ZEYNEP TÜRKOĞLU / zeynoturkoglu@gmail.com
Bir bakarsın bir gün sen de yazarsın...
Ortak zamanlama ile elime geçmeleri rastlantı mıdır? Bilemem. Ama bir gün arayla buluşmamız şahane oldu. Sadece içlerine süzülüp akıntıya kapılmadım. Çevremdekileri de yolculuğuma ortak etme sevdasına düştüm. Bir haftadır sorup duruyorum eşe dosta; en son ne zaman mektup yazdınız/aldınız?
Elimizdeki telefonlarla mesajlar yazıp almamızı ya da kişisel veya kurumsal e-posta adreslerimize düşen 'mail'leri kast etmiyorum elbette. Buluşmak, bir şekilde konuşmak, haberleşmek, dertleşmek, duygunuzdan, düşüncenizden bahsetmek için yazılmış olanları söylüyorum.
Haberleşme biçim ve mecralarının değişmesine ve farklı yaşlara göre başka başka cevaplar aldım. Orta yaşlara gelmiş olanların gözünde belli belirsiz bir ışık yandı, söndü; "Yazmıştım bir zamanlar. Öğrenciyken memleketteki aileme, arkadaşıma, yüz yüze konuşmaya çekindiğim muhtemel sevgiliye..." Ama yakın zamanda kimse o tarakta bez dokumamış veya ben rastlamadım.
90'larda doğmuş olanlardan başlayarak gençlerin önemli bir kısmı önce şaka ettiğimi, güncel ifadesi ile 'trollediğimi' zannetti başta. Cümlenin kinaye içermediğini fark ettikten sonra da ateşimi kontrol etmek isteyen çıktı, acaba havale mi geçiyorum diye? Hani olur a, belki hava şartları, belki korona tutmuştur da muhakemem zayıflamıştır! Hayır, sağlığım hem fizik hem zihin bakımından yerinde. Başa dönüp ilk soruma cevap kısmına gelirsek; "Yani şimdi kağıt, kalem, uzun uzun yazmak... Kim yazacak, kime yazacak!" (Zorunlu açıklama: Mektup derken, bir dolmakalem ve iki sayfayı masaya koy da yaz, demiyorum esas olarak. Pekâlâ bir yazı dosyasına, klavye marifetiyle dökülecek kelimelerle de olurdu bu iş. Ama gözü namazda olmayanın, kulağı ezanda olmazmış. Tutup en olmayacak yerinden mazeret bulmak âdettendir bu yüzden.)
İmâ ettiğim teklif epey romantik ve hatta demode bulundu sonuç olarak. Çünkü bu zaman başka zaman, bu dünya başka dünya. Kimse kimseye, aslında belki kimse kendine böyle bir alanı açmaya gönüllü değil. Sebepleri çeşitli. Uzatmayacağım. Düşününce, konuşunca ortaya çıkıyor. Nihayet anladım ki kuruya kuruya anlatmak bir şey ifade etmiyor. Göstermek, güzel örneklerini hatırlamak, onlardan tat alarak yaşamak hem edebi zevki, hem fikir ve gönül dünyasına bir armağan.
"Cahit Sıtkı Tarancı'dan Feridun Fazıl Tülbentçi'ye Mektuplar" ve "Sâmiha Ayverdi Mektuplar-12" kitapları okur için işte bu türden iki hediye.
Feridun Fazıl arşivinden çıkan Cahit Sıtkı mektupları
Sahaf, yayıncı ve yazar Emin Nedret İşli kitabın serüvenini takdim yazısında okuruna şöyle anlatıyor.
"Şair, gazeteci, yazar Feridun Fazıl Tülbentçi, 1930'lu yıllarda Ankara Radyosu'nda ve Basın Yayın Genel Müdürlüğü'nde önemli idari görevlerde bulunmuştur. Bu nedenle pek çok süreli yayını görmüş, izlemiş ve önemli olanlarını kesip kupür ve belge arşivi oluşturmuştur. Bir Çanakkale şehidi olan babası nedeniyle devrin pek çok önemli şahsiyeti ile yazışmış ve bu kişilerden pek çok önemli belgeler devralmıştır.
2006 yılında Sahaf Turkuaz olarak Feridun Fazıl Tülbentçi'nin kitapları ve arşivinin büyük bölümünü satın aldık. ... Arşivden çıkan, şahsi kütüphanem için sakladığım malzemelerden bazılarını da bugüne kadar çeşitli vesileler ile yayınlamaya gayret ettim."
Kitapta yer alan mektuplardan biri, dergi ve kitap eki mecralarında İşli tarafından okura sunulmuş. Ancak diğer üç mektup ilk kez kamuya mâl oluyor. Bu iş için de İşli "Titiz çalışmasını basmakla müftehiriz" dediği akademisyen Dr. Ali Emre Özyıldırım'dan yardım istemiş. Aslında çalışma alanı divan edebiyatı olan Özyıldırım başlangıçta tereddüt gösterse de Tarancı'nın Tülbentçi'ye mektuplarını inceledikçe işi hayli seviyor. Dikkatli araştırmacı sadece edebi değeri olan mektupları kitaplaştırmakla kalmıyor. Aynı zamanda bu mektuplar içindeki detayların peşine düşerek basın tarihi ve dönemin şartları için de önemli noktaları yakalıyor. Mektupların dünyasına girmeden önce de okurun dikkatini yöneltebileceği bu yerleri "1930'LARDA GENÇ BİR ŞAİR OLMAK: CAHİT SITKI'NIN DÖRT MEKTUBUNDAN KALANLAR" başlığı altında işaret ediyor. Böylelikle okuru çıktığı yolculukta mihmandarlığıyla desteklemiş oluyor.
Bu ilginç noktalardan biri basın tarihinde bugüne kadar bilinmeyen bir hikâye söz gelimi; 30'lu yıllarda Cumhuriyet Gazetesi'nin sahibi Yunus Nadi Bey, Peyami Safa'dan, bir Fransız dergisinde çıkan yazıyı tercüme etmesini ister. Ancak yazının genelinde övgü dolu ifadelere yer verilse de yer yer alaycı bir dil kullanılmıştır. Yunus Nadi bu durumu ya fark etmemiş veya önemsememiştir. Sonuçta Peyami Safa patronunun isteğini geri çevirmez, yazıyı tercüme eder, gazete de birinci sayfadan haberi girer. Ama sonuçta "Ankara" kayıtsız kalmaz. Hesabını Yunus Nadi'den sorar, o da işi Peyami Safa'nın sırtına yükler, yazar gazeteden kovulur. (Gerçi daha sonra Peyami Safa tekrar gazeteye döner.) Cahit Sıtkı işin iç yüzünü kitapta da yer alan mektubunda Tülbentçi'ye yazar. İşte bu mektupla arka planı bugüne kadar kamuoyuna açılmamış olan vaka bilinir hale geliyor. Bunu ve benzeri detayları ustalıkla ortaya koyan Özyıldırım'ın titizliği bu anlamda da tarihe önemli bir katkı sunuyor.
İki arkadaşın mektup üzerinden söyleşmesi, dönemin edebiyat iklimi, dedikoduları, bağlantıları hakkında da mühim şeyler söylüyor. Bu yönüyle edebiyat ve basın tarihi araştırmacıları için yeni hareket noktalarını oluşturması bakımından akademiye veri sunuyor. Öte yandan mektup sever bir şairin ince ve sade hitabını görmek de(ki Tarancı'nın çeşitli mektupları daha evvel de kitaplaştırılmıştı) edebiyat okuruna zevkli bir hediye.
"Sâmiha Anne"den mektuplar
Osmanlı kültür coğrafyasından beslenen bir Cumhuriyet Devri yazarı; Sâmiha Ayverdi. Münevver, mütefekkir, mutasavvıf. Eserlerinin ve hayatının yakın takipçileri için "Sâmiha Anne". Seksen sekiz yıllık ömründe kırktan fazla eser yazmış olan Ayverdi, içinde coşku ile duyduğu, yaşadığı manevi ve millî iklimi titizlik ve kararlılık göstererek kimi zaman roman, kimi zaman makale, kimi zaman biyografi formunda kaleme aldı. Bu arada mektup, insanlarla kurduğu temasta ve edebi heyecanında önemli bir yere sahip oldu. Kubbealtı Yayınları son yıllarda Sâmiha Ayverdi Külliyatına işte bu özel mektupları tasnif ederek ekledi. On ikinci cildine ulaşan serinin içinde Ayverdi'nin dostlarına, yol arkadaşlarına, ilim, fikir, sanat ve iş çevrelerinden kimselere yazdığı ve onlardan aldığı mektuplar var. On ikinci son ciltte ise okurları ve yakınları ile yazışmaları bir araya getirilmiş. Mektuplar şahsî ama Ayverdi'nin dertleri ve sevinçleri, dolayısı ile muhataplarına yazdıkları neredeyse daima içtimaî. Satır aralarında yazıldığı tarihin gündelik olaylarına dair ipuçları da yine dikkatli okur için izi sürülecek noktalardan. 'Sâmiha Ayverdi Türkçesi'nin zenginliği ve derinliği ise insana bu yöndeki eksik taraflarını da tamamlama yönünde çok iyi bir imkân. Tabii ki bir dal çiçeğin bile gün be gün ışığa, suya, sevgiye ihtiyaç duyduğunu biliyoruz. Emeksiz neyin tadına varılır? Neyin güzelliği görülebilir? Biliyorum, şairin dediği gibi; "Siz geniş zamanlar umuyordunuz..." Ama koşturma ve telaşla, dar zamanda geçiyor hayat. Şimdilik mektup yazmaya vaktiniz yoksa da, güzel yazılmış mektuplar, bir sahile taşıyabilir.