesinin kullanılmasını önermektedir. Hem dünyada hem de özellikle Türkiye'de Çingenelerin tamamını kapsamaktan uzak kalan, "Roman" kelimesinin kabulü, Çingene önderliğinin ağırlıklı kesiminin, Çingenelere yönelik olumsuz türetme/ boş inançlarla mücadele etme yerine, kendi tarihsel kimliklerinden kaçarak, görece daha "temiz" bir kimlik altında toplaşma kolaycılığına yattıklarını gösteriyor.

Sizce onlar hakkında neden bu kadar önyargı var?

Fark ettiyseniz sorularınıza bilinçli olarak "Çingene sorunu" kavramını kullanarak yanıt veriyorum. Aslında bu tanım, Nazilerin "Yahudi sorunu" kavramını çağrıştırdığı için tarafımca biraz da konunun altını kanırtmak için kullanılıyor. Zira ben "Çingene sorunu"nu, daha çok, Çingene kökenli yurttaşlarımıza ilişkin biz Türklerin/ hakim kültür paydaşlarının kafasındaki, olumsuz toplumsal hafıza ve orada yerleşmiş kuruntuları işaret etmek için kullanıyorum.

Buna karşın olayın bir de Çingeneler tarafından okunuşu var. Zira bu önyargılar, Çingene kökenli yurttaşlarımızın kafasında, "Bizden adam olmaz. Bizim okullarımızdan değerli insan çıkmaz. Böyle gelmiş böyle gidecek." tipi "öğrenilmiş çaresizlik" algısının yaratılmasına sebep oluyor. Oysa kitap boyunca karşılaşılan pekçok örnek eğitimden toplumsal uyuma, devletin ritüellerine saygıdan başarıya duyulan özleme Çingene gençliğinin ülkedeki diğer etnik gruplardan hiç de aşağı kalmadıklarını ve fırsat eşitliği tanındığında Çingene gençliğinin yoksulluk- yoksunluk sarmalından rahatlıkla sıyrılabildiklerini ortaya koymaktadır. Dolayısıyla Çingene toplumunun geleneksel liderleri olan "çeribaşları" artık yerlerini ne istediğini bilen güçlü STK önderlerine bırakıyor.

Çingeneler konar- göçer bir topluluk. Buna rağmen Türkiye'de küçük bir Çingene grubu dışında Çingene nüfusun büyük bir kısmının yerleşik olduğu görülüyor. Burada sorun yerleşiklik değil Çingene topluluğunun içine gömüldükleri yoksulluk- yoksunluk sarmalından kurtarılması ve Çingene gençliğinin kalıcı resmi, kadrolu- iş güvenliğinden ve sosyal devletin kazanımlarından yararlanarak yaşamalarının sağlanmasıdır. Çingene kimliğinin üst- kültürce hem kuşatılma hem de Çingenelerin kuşatmayı yarma çabası olarak karma okul- Çingene okulu ayrımı önemlidir. Çingene okullarında kendi kültürel değerleri çerçevesinde alt- kültürel koruma duvarlarına sahip olan Çingene gençliği, mahallenin dışında tamamıyla savunmasız, tepkisel hatta suça ve kavgaya yönelik bir ruh hali içerisinden yetişmesine karşın, karma okullarda diğerleriyle makası kapama, herhangi bir dalda uzmanlaşarak başarılı olma fırsatı kendisini hissettiriyor.

Çingenelerin sorunlarının çözümü noktasında devletten ve kurumlardan beklentileri neler?

Öncelikle seslerini duyurmak ve ilgi bekliyorlar. Siyasilerin sadece seçim zamanında değil, normal günlerde de önderlerine kapıyı açık tutmalarını, karşılıklı kurumsal bir ilişkinin yaratılmasını arzuluyorlar. Dernekler dolayımıyla yerel yönetimlerde aktif olmaya çalışan Çingeneler, istek ya da şikâyetlerini sivil toplum üzerinden iletmeyi hedefliyorlar.

Özellikle kentsel dönüşüm projelerinde seslerini duyurabilecek merci bulamamaktan yakınan Çingeneler, TOKİ tarafından yürütülen, mahallelerini de kapsayan dev yeniden yapılandırma programlarının kendileri için "yıkım anlamına" geldiğinden dert yanıyor. TOKİ projelerinde önerilen apartman yaşamının kendi koşullarına uygun olmadığına savunan Çingeneler, zaten bin bir zorlukla yerleştikleri mahallelerine yabancılaştıklarını belirtiyorlar. Eskiden metropollerin kıyısına düşen Çingene mahalleleri bugün anakentlerin devasa büyümesi karşısında şehrin tam göbeğinde yer alıyor. Sulukule, Bayrampaşa, Tarlabaşı'ndaki mahalleler, buraların birer rant kapısı haline gelmesinden dolayı dağıtıldı. Görünen o ki yakında Selamsız da bundan nasibini alacak. Zira ne şu andaki iktidar bloğu ne de olası bir değişiklikte yönetime gelmesi konuşulan ve şu anda muhalefette olan blok, kendilerine yakın iş çevrelerinin ranttan pay kapma çığlıklarına kulaklarını kapatabiliyor. Bu yüzden Çingenelerin yerlerinden sürülmeleri değil bulundukları bölgelerde bırakılarak ıslahı hem iktidar hem de muhalefetin kararlılıkla uzlaştıkları bir çözüm olmalıdır.

Hatta bu konuda Çingene mahallerinin, turistik bölgelere dönüştürülmesi de uygun olabilir. Bildiğiniz gibi ABD ve Avrupa'nın pekçok bölgelerinde Çin mahalleleri, Yahudi mahalleleri vardır. Bu mahalleler o şehrin kültürel yapısında etnik dayanışmayı ve barışı sergiler. Bunun Türkiye'deki karşılığı Çingene mahalleleridir. Yerel yönetimler oluşturacakları Çingene mahallelerinde Çingenelere becerilerini ortaya koyma fırsatı tanıyabilirler.

AK Parti'nin bir dönem heyecanla karşılanan Çingene açılımı çözüm noktasında bir farkındalık oluşturmuş mu?

Planlı bir araştırma, uzun yıllardır TBMM'de Çingene kökenlilerin yer aldığını ama bunların önemli bir kesiminin Çingene olduklarını sakladıklarını açığa çıkaracaktır. Bugün yeni olan AK Parti ve CHP'den birer Çingene kökenli ve Rom grubu temsilcisi milletvekilinin, TBMM'de kimliklerini gizleme gereği duymadan mücadele ediyor olmasıdır ki bu bile başlı başına bir "farkındalık eşiği" oluşturmaktadır. AK Parti'nin Roman açılımı, hiç kuşkusuz Çingene sorununun görünür kılınmasında önemli bir farkındalık oluşturdu. Ancak tüm Çingeneleri ülkeyle bütünleştirmek kaygısıyla başlatılan açılım sadece Romanları kapsamak gibi şansızlıkla sonuçlandı.

Tüm Çingene gruplarına hitap etmediği ve Roman olarak çağrılmayı reddeden Çingene siyasal örgütlülüğünün itirazı sebebiyle bir süre akamete uğrayan açılımın, ikinci ayağı hükümet tarafından resmen açılmaktadır. Türkiye, tüm Çingene gruplarından oluşan yaklaşık 500- 800 bin Çingene kökenli yurttaşımızı sınırlarında barındırmasından ötürü, türünün tek örneğidir. Türkiye dünyada Rom, Dom, Lom ve konar göçerleri yani bilinen tüm Çingene çeşitliliğine sahip tek ülkedir. Bu çeşitlilik ne anavatanları Hindistan ne de ikinci vatanları olan Mısır'da görülmez. Dolayısıyla Roman açılımının ikinci ayağına diğer Çingene gruplarını da içerecek şekilde "Çingene açılımı" başlığı altında yaklaşılması önemlidir. Kimliklerden kaçmak ya da yeni isimler önermek sorunlara kalıcı çözüm sağlamaz. Bu ülkede Çingeneler başta olmak üzere hiçbir etnik grubun varlığını utanmadan ifade edebilmesi, kimliğini gizlemeden topluma karışabilmesi gerekiyor. Çingene sorunu bu konuda önemli bir eşik. Zira hakim kültürden siyasal bir talebi olmayan, sosyal- toplumsal sorunlarına çözüm arayan Çingene yığınlar, bölücü taleplere bel bağlamak yerine ülkeye entegrasyon yönünde ciddi gayret sarf ediyor. Açıkçası Türkiye'nin siyasal anlamda ciddi talepleri bulunmayan bu etnik grubun sorunlarını çözmeden, önünde dağ gibi biriken etnik sorunların hiçbirine cevap verebileceğini zannetmiyorum.