serdar.saglam@aksam.com.tr
Atlantis efsanesi bin yıllardır insanlığın en gizemli ve ilgi çekici hikayelerinden biridir. Bugün hala Atlantis’in gerçekten var olup olmadığı çok sayıda araştırmacı tarafından incelenmekte, eğer tarihte gerçekten böyle bir kayıp ada ya da kıta varsa buranın nerede olduğuna yönelik çalışmalar yapılmaktadır.
KAYIP KITA NEREDE?
Araştırmalar daha çok Akdeniz’de ve Atlantik Okyanusu’nun Cebelitarık Boğazı’na yakın bir coğrafyasında yoğunlaşmıştır. Bunun nedeni ise ünlü Yunan filozofu Platon’un kayıp adayı tarif ettiği yerin bu coğrafyada olduğunun tahmin edilmesidir. Adanın bir felaket sonucu suya battığı söylenmektedir. Platon, Solon’un ağzından şöyle aktarır:
“...Gerçekten eski yazılar, vaktiyle ilinizin, büyük Atlas denizinin ötelerinden gelip Avrupa ile Asya’ya küstahça saldıran koskoca bir devleti yok ettiğini söylüyor. O zamanlar bu koca denizden geçilebiliyordu; çünkü sizin Herakles Sütunları dediğiniz o boğazın önünde bir ada vardı. Bu ada Libya ile Asya’nın (O dönemde Asya denilen yer bugünkü Ortadoğu’dur) ikisinden daha büyüktü...”
Günümüzde Atlantis’e dair anlatılanların ilk kaynağı coğrafyamızda Eflatun olarak da anılan, tarihin en önemli filozoflarından biri olan Platon’dur. İdealist felsefenin babası sayılan Platon’un Atlantis’e dair aktardıkları daha sonra büyük oranda evrim geçirmiştir diyebiliriz. Yıllar boyunca gizemci, altın çağcı ve ruhçu akımlar ve majisyenler Atlantis üzerine çeşitli iddialar ortaya attılar. Platon’a göre teknolojik olarak ileri ve güçlü ancak ahlaki zayıf bir medeniyet olan Atlantis bu nedenle çökmüştür. Ancak daha sonraki anlatılarda Atlantis Altın Çağ’ın son büyük temsilcisi olarak kutsallaştırılmıştır diyebiliriz. Hatta büyük tufandan sonra kurulan yeni medeniyetleri de Atlantis’ten geriye sağ kalan bazı bilge rahiplerin kurduğu dahi iddialar arasındadır. Özellikle antik Mısır medeniyetiyle ilgili bu tarz yazılar ilgiyle okunmuştur.
BÜYÜK TUFAN OLDU
Kuran ve Tevrat’ta Nuh Tufanı olarak geçen olay aslında dünyanın bütün coğrafyalarında, kendilerine peygamber uğramamış yerlerde de bilinmektedir. Dünyanın çok da uzak olmayan bir tarihinde büyük bir tufanın yaşandığı ve bunun izlerinin de bütün eski medeniyetler üzerinde iz bıraktığı artık genel olarak kabul edilmektedir. Platon eskilerden gelen bu tarz bir hikayeyi kullanarak hayali bir medeniyet yaratmış olabilir. Yani Atlantis hikâyesinin tamamen ünlü filozofun uydurması olması yüksek bir ihtimal.
PLATON’UN GERÇEK AMACI
Platon’un yaşadığı M.Ö. 4 ve 3. yüzyıllarda Yunan ile Persler arasındaki savaşlar ardından Yunan devletleri arasında yaşanan çekişmeler bölgede ekonominin zayıflamasına ve toplumsal düzende yozlaşmalara neden olmuştu. Bu ortamda ünlü Devlet kitabını kaleme aldı. Burada demokrasiyi eleştiren Platon, devleti bilgi sahiplerinin ya da filozofların oluşturduğu elit bir yönetici sınıfın yönetmesi gerektiğini savundu. Toplumu da katı sınıflara ayıran Platon böylece ileri bir medeniyete ulaşılabileceğini iddia etti. Büyük dahi muhtemelen kendi yönetim sistemini deteklemek için Atlantis efsanesini yarattı. Ancak daha sonra bu hikaye o kadar ciddiye alındı ki pek çok ruhçu, geçmişte Atlantis’te yaşamış ruhlarla irtibata geçip kayıp medeniyet hakkında bilgiler aldıklarını iddia etmeye başladılar. Altın Çağcılar da bu bilgilerle Atlantis’i kutsallaştırarak ulaşmamız gereken medeniyet olarak efsaneyi bir hedef olarak ortaya koydular. Sonuç olarak kutsal kitaplarda Nuh Tufanı olarak anılan bir tufan gerçekleşmişti gerçekten ve bazı medeniyetler de yok olmuştu. Ancak bunlar arasında gerçekten de Atlantis diye bir yer olup olmadığını bilmiyoruz. Günüzdeki araştırmalar hala somut bir sonuca ulaşmamıştır.
Kuran’da Atlantis var mı?
Bazı Kuran araştırmacıları kitapta bahsedilen Ad kavminin Atlantis olabileceğini iddia etmektedir. Atlantis etimolojik yani kelime kökeni olarak incelendiğinde At-lant ya da Ad-land olarak okunabilir. Ad land, dilimize Ad toprağı ya da Ad ülkesi olarak çevrilebilir. Fussilet Suresi’nde Ad Kavmi’nin yok oluşu şöyle anlatılmıştır:
“Onlar yeryüzünde haksız yere büyüklendiler ve dediler ki: Kuvvet bakımından bizden daha şiddetli kimmiş?
Biz de onlara dünya hayatında aşağılanma azabını taddırmak için, o uğursuz (felaketler yüklü) günlerde, üzerlerine ‘dondurucu(kavurucu) rüzgar’ gönderdik...”