Bir zihniyet sorunumuz var! Hikayemizi anlatarak iyileşebiliriz

Türkiye'nin Örtülü Gerçeği araştırması ile yasakları tarihe kayıt düşen Hazar Derneği Onursal Başkanı Ayla Kerimoğlu: Kamuda yasağın kalktığını düşünüyorum. Fakat hâlâ toplumun belli kesimlerinde başörtülülere nefretle yaklaşan, aşağılayan, iş vermeyen ya da yükselmesine engel olanlar var. Yani bir zihniyet sorunumuz var.

GÜLCAN TEZCAN / gulcantezcann@gmail.com

Fransa'da ve Hindistan'da yakın zamanda yaşanmaya başlayan başörtülü kadınlara yönelik ayrımcılığın bir benzerini ülkemizde 25 yıl önce tecrübe etmiştik. 28 Şubat Postmodern darbesi, özellikle dindar kadınlar yönelik hukuksuz yasaklarla binlerce genç insanın eğitim ve çalışma hayatını, hayallerini gasp etmişti. Askeri vesayet son bulsa ve yasaklar bitmiş görünse de zihinsel bariyerler yerli yerinde duruyor. Avukat Serpil Balat, Hazar Derneği Onursal Başkanı Ayla Kerimoğlu ve iletişim uzmanı Özlem Coşan'la o bariyerleri konuştuk.

28 Şubat bin yıl sürecek denildi, bitti bakın rahatsınız, bırakın bu mağdur edebiyatını diyenler var. Bir yandan bunun böyle olmadığı ile ilgili yapılan çeşitli araştırmalar sözkonusu. Hazar Derneği'nin yaptığı Örtülü Gerçek vs gibi. Yasağı farklı dönemlerde tecrübe etmiş ve yasağa rağmen var olma mücadelesi vermiş isimler olarak hepinize sormak istiyorum gerçekten bu yasak bitti mi? Zihinsel bariyerler olduğu yerde duruyor mu?

Serpil Balat: 28 Şubat döneminde bu yasakların hukuki dayanağı yoktu. Keyfi uygulamalarla senelerce yasaklı hale geldik. Birçok hakkımız, özgürlüğümüz askıya alındı. Şimdi serbest deniyor ama yine yasal dayanakla bu durum serbest hale gelmedi. Tamam, hak ve özgürlükler, inanç özgürlüğü, kadına karşı ayrımcılık yapılmayacağı Anayasal güvence altında ama bunlar birtakım yorumlarla çok rahat tekrar yasak haline gelebilir.

Neden geri gelebilir bu yasaklar?

S.Balat: Yasal olarak bu sorun çözülmüş değil. Pek çok yasak vardı ama özellikle devlet eliyle kadına yönelik ayrımcılık şiddet boyutundaydı. Bunun tekrar olmayacağının hiçbir garantisi yok.

Zihinsel bariyerler yerli yerinde durduğu için mi?

S.Balat: 28 Şubat kutuplaşmayı başlatan bir süreç oldu. Dolayısıyla artarak devam ediyor bu kutuplaşma. Başörtülü, başörtüsüz kadın ayrımı, ötekileştirmesi Cumhuriyet tarihi boyunca vardı ama en bariz olarak 28 Şubat ürünüdür.

Ayla Kerimoğlu: Kamuda yasağın kalktığını düşünüyorum. Fakat hâlâ toplumun belli kesimlerinde başörtülülere nefretle yaklaşan, aşağılayan, iş vermeyen ya da yükselmesine engel olanlar var. Yani bir zihniyet sorunumuz var. Türkiye'nin bazı şirketlerinde başörtülülerin iş başvurusu yapması bile düşünülebilecek bir şey değil. Hâlâ bir zihniyet sorunu olduğunun en açık ifadelerinden bir tanesi geçenlerde Fikri Sağlar "Türbanlı hakim karşısına gittiğimde adaleti savunacağı konusunda kuşkum var" demişti. Bu insanların bunca yaşanmış olaydan sonra bile zihinlerinde bu yasağı meşrulaştıran bir takım argümanları taşıdığını, bunu deklere ettiğini, yeniden bunun olmasını istediğini de fark edebiliyoruz. Türkiyeraporu.com isimli bir internet sitesi var Ara ara başörtüsü ile ilgili bir çalışmada yapıyor. Bu çalışmaların yapılıyor olması da burada bir sorun olduğunu gösteriyor. İnsan durup dururken başörtüsü ile ilgili bir çalışma yapar mı? Sorun varsa onu gündeme alacaktır. O araştırmada katılımcıların yüzde 92'si kadınların başörtüsü takmasını bir sorun olarak görmediklerini söylüyor. Ama mesela AK Partililerin yüzde 82'si ve CHP'lilerin yüzde 76'sı dindar kadının yönetici olabileceğini düşünmüş. Yüzde 100 bir özgürlük alanından söz etmiyoruz demektir bu. Yine katılan kadınların yüzde 31'i "İktidar değişirse benim hayat tarzım tehlikeye girebilir. Başörtümü takamayabilirim" endişesi taşıyor. Her üç kadından biri bu kaygıyı duyuyor. Çok yüksek bir oran bence. Türkiye'nin Örtülü Gerçeği çalışmasını ilk 2007 yılında yapmıştık. O döneme kadar son derece yoğun bir yasak vardı ve Türkiye'nin bu dönemine ışık tutan tek araştırmaydı. Geleceği bir belge bıraktık. Şimdi ikincisini yapıyoruz Biz şimdi belli yaşa geldik fakat gençler dediler ki "Biz iş başvurularında sorun yaşıyoruz, sokakta hakarete uğruyoruz ya da yükselirken kariyerimde sorun yaşıyorum. Üniversitedeki hocam beni itip kakıyor, beni aşağılıyor." Gelen verilere baktım benim umduğumun çok üstünde yaşanmış mağduriyet ve ayrımcılıklar var.

Yani hiçbir şey göründüğü gibi değil

A.Kerimoğlu: Değil. Bu da şunu gösteriyor. Üç kadından bir tanesi endişe ediyor. Bunun da reel bir zemini olduğunu bu çalışma bize göstermiş oluyor. Bu çalışmada başörtülülere yönelik nefret ve ötekileştirmenin devam ettiğini gördüm. Ötekileştirme iş bulmada zorluk, mezun olduğu alanda çalışamama, cam tavan gibi sendromlar şeklinde yaşanıyor. Kadınlar zaten bunu yaşıyor denilebilir ama artık sosyolojide çoklu mağduriyetler diye bir kavram var.

Siz kadın olarak bir mağduriyet yaşarken başörtülü kadın olarak ikincil bir mağduriyeti de yaşıyorsunuz. Bütün bunlar bize ciddi bir zihniyet sorunu olduğunu, bu sorunun pratikteki pek çok alana yansıdığını gösteriyor. Türkiye'nin Örtülü Gerçeği 1'i yaparken "Ne olacak kadın okumasın ya da çalışmasın" diyorlardı. Zannediliyordu ki başörtülü kadın evine geldiğinde sorun çözülüyor. Halbuki kadın çocuğunun okuluna törene gidemiyor, askerdeki okulunu ziyaret edemiyor. Kocasının yanında olamıyor. Mağduriyet alanı kadının hayatını o kadar fazla kuşatmıştı ki diğerlerinin bunu görmüyor olması kadınların bunu yaşamadığını göstermiyordu. Aynı şekilde bugün zihniyete dayalı olarak görünmeyen bir mağduriyet devam ediyor. Peki bu zihniyetin yarın öbür gün nerelere ulaşacağına dair bir endişe taşımalı mıyız? Eğer sorun zihniyet ise taşımalıyız. Bir yasal düzenlemenin önleyici tedbir olacağından çok emin değilim. Bugün getireceğimiz yasa bizi rahatlatabilir ama bu zihniyet var olduğu sürece yasağın yeniden düzenlenmesi çok da zor değil.

Özlem Coşan: 28 Şubat'ta bir hayat terziliği yapılıyordu. Kadın kendini ifade etmek, hayat standartları oluşturmak ve hayatta kalmak istiyorsa kendi istekleri doğrultusunda değil onların belirlediği normlar üzerinden bir görüntüye sahip olmak, prezentabl olmak ve o kıyafet kodlarına uymak zorundaydı. Okula girerken, iş hayatında bunlar dayatıldı. Örtülü gerçeğimizle 28 Şubat sürecinde tanıştık. Çok cins kafaların hayallerinden vazgeçip hayatları boyunca okul özlemi ile yaşadıklarını biliyorum. Biz okuyabildik ama o dönemlerde hakim, doktor olmak isteyen, yurtdışına gitme imkanı bulamayan, aile çevresi izin vermediğinden gidemeyip evlilik yapmayı kendine çıkar yol olarak gören, 28 Şubat'ı bir gün olarak bile anmak istemeyen arkadaşlarım var. Hayatımızın direkt merkezini etkileyen bir süreç olarak gördük biz bunu. Öte yandan yurtdışına gidebilen kızlar okudular ama döndüklerinde iş bulamadılar. Şu an için 28 Şubat'ın etkileri kesinlikle devam ediyor. Özel sektörde çalışan biri olarak bu süreçte bir takım noktalara başvuramayacağımı biliyorum. Cam tavan etkisi ile oraya yaklaşmıyorum. Beklentiye girmiyorum. Bu yüzden fırsat eşitsizliğinin üzerinde durulması gereken bir nokta olduğunu düşünüyorum.

Peki 28 Şubat'ta neyin mücadelesi verildi?

S.Balat: Herkesin mücadele saiki farklıydı diye düşünüyorum. Kimi insan hakları ve özgürlükler açısından baktı, kimi anne babasına ya da devlete muhalefet için yaptı. Eğer tamamen inancımızın gereği olsaydı şimdi o mücadeleyi veren kişiler başörtüsünü atarlar mıydı?

A.Kerimoğlu: Ben serpil'den farklı düşünüyorum. İlk ve en önemli saikimiz dini argümanlardı. Başörtüsü meselesi dinin emridir söylemi çok öne çıkınca bir ara şu tartışıldı; bunu yasaklamak isteyenler zaten inanç hassasiyeti olan insanlar değil. Bunu insan hakları konsepti içerisinde mi dile getirsek. O dönem insan hakları bizim için yaralı bir kavramdı, yeterli değildi. Başörtüsü ile ilgili sahaya çıktıkça, farklı düşüncelerle çarpıştıkça devlet nedir, insan nedir, kişi hak ve hürriyetleri nereye tekabül eder, dini özgürlükler gibi konuları gündemimize aldık. Siyaset bilimi ve sosyolojinin konularını işin içerisinde yaşayarak öğrendik. İşte o zaman "Devlet bunu bana nasıl yapabilir"i sorgulamaya başlıyorsun.

Türkiye'nin Örtülü Gerçeği gibi çalışmalar başörtülü kadınlara ilişkin zihinsel bariyerlerin yerli yerinde olduğunu gösteriyor. Siz ne dersiniz?

26 yaşında genç bir kadın olarak ben 28 Şubat'ı yaşayan nesilden farklı bir Türkiye'ye doğdum. Yasakların kalktığı 2013 tarihinden sonra üniversite okudum. Ama bu soruya 4-5 sene önce bile bu rahatlıkta cevap verebilir miydim diye düşünüyorum. Yıllar geçse de Türkiye'de başörtüsü konusunda değişmeyen bir fenomen var: konuş(a)mamak. Başta başörtülü kadınlar uğradığı ayrımcılığı, yaşadığı travmatik olayları anlatacak, hikayesini paylaşacak uygun bir zemin bulamıyor. Ayrımcılığa dair konuşan veya konuşmak isteyen kişiye başörtüsü serbestisi ile edinilen eğitim, çalışma gibi temel haklar gösterilerek "daha ne istiyorsun?" sorusu yöneltiliyor. Kamusal alanda konuşulmasa da ayrımcılık, başörtülü kadınların kendi gündemlerinde önemli bir yer kaplıyor. Bireysel olarak maruz kaldıkları ayrımcılık tecrübesi bir yana, çevrelerinden de başörtüsü yüzünden işe alınmayan, öğretmeninden psikolojik şiddet gören, girdiği restorandan atılan vb. kişilerin hikayelerini duyuyor, dinliyorlar. Bugünkü sorunun ana kaynaklarından birisinin bu iletişimsizlik olduğunu düşünüyorum. Türkiye'nin Örtülü Gerçeği II Projesi'ni de bir diyalog zemini oluşturmak, konuşmak, ve anlaş(ıl)mak amacıyla başlattık diyebilirim. Araştırmada başörtülü kadınlara çevrimiçi bir anket üzerinden 2013 ve sonrası tecrübe ettikleri farklı durumlardaki ayrımcılığın sıklıklarını sorduk. Aynı zamanda ayrımcılık algılarını ölçmek için tutum soruları yönelttik. Sonuç bizler için bile şaşırtıcı oldu. Yanıtlayan 1500'ün üzerinde katılımcının yarısından çoğu iş ve eğitim hayatında, kamusal alanda sıklıkla ayrımcılığa maruz kaldığını ifade ediyor. Birçok soruda en az bir kez ayrımcılığa uğrama oranları yüzde 70-80'lere kadar varıyor. Katılımcıların yarısından çoğunun 1990'larda doğmuş, bugün genç yaşlarda kişiler olduğunu da belirtmek isterim. Daha da önemlisi, isteğe bağlı bırakmamıza rağmen birçok katılımcı ayrımcılık anılarını uzun uzun paylaşmış. Bu durum aslında başörtülü kadınların ayrımcılık sorununu konuşmaya ve anlatmaya ne kadar ihtiyacı olduğunu da gözler önüne seriyor. Araştırma sonuçları gösteriyor ki, bugün Türkiye'de hala başörtülü kadınlar günlük hayatlarında ayrımcılığa maruz kalıyor. Toplumsal önyargılar, korkular ve mitler, yasaklar gibi kanun değişikliği ile ortadan kalkmıyor. Zihinlerdeki bariyerleri yıkmak için toplumsal mücadele ve emek gerekiyor. Bu noktada geleceğe dair umutlu olduğumuzu söylemek isterim. Biz bu korkuları ve önyargıları; konuşarak, hikayemizi anlatarak ve farklı kesimleri de dinleyerek aşabileceğimize, iyileş(tir)ebileceğimize inanıyoruz.