HALUK KESİM / cumartesi@aksam.com.tr
Yıllardan beri konuşup duruyoruz. Şeker Bayramı, yok hayır Ramazan Bayramı.
Oysa çocukluğumda bunun hiç önemi yoktu. Ramazan bayramlarını şeker tadında yaşardık. Bir ay boyunca ailemizle sabahları kahvaltı yapamadığımız, sokakta oynarken elimizde bir parça ekmekle oyun oynayamadığımız günler geride kalacak, terlediğimizde kana kana su içebilecektik.
Bir ay boyunca nefsimizi terbiye ettikten sonra istediğimiz her şeyi yiyebileceğimiz, büyüklerimizin elini öpüp harçlık alacağımız, arkadaşlarımızla en güzel kıyafetlerimizi giyerek dolaşacağımız şeker gibi bir bayram. Küsler barışacak, aylarca görmediğimiz akrabalar ziyaret edilecek, mezar ziyaretleri yapılarak sevdiklerimize birer Fatiha okuyacağımız güzel günler bayramlar.
Bayram günlerinin en güzel tarafı ise kalabalık sofralar olurdu. Ve bizlerin asıl kaybetmemesi gereken bu. Türk adetlerinde, batıdan bize zorla kabul ettirilen yemekte konuşulmaz denen garip uygulamaya inat kalabalık ve akrabaların asıl sohbet ve bir olma yeridir yemek masaları.
Ülkemiz çok farklı kültürel zenginliğine sahip olduğu için her şehrin bayram lezzetleri de birbirinden farklıdır. Batıda farklı yemekler yapılırken, doğu veya kuzeyde bambaşka lezzetler sofralarda ikram edilir.
Genelde bayramlarda her sofrada olabilecek, lokum gibi kuşbaşı dana etine, soğan, sarımsak, biber, kimyon, kekik ilave ederek, sonrasında taze ekmeği bana bana yediğiniz Çoban Kavurma, annelerimizin, elleriyle açtığı içine çiğden tertemiz yıkanmış ıspanak ve isteğe göre kaşar peyniri veya beyaz peynir koyarak sıcak fırına verip üzerine evi saran harika kokusuyla Ispanaklı Peynirli Börek, yöreye göre şekli değişse bile açılıp, ister muska, ister bohça şeklinde olsun fokur fokur kaynayan suyun içine atılmış içinde minik kıymalar olan mantı ve üzerine sarımsaklı yoğurtla kızdırılmış tereyağ ve nane, pul biberli Mantı ilk aklıma gelenler.
Doğu ve Güney Doğu'da ise yemeklerin yapımı daha zor ama bir o kadar da lezzetlidir. İçindeki cevizli kıyma harcı, dışının bulgur ve irmikle hamur haline getirilip şekil verilmesi ne kadar zorsa, kızgın yağda kızartılıp yenmesi bir o kadar muhteşemdir tadına doyulmayan İçli Köfte'nin.
Yediden yetmişe, çoluk çocuk herkesin sofraya konulurken üzerinden bir iki tane aşırdığı, tazecik yaprakların sarıp sarmaladığı, içinde kuş üzümünden çam fıstığına kadar en güzel lezzetleri barındıran, birkaç damla limonla tadı doyumsuz hale gelen Zeytinyağlı Yaprak Sarma ise memleketin neresine giderseniz gidin bayram ikramları arasında başköşede yerini alır.
Ve elbette bayramların olmazsa olmazı; bir gece önceden incecik açılmış, neredeyse arkası görülen yufkaların kat kat serilip, kırılmış ceviz serperek birbirine yarenlik ederken fırına verilip sonrasında lezzetini pekiştiren cızırtılarla şerbetine kavuşan Ev Baklavası. Lezzetiyle değme tatlılara fark atmakla kalmaz bayram ruhunun aslı olan 'tatlı yiyelim, tatlı konuşalım' anlayışını pekiştirir.
Çocukluğumda benim için bayram ayrı bir güzeldi. Çünkü babaanneme giderdik. Sabah namazı sonrasında annem, babaannem, yengem hep beraber Su Böreği yapıp fırına verirlerdi. Eğer kış ayıysa soba kokusu ve su böreğinin kokusuyla uyanırdım. Bu koku sadece su böreği veya soba kokusu değildi. Emeğin, çalışmanın, birbirini sevmenin kokusuydu çünkü. Birlik olmanın, aile olmanın kokusuydu. Ailenin en büyüğü hepimizi derleyip toplar; babam, annem, kardeşlerim, amcam, yengem, kuzenlerim hep beraber aynı sofranın başında bir araya gelir, muhabbetle artan bir lezzet şöleni yaşardık.
Şimdi eski bayramlar yok. Yakınmak da çözüm değil. Aileler küçüldükçe bayram neşesini yaşayacak o kalabalık sofralar da kurulmaz oldu. Bize düşen çocuklarımızın gönlünde yeniden bayram heyecanını yeşertmek, ritüelleriyle, coşkusuyla ve lezzetleriyle...