GÜLCAN TEZCAN / gulcantezcann@gmail.com
Hakikatle, vicdanla bir derdiniz varsa dönüp dolaşıp geleceğiniz yer bellidir. İrlandalı ünlü sanatçı Sinead O'conner yani Şuheda Sadakat, tam da bu yüzden 'gerçeğin şahidi' anlamına gelen bir isim seçti kendine Müslüman olduğunda. Bakmayın Batı basını ve bizdeki kötü kopyalarının yaşadığı değişimi görmezden gelişine, arayışlarını yok saymalarına, son dönemlerinde ruhsal sıkıntıları vardı diyerek İslam'la şereflenmesini gölgelemeye çalışmalarına. O varlık sancısı çeken, ağır imtihanlarla sınanan, vicdanı her daim pusulası olan bir kuldu.
Kişisel hayatında annesiyle yaşadığı travmatik olaylar sebebiyle derin acıları olan O'conner belki sadece şarkı söylerken yüreğindeki yangını dindirebildiği için onu dinleyen herkesin ruhunda iz bıraktı. Kimbilir belki de bu yüzden popüler kültürün kölesi olmak yerine nev-i şahsına münhasır bir solist olarak sahnelerde devleşmeyi tercih etti. Bugünlerde bütün dünyada salgın bir hastalığa dönüşen Barbie'nin on yıllardır yeniden üretmekten bıkmadığı güzellik dayatmasının kaynağı aslında sadece Barbie'den ibaret değil. O'conner da genç yaşlarda sahneye çıkmaya başladığında popüler kültürün güzellik ölçülerine uyması isteniliyor yapımcılar tarafından. Ancak asi ruh, bedeni değil sesi ile varolmanın da pekâlâ mümkün olabileceğini gösterdi tüm dünyaya.
MASKARALIĞI DEĞİL HAKİKAT YOLCUSU OLMAYI SEÇTİ
Kemal Tahir'in Ayşe Şasa'ya verdiği nasihat geliyor aklıma; "Maskaralık yaptığın sürece seni alkışlarlar, ciddi bir şey yaptığında kimse yüzüne bakmaz. Yolunu ona göre seç." Tıpkı Şasa gibi o da maskaralığı değil, hakikat yolcusu olmayı seçti. Allah'ın ona verdiği meziyeti, yeteneği derdini dile dökmek için kullandı. "Pop yıldızı olmak istemedim, protesto şarkıcısı olmak istedim. Sadece göğsümde çıkarmak istediğim şeyler taşıyorum. Şöhret arzum yok." sözleriyle bir kez daha gönüllere taht kuran O'conner kadın hakları, göçmenler, Filistin meselesi gibi konularda cesurca sözünü söyledi. 'Piyasa'dan alacağı tepkiler ya da konumunu kaybetme gibi korkular yaşamadı. Kaldı ki Papa'ya tepki gösterdiği andan itibaren bugünün tabiriyle batı medyası ve müzik dünyasından ağır bir boykotla karşı karşıya kaldı. Buna rağmen doğru bildiğinden geri adım atmadı.
Kendisine giydirilmek istenilen deli gömleğini tıpkı kilisedeki çocuk tacizlerine sessiz kalan papanın fotoğrafını yırtıp attığı gibi parçalarına ayırdı. En görkemli ödülleri elinin tersiyle itti. Bütün bunları 'aykırı' olmak için yaptı diyenler olabilir. Bana kalırsa kendini arayışının bir parçasıydı yapıp ettiklerinin toplamı. 'Aykırı' olmanın ahlaki yozlaşmanın her türlüsüne sahip çıkma, cinsel sapkınlıkların bayraktarlığını yapmak zannedildiği bir zamanda O'connor'ın aktivist kimliği ve sanatçı duruşu yolun başındaki pek çok sanatçı adayı için anlamlı bir örneklik olabilir.
MÜSLÜMAN OLDUĞU İÇİN GURUR DUYDU
Nothing Compares 2 U adlı şarkısıyla hem dünyada hem de Türkiye'de 90'lı yıllara damgasını vuran İrlandalı şarkıcı 2018 yılında İslam'ı seçerek Müslüman oldu. Tesettürlü olarak sahneye çıkmaya devam etti. "Müslüman olduğum için gurur duyuyorum. Bu, her akıllı ilahiyatçının doğal olarak varacağı bir sonuç. Tüm kutsal yazıtlar bizi İslam'a götürüyor. İslam tüm diğer kutsal kitapları gereksiz kılıyor" sözleri huzursuz ruhların hepsine ilaç olacak türden. Çünkü son yıllarda bilhassa ülkemizde otuzlu yaşların ortalarından itibaren pek çok kişi ciddi bir inanç bunalımına giriyor. Elbette burada doğup büyüyen, buranın kültür ve inanç kodlarıyla kafası karışan, din adına bağnaz geleneklerin dayatılmaya çalışıldığı bir ülkede dinden uzaklaşanların durumu çok daha farklı sosyolojik okumaları da gerektirir. Ancak nihayetinde aranan şey 'hakikat' ise Sinead O'connor'ın hayatı modern zamanların insanları için pek çok ibretle dolu.
Aydınlık gazetesi yazarı Gaffar Yakınca'nın köşesinde sevilen sanatçıyla ilgili yazısını bitirirken kurduğu şu cümleler ve sorduğu sorular üzerine bilhassa göz önündeki 'sanatçı'ların uzun uzun düşünmesi gerekiyor. Diyor ki Yakınca;
"O'Connor'a rahmet diledikten sonra o ağır soruyu kendimize soralım: Bin yıllık bir Türk-İslam geleneğine doğmuş olan, O'Connor gibilerin bir ömür vererek ulaşabildiği o insanlık şerefini cebinde hazır bulan bizler ne yapıyoruz dersiniz?
Bu şerefe layık olabiliyor muyuz, ona hakkı ile sahip çıkabiliyor muyuz? Yoksa ondan utanıp Batı'nın, kapitalizmin dayattığı onursuzluğa mı koşuyoruz?"