Beş ölü dil bIr Sümerolog

EMİNE BIYIK

emine.biyik@aksam.com.tr

Sümerce, Akadca, Asurca, Babilce ve Hititçe… Binlerce yıl önce yaşayan bu dilleri konuşan bir Sümerolog Veysel 

Donbaz… 55 yıldır unutulmaya yüz tutmuş bu dillerle ilgili çalışmalar yapan Donbaz’la eski metinleri önümüze koyduk ve bu metinlerden yola çıkarak kadın haklarından aşka, intikamdan boşanmaya kadar pek çok şeyi konuştuk.

Sümerce, Akadca, Asurca, Babilce ve Hititçe… Binlerce yıl önce yaşayan uygarlıklarda hüküm süren bu diller, zamana yenildi ve tarih sahnesinden teker teker silindi… Bu diller üniversitelerin ilgili bölümleri dışında unutulmaya yüz tutmuştu. O bölümlerden biri de Ankara Üniversitesi Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi Sümeroloji Bölümü’ydü. Ne var ki 23 yıldır tek bir öğrenci bile kapısını çalmamıştı. 1958 yılında işte bu kimsenin uğramadığı bölümün kapısını bir öğrenci çaldı. Adı Veysel Donbaz’dı. Tüccar bir babanın beşinci çocuğu olan Veysel Bey için, okuyacağı bölümün ne olduğu önemli değildi. Tek isteği burslu okumaktı… Çünkü bağ bahçe çoktu ama her zaman mahsul vermiyordu. Oysaki onun üniversitede okumak için daimi bir gelire ihtiyacı vardı. O yıl burs veren iki bölümden biri ilahiyat, diğeri Sümeroloji’ydi… Veysel Bey tercihini Sümeroloji’den yana kullandı. Alanının çok önemli hocalarından eğitim gördü. Ve bu kadim dillerin hepsini öğrendi. Veysel Bey 1962 yılında mezun olduktan sonra İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ne Tablet Arşivi Uzmanı olarak atandı. 43 yıl süren yolculuğunda şef, başuzman ve bölüm şefi oldu. 

10 BİN TABLET OKUDU

Uzmanlık alanı 5 bin yıllık kil tabletleri okumak olan Veysel Bey için, İstanbul Arkeoloji Müzesi çölde bir vaha gibiydi adeta. Çeşitli kültürlere ait bir milyonu aşkın eserin bulunduğu ve dünyanın en büyük müzeleri arasında gösterilen müzenin koleksiyonunda, Balkanlar'dan Afrika'ya, Anadolu ve Mezopotamya'dan Arap Yarımadası'na ve Afganistan'a kadar, Osmanlı İmparatorluğu'nun sınırları içinde yer alan medeniyetlere ait eserler bulunuyordu. Donbaz, bugüne kadar çivi yazısıyla yazılmış 10 bine yakın tablet okudu ve 60 bine yakın tabletin envanterini tuttu. Bir yandan da uluslararası makaleler yayımladı. Ve 40 yıla aşkın süren aktif çalışma hayatına 15 kitap sığdırdı. Binlerce yıl önce yaşamış dilleri, günümüz modern dillerine çeviren Veysel Bey, aynı zamanda Sümerce, Akadca, Asurca, Babilce ve Hititçe tabletler yazıyor. 

7500 BOĞAZKÖY TABLETİNİ TÜRKİYE'YE GETİRDİ

Veysel Donbaz, birçok öğretim kurumu ve enstitülerin davetlisi olarak konferans ve bildiriler sunmuş (ABD, İngiltere, Almanya, Fransa, Belçika, İtalya, Finlandiya, Kanada, Hollanda etc). Buralarda ve diğer yerlerde ya tabletler üzerinde çalışmış ya konferanslar vermiş ya da bildiriler sunmuş. Devlet hizmetindeki görevi esnasında uluslararası önemi olan hususlarda da hizmet etmiş ve Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Almanya ile temaslarda ve UNESCO Konferanslarında delege olarak görev almış ve UNESCO Üst Düzey Eksperler toplantılarına katılmış. Titiz çalışmasının bir sonucu olarak, İstanbul Arkeoloji Müzeleri arşivinden derlediği Boğazköy-Dosyası ile sirca 7500 Boğazköy tabletini 1987 Kasım ayında Türkiye’ye getirmiş. İşte Türkiye’nin sayılı Sümerologları arsında yer alan Veysel Donbaz, AKŞAM 

Cumartesi için Mezopotamya’da kadın haklarından aşka, intikamdan boşanmaya kadar pek çok şeyi anlattı. 

İHANET VE BOŞANMA    

Eski kavimlerde ihanete verilen cezalar; nehre atma, ateşte yakma ve ölüm… Yeni Sümer çağında “Eğer bir adamın karısı, güzelliğine güvenerek bir başka adamı baştan çıkarırsa, o kadının kocası onu öldürecek.” Medeni kanun ve ceza kanunumuz ihanet ve zina fiillerinde kesin deliller ister. Hammurabi Kanunu’nun 132. maddesi bu konuya değinir. “Eğer bir kadına başka bir adam dolayısıyla iftira atılmış ama ispat edilememişse, o kadın kocasının hatırı için kendini nehre atacaktır.” Burada bahsi geçen nehirler, Dicle ve Fırat nehirleridir. Bu sulara kendisini atan birinin akıbeti, özellikle kurban kadın olunca, mutlak ölümdür. Ne var ki kendini Fırat’ın boz bulanık sularına atan bir kadın yüzerek kıyıya çıkarsa bu onun masumiyetini gösteriyor. Bu sefer iftira eden aynı cezaya çarptırılıyor. Hititler de ise kocasına ihanet eden kadın, tapınak avlusunda sorguya çekiliyor, suçlu bulunursa kadınlar tarafından taşa tutunarak öldürülüyordu.

TARİH BOYUNCA AŞK

Aşkın Sümer, Babil ve Asur kavimlerinde de önemli bir yeri vardı. Bilhassa Sümerler (Dicle ile Fırat arazisindeki mümbit arazi) devrinde aşk teması en yüce katına ulaşmıştı. Sümer inanışına göre baş tanrı, Anu, rüzgâr tanrısı Enlil ve yeryüzü tanrısı Enki’ydi. Bu üç ana tanrıya ilaveten bir savaş, aşk, cinsi hayat, bereket ve bolluk tanrıçası İştar vardı. Patron tanrı Anu’nun kızı olan bu tanrıçayla çoban tanrısı Dumuzi (Temmuz) arasındaki büyük aşk kutsal evlenme törenleri olarak her yılbaşında kutlanırdı. İlkbaharda yeniden doğan çoban ve bitki tanrısı Temmuz ile aşk tanrıçası İştar birleşirdi. Büyük eğlencelerle, şiir okunarak kutlanan bu birleşme, sonbaharda temmuzun ölerek yer altı dünyasına gitmesiyle son bulurdu. Netice olarak tarih boyunca aşk; hava, su, yemek-içmek, ısı gibi insan hayatının yaşamını mümkün kılan dört ana öge gibi bir beşincisi olarak nesiller boyunca yaşamıştır.

MEZOPOTAMYA’DA KADIN HAKLARI

Kanunların çoğu evlenme, boşanma, zina ve miras meseleleriyle ilgilidir. 

- Evli bir kadına sarkıntılığın cezası ya bir parmağın ya da alt dudağını baltanın ucuna çekip kesilmesidir...

- Bir kadının kocası ölmüş, çocukları yoksa kadın, kocasının ona taktığı her şeye sahip olur. Eğer çocukları varsa her şey çocuklara kalır.

- Karısını terk eden koca verdiği her şeyi geri alabilir. Fakat kadının çeyizine dokunamaz.

- Ayrıldıktan sonra kendisine ayrı bir ev tutulan kadın, 5 sene boyunca kocasını beklemek zorundadır. 5 sene sonunda kocası dönmezse o zaman istediğiyle evlenebilir. Eğer daha önce evlenirse koca, karısını geri alabilir.

- Bu madde günümüz kadınlarını çileden çıkarak mahiyette… Eğer bir adam karısını terk ederse, isterse ona bir kıymık bile vermeyebilir.

- Evlenip kocasını düşman alan bir gelinin oğlu ya da bir kayınpederi yoksa iki yıl kocasını beklemek zorundadır.

- Kocası ölmüş bir kadın yetişkin evlatları varsa onlardan birinde yaşar.Evlilik bağı olmadan iki yıl bir dul kadınla yaşayan adam, kadını eş almak zorundadır. Çünkü iki yıl birlikte yaşayabilen kimselerin kâfi derecede anlaştıklarına kanaat getirilir.  Giderek bütün hakları teslim edilen kadınlara, 1975 gibi koca bir yıl “Kadın Yılı” olarak armağan edilmiştir.