DR. SEVDA SARIKAYA / sevda.sarikaya@stargazete.com
Bu hafta yine beynimiz hakkında ilgi çekici bilgilere devam ediyoruz. Beyinde bir hasar oluştuğunda, örneğin inme gibi beynin bir bölgesini tamamen işlevsiz bırakan bir durumda, beynin diğer alanları ölen alanın fonksiyonlarını üstlenmeye başlarlar. Nöronların bir kısmının görev tanımı değişir ve hasarlanan bölgenin görevini yapmaya başlarlar. Bir örnekle açıklamam gerekirse, inme sonrası vücudunun bir tarafı felç olan kişilerde bir süre sonra biraz düzelme görülür. Daha hafif olan felçler tam düzelme yaşayabilirler. Bunun nedeni, diğer beyin hücrelerinin(nöronların), felç olan bölgeyi yöneten nöronların görevlerini kısmen almasıdır.
Bu konuda oldukça trajik olan bir anımdan bahsetmek istiyorum. Zorunlu hizmetimi yaptığım bölgede, bir hekimin felçli hastaları iyileştirdiği efsanesi yayılmıştı. O dönemde biz de eşimle (Dr. Başar Sarıkaya şu an Washington Üniversitesi'nde görevine devam ediyor) felç hastalarına ilk altı saati içerisinde damar içi pıhtı açıcı ilaç vererek Türkiye'de bu anlamdaki ilk hasta serisini oluşturuyorduk. O vesileyle bu kişiden haberdar olduk. Daha sonra araştırdığımızda sadece serum verdiğini, beynin kendini bu şekilde kısmen tamir etme yetisini kötüye kullanarak bir ün oluşturduğunu fark etmiştik. Vücudun bu şekilde kendini tamir edebilme becerisini asla hafife almayın. Hatta bundan yıllar önce MIT Fizyoloji bölümü araştırmacılarından Mriganka Sur'un yaptığı bir dizi deneyde, yeni doğmuş gelinciklere bir operasyon yapılmış. Görme sinirlerinden gelen uyarıları taşıyan beyin yolakları duyma bölgesine birleştirilmiş. Bir süre sonra hayvanların görmesini bu alanla sağladıkları tespit edilmiş. Görme alanına göre daha düşük performans gösterse de, duyma alanındaki bir kısım beyin hücresi görme görevini üstlendiği için görme sağlanmış. O dönemde bunu farklı yorumlayanlar olmuş. Beyin kaynaklı görme hasarlarında, beynin başka bir bölgesindeki bir grup beyin hücresine görme görevi yüklenebileceği öne sürülmüş. Henüz böyle bir tedavi yöntemi olmasa da teoride mantıklı görünüyor.
Kendimizi, önceden eleştirdiğimiz ya da hoşlanmadığımız bir davranışı yapar bulduğumuzda, hep bunu açıklayacak bir argüman buluruz değil mi? Ya da yapmayı çok istediğimiz bir şeyi yapamadığımızda 'iyi ki de yapmamışım' diyebileceğimiz bir sebep buluruz. Bunu bir şekilde kendimizi rahatlatmak olarak düşünebilirsiniz ama asıl neden beynin tutarsızlıkları sevmemesidir. Bunları bilinç dışı olarak yaparız. Bilinçli eylemler değildir. Eylemlerimizi yöneten beyin devresi ile eylemlerimize açıklama getirenler aynı değildir. Ama birbirlerine paralel olmazlarsa huzursuzluk yaratırlar. Beynimizin tutarsızlıkları sevmemesi kaynaklı bu bilinç dışı eyleme amiyane tabirle 'kılıfına uydurma' da diyebiliriz. İnsana en çok acı veren şey kendisiyle çelişmesidir. Bu nedenle niyeti değiştirmek, eylemi kabul edebilmenin tek yoludur.
Genel anestezi sırasında yaklaşık bin kişiden bir kişi başına gelenleri kısmen hatırlıyor. Önceleri bunun mümkün olmadığı, anestezinin tam bir bilinç kaybı durumu olduğu düşünülürken bazı hastaların ameliyat sırasında başında konuşulanları anlatması bunun doğru olmadığını gösterdi. Belki de bilinç iletişim kurmamızda önemli olduğu kadar, bilgileri depolamamızda önemli değildir. Bilinç konusu nörolojinin üzerinde en çok tartışılan konularından birisidir.
Beynimiz bedenimizin sadece yüzde 0.03'ını oluştururken, vücudumuzda bulunan kanın yüzde 20'si beyni beslemek için kullanılıyor. Yani beynimizin ihtiyacı olan oksijen miktarı diğer organlardan kat kat fazla.