Bergama'da eşsiz tiyatro festivali

MEHMET EMİN DEMİREZEN

emin.demirezen@aksam.com.tr

10-13 Mayıs’ta gerçekleşecek olan ve gelenekselleşmesi planlanan “Bergama Uluslararası Tiyatro Festivali” hem ziyaretçilerine hem de Bergamalılara Türkiye’de örneği olmayan bir deneyim alanı yaratmaya hazırlıyor. Bu vesileyle gerçekleşecek olan festivali, fikir sahibi Eren Arıkan’la konuştuk.

Birçok farklı medeniyete ev sahipliği yapan Anadolu, yüzyıllar boyunca hem zanaatın hem de sanatın merkezlerinden biri oldu. Fakat yıllar içerisinde bu tarihi miras parçalandı ve büyük kısmı unutuldu. Bergama da bu parçalanmadan ve yeni dünyanın acımasızlığından nasibini aldı. Kimliğini ve tarihini oluşturan geçmişi gemilerle parça parça, uzak diyarlara taşındı. Tüm koparılanlara rağmen, bugün hala müthiş bir değere sahip olan Bergama tekrar bir kültür ve üretim merkezi oluyor. Doğu ve Batı’ya kapılarını açıp, binlerce yıl önce olduğu gibi antik tiyatrosunda, sokaklarında ve meydanlarında her kesimden insanı tiyatronun büyülü gücüyle bir araya getirmeye hazırlanıyor.

Bergama Tiyatro Festivali’ni hayata geçirme fikri nasıl oluştu? 

2010’da Garajİstanbul’da gönüllü olarak çalışıyordum, bir projenin Avrupa turnesi için Berlin’e gitmiştik. Orada bir Bergamalı olarak Pergamon müzesine gittim. Çocukluğumda Bergama’ya her yaz anneannemi ziyarete giderdik. O zamanlar henüz müze gibi değildi, bizim Kale dediğimiz Berlin’e giden Zeus Altarı’nın olduğu Akrapolis şehri. Ben müzede bunları hatırlarken ve bir tarafta hayranlık duyarken bir el dokundu omuzuma. Güvenlik görevlisi yaslandığım sütunu göstererek “eserlere dokunmak yasak” dedi. Çok utandım ama daha çok da üzüldüm ve kızdım da… Ben bu eserlerin ait olduğu yerden geliyorum, o yüzden biraz saygı lütfen demek istedim ama diyemedim. Biraz böyle başladı hikâye. 

İçerik olarak da oldukça doyurucu bir program var. Fikri geliştirdikten sonra hayata geçirirken kimlerden destek aldınız? 

Berlin süreci ile birlikte zaten İstanbul’dan iş ve yol arkadaşlarım olan Kabak & Lin ekibi ile güçleri birleştirdik. Bu süre boyunca festival fikri de olgunlaşmaya, şekillenmeye devam etti. Berlin’de kurulan ilişkiler devam etti ve artık vakti geldi dedik ve hiç olacağını tahmin etmediğim bir şekilde daha önce hiç bir tanışıklığımız olmayan Bergama Belediyesi Başkanı Mehmet Gönenç’ten randevu alıp fikri anlattık. Ne şans ki o da bu hayali sahiplendiler ve proje ortağı oldular. Böylece biz de prodüksiyon faslını açmış olduk. Dolayısıyla fikri ilk ortaya atan ben olsam da şu anda gerçekleşen festivalin oluşmasında çok farklı alanlardan ekiplerin kolektif bir çalışma ve mesaisi var. 

FESTİVAL ŞEHRE YAYILACAK

Festival mekânlarını biraz detaylı tarif eder misiniz? Mekânlar nasıl seçildi?

Aslında iki ana sahnemiz var. Biri 2016 yılında açılmış, mimari Emre Arolat olan Bergama Kültür Merkezi. Diğeri de binlerce yıl önce açılmış mimarını bilmiyorum ama psikoterapi ve fizyoterapinin merkezlerinden eczacılığın da doğduğu yer olarak da bilinen Asklepion. Bu iki mekân dışında Bergama’nın diğer tarihi ve gündelik mekânları festivalin mekânlarının tümünü oluşturuyor. Parklar, meydanlar ve sokaklar… Temelde 4 güne yayılmış ve Bergama’nın tümünü kendine sahne etmiş bir kent festivali gerçekleşecek. 

Festivalin bölümleri ve program içeriği nasıl oluşturdunuz? 

Daha önce de söylediğim gibi Bergama’da bir tiyatro festivali fikrini doğuran ana sebep Bergama - Berlin arasındaki tarihi ve kısmen sorunlu ilişki. Bu ilişki de bizim ilk ve ana bölümümüzü oluşturdu. Nasıl ki 60’larda Türkiye’den binlerce insan ‘misafir işçi’ olarak Almanya’ya gitti aynı şekilde Pergamon Museum’daki eserleri de birer misafir işçi olarak görebiliriz. Her sabah müze açılıyor ve o Anadolulu çocuklar evlerinden binlerce kilometre ötede ziyaretçilerini karşılıyor. Berlin’de özellikle tiyatro ve sinema alanında göç ve göç sonrası diye adlandırılan kuşakların üretimleri de şu anda oldukça önemli ve tüm üretimi etkiliyor. Biz de ilk senesinde iki şehir arasındaki ilişkiyi ön plana çıkarırken bu üretimler ve hikâyelerden belli başlı örnekleri seçmeye çalıştık.