Bir statü göstergesi olarak 'Koku ve Parasite'

Cannes Film Festivali'nin bu yılki Altın Palmiye ödülü, önce The Host (2006) filmiyle popülarite kazanan, ardından da The Snowpiercer (2013) ve Okja (2017) gibi eserleriyle kendisine hatırı sayılır bir izleyici kitlesi edinen Güney Koreli yönetmen Bong Joon-Ho'nun son filmi Parasite'a (Gisaengchung) verildi. Geçtiğimiz sene ödülün sahibi olan The Shoplifters (2018) gibi sosyal eşitsizlik kavramını masaya yatıran filmin, anlatı bakımından selefinden çok öteye gittiğini ve bilhassa koku yorumuyla beni yakaladığını söyleyebilirim.

BAŞAK BIÇAK / basakbicak@gmail.com

Bilim kurgudan, korkuya, dramaya ve komediye değin farklı türlerde eserlerle sinemasını şekillendiren Güney Koreli yönetmen Bong Joon-Ho, yeniden The Snowpiercer’da olduğu gibi sınıfsal farklılıklara ve adaletsizlik kavramına yöneliyor ancak bu kez dünyasını tümüyle gerçeklik üzerinde inşa ediyor. Kara mizahla gerilim arasında gidip gelen yönetmen, Güney Kore’de yaşayan iki farklı sınıfa mensup aile üzerinden sistem sorgulamasına girişiyor ve sınıf çatışmasını sarsıcı bir dille hikayeleştiriyor. Bir binanın bodrum katında yaşayan dört kişilik bir ailenin, üst tabakaya ait başka bir ailenin yanında çalışmaya başlamasını anlatan film, aslında ismiyle de düşüncesini açık ediyor. Bir canlıya bağımlı olarak yaşayan ve hatta o canlıya zarar verebilen organizma olarak nitelenen parazit gibi Park Ailesi’ni çepeçevre saran Kim Ailesi›nin sınıf atlama hayalleri senaryonun ana hatlarını oluştururken, filmin başından itibaren beklenen çatışma ise başka parazitlerin – doğal olarak- varlığıyla ortaya çıkıyor. Gelelim, sinemada çokça işlenen sosyal eşitsizlik kavramının Parasite’taki farklı yansımalarına… Öncelikle sınıf farklılığını keskin bir biçimde ifade eden koku mefhumu, filmin seyirci üzerinde en fazla etki yaratan yorumu bana kalırsa... Statü atlama heyecanıyla yanıp tutuşan karakterlerimizin yüzüne sert bir biçimde vurulan bu kötü koku, fakirlerin ne yaparlarsa yapsınlar asla zenginler gibi kokamayacakları düşüncesinden hareket ediyor ve sınıflar arası kutuplaşmanın derinliğini ustalıkla gün yüzüne çıkarıyor. Bir diğer farklılık da kötü kokunun kaynağı evdeki tuvaletin konumuyla beliriyor. İronik bir biçimde ailenin yaşadığı evin tabanından yüksekte bulunan tuvalet aslında hem bu kokunun kaynağına dönüşüyor, hem de alt tabakanın, ne kadar altta olduğunu seyirciye işaret eden unsur oluyor. Olayların başlangıcı ve bir nevi bitişi gibi simgelenen taş ise Parasite’ın, hikayeye basitçe eklenen metaforik anlatım ögeleri arasında en manalısı…  Zenginlik getirdiği söylenen taşın finaldeki görevi, hikâyenin ana fikrini oluşturan alt sınıfların statü değiştirme hayalini ve kendi aralarındaki çatışmalarını en doğru ifade eden araçtı. 

Hikâyesini yaratırken kullandığı bu etkileyici anlatı biçimleri üzerine, her biri incelikle işlenmiş ve kurgulanmış karakter yapıları da eklemlenince Parasite’ın ve dolayısıyla Güney Koreli yönetmenin başarısı kaçınılmaz oluyor. Ülkesinin de Oscar adayı olan bu enfes filmi, hazır vizyondayken kaçırmayın derim.