Aşkla karşılaşmayan yarım insandır

Yeni romanı Mavi Koza'da nahif bir aşk hikâyesi anlatan Şule Köklü, aşkın nasıl dönüştürücü bir güç olduğuna dikkat çekerken ''Aşk dünyada verilebilecek en büyük lütuf. Ona kavuşmuş bir insan daha fazla bir lütfa ihtiyaç hissetmiyor. Nefsinden arınıyor. Tamahkârlığı ölüyor. Aşkın öldüren bir tarafı var evet ama bu beden değil, nefsini öldürüyor.'' diyor ve ekliyor ''Aşkla karşılaşmayan yarım insandır''

GÜLCAN TEZCAN / gulcantezcann@gmail.com

Kızılırmak Çocukları, Yanık Maske ve Baltar'ın ardından Mavi Koza ile okurlarını selamlıyor yazar Şule Köklü. Toprakla ve tabiatla bağını her daim canlı tutan Köklü, şehirden yerine köy ve kasaba romanları yazmayı seçiyor. Şehirlerin insanı topraktan ve dolayısıyla fıtratından uzaklaştırdığına dikkat çeken Köklü, rüzgârın, ay ışığının, taş konakların, türkülerin peşi sıra anlatılar kurmayı daha anlamlı buluyor.

Sevdalısı olduğu Sivas, en güçlü ilham kaynaklarından biri. Son romanı Mavi Koza da Sivas Divriği'de geçiyor. Sayfaları çevirdikçe şehrin sokakları, Divriği Ulu Cami, eski evler, konaklar gözünüzün önünde canlanıyor. Diğer romanlarda olduğu gibi yazı masasına oturmadan aylarca kurgulayacağı mekânlarda gezip, dolaşmış. Havasını koklamış, suyunu içmiş, rüzgârına, ay ışığına aşina olmuş şehrinin. Bu yüzden sadece bugünün gençlerine nahif bir aşk hikâyesi anlatmakla kalmıyor aynı zamanda Divriği'nin kaydını tutuyor. Şule Köklü ile Mavi Koza'yı konuşmak üzere Üsküdar'da buluşuyoruz.

EDEBİYAT İYİ BİR TELLAL

Romanlarında Anadolu'ya has kültürel unsurlar kahramanlardan rol çalacak kadar baskın bir şekilde yer alıyor. Buradan hareketle 'Yazdıklarınıza belge ya da kayıt romanlar diyebiliriz miyiz?' diye soruyorum.

"Evet, kayıt romanlar diyebiliriz. Çünkü roman bana göre hayattan bağımsız değil. Gerçekten alınmış kurmaca kesitlerden oluşuyor. Biz herhangi bir karakter ya da mekan oluştururken, bir zamanı tasvir ederken yaşadığımız ve bizim için bir karşılığı olan mekanı, zamanı ve karakterleri kullanıyoruz. O sebeple içinde ilmek ilmek dokunmuş Anadolu kültürünün varolduğu romanlar yazdım bugüne kadar." diyor.

Okuru elinden tutup Sivas, Divriği sokaklarında gezdirirken ve ille de Divriği Ulu Cami'nin hüznünü satırlarına taşırken amacının bu mekânların fark edilmesini sağlamak olduğunu söylüyor ve ekliyor: "Notre Dame Kilisesi yandığı zaman bütün dünyanın ciğeri yandı. Peki niye yandı o ciğer? Çünkü dünya Victor Hugo'nun Notre Dame'ın Kamburu adlı kitabından

tanıyordu orayı. Bu bakımdan edebiyatın duyuran bir tarafı var. Edebiyat, kitap hem hafıza hem de iyi bir tellal. Bütün dünyaya duyuruyor kendisinden haberdar ediyor. Geçmiş ve gelecek için kayıt altına alıyor. Her gidişimde mahcup bir duruşla ve sitemkâr gördüm Divriği Ulu Camii'ni. Çünkü dünyanın dört tarafından gelmiş insanlar var. Ama bizim insanımız yok ve 'Neden burası boş, bir şey mi var' diye bize soruyorlar. Üç, beş tane Türk turist gördüm ben orada. O açıdan çok mahzun."

AŞK DÖNÜŞTÜRÜR

Bu romanı yazarken Notre Dame'ın Kilisesi gibi bir romanla Divriği Ulu Camii'ne işaret etmek istediğini anlatıyor Köklü. Karşılıksız bir aşkla Mavili adını verdiği bir gence aşık olan romanın kahramanı da tıpkı Divriği Ulu Camii gibi fark edilmeyişin, görmezden gelinmenin acısını çekiyor. Mavi Koza'nın asıl meselesi de aşk. Bu yüzden genç bir kızın sevdiğine bile söylemekten kaçınarak kendine ait kıldığı aşkın onu nasıl kâmil bir insana dönüştürdüğüne tanık oluyor okur.

"Aşkın itibarını mahvettiler. Aşk itibarsız bir şey değildir. Kavram ve duygu olarak eşsiz ve tertemizdir. Bizde aşkını anlatmak bir tabudur. Bu tabulaşma ile birlikte kirlendi. Neyi çok tabu haline getirirseniz o kirlenmeye meyyaldir. Halbuki aşk böyle bir şey değil." diyerek popüler kültürün tüketim nesnesi haline getirdiği bu özel duygunun aslında insanın manevi yolculuğunda en değerli yol haritası olduğuna dikkat çekiyor.

Batılı aşk romanlarına en temel itirazını da şu cümlelerle özetliyor:

"Aşk bir kere dönüştüren bir şey. Romanı yazma sebeplerimden biri de buydu. Cumhuriyetin ilk döneminde bizdeki aşk romanlarına baktığımız zaman -sanırım Batı'dan etkilenerek- aşık kavuşamayınca ölümü seçer, intihar eder. Ama böyle olmamalı. Doğu'nun aşk hikâyelerinde evet sevenler kavuşamazlar ama yaşadıkları hâl onları bambaşka birine dönüştürür. Biz burada beşeri aşktan bahsediyoruz ama ilahi aşkla iç içe geçmiş bir şeydir beşeri aşk. Tamamen birbirlerinden ayrı düşünemeyiz. Çünkü aşık olduğunuz zaman yaratılan her şeye bakışınız değişir. 'Aşk taşa merhamet ettirir' diye bir cümle geçiyordu romanlarımın birinde. Burada da 'aşk öldürmez diriltir' diyorum."

GERÇEK AŞIK KENDİNİ DEĞİL NEFSİNİ ÖLDÜRÜR

Mavi Koza'nın isimsiz kahramanı olan gençkız bir taş ustası. Bir kadının taş ustalığı yapması ilkin kulağa tuhaf geliyor. Ancak Şule Köklü bu konuda da bir saha araştırması yapmış ve pek çok şehirde Olgunlaştırma Enstitülerinde taş ustalığı konusunda kadınların çalıştığını öğrenmiş. Romandaki usta-çırak ilişkisinde de genç kız ustası Kadir abiden sadece taşı yontup şekil vermeyi öğretmiyor. "İki çıraklık birden var burada" diyor Şule Köklü. Gençkız bir yandan zanaat öğrenirken bir yandan da insanın insanı modellemesi anlamında bir eğitim alıyor ustasından. "Kadir abi burada benim için fıtratı bozulmamış, kâmil insan. Ve aşkla pişiyor o da. Aşkla karşılan pişmeye mecbur çünkü. Kadir'in elinin tersi ile dünyayı itmesi, şehrin en zengin ailelerinden birinin tek çocuğu iken ailesinden ve onların yaşadığı konaktan vazgeçmesi hiç kolay değil." diyen Şule Köklü, gerçek aşığın hâlini ise şöyle tarif ediyor:

"Aşıkların biraz meczup tarafları oluyor. Dünyadan vazgeçişleri sebebiyle öyle nitelendiriyorlar halk içinde. Dünyaya tamah ettiğiniz zaman meczup demiyorlar da dünyadan vazgeçmeye ve tercihlerinizi azaltmaya başladığınız, beklentilerinizi düşürdüğünüz andan itibaren meczup sayılıyorsunuz. Çünkü aşk dünyada verilebilecek en büyük lütuf. Ona kavuşmuş bir insan daha fazla bir lütfa ihtiyaç hissetmiyor. Nefsinden arınıyor. Tamahkârlığı ölüyor. Aşkın öldüren bir tarafı var evet ama bu beden değil, nefsini öldürüyor. Altını eritip külçe haline getirmeniz için kızgın bir ateşin içinde onu kaynatmanız gerekiyor. İnsan nefsinin de katı halden sıvı hale dönüşmesi ve yeniden şekil alması gibi bir şey aşkla karşılaşması. Onun için aşkla karşılaşmayan insanlara bunu söyleyince bana 'Ya öyle şey olur mu' diyorlar. Belki büyük bir laf ediyorum ama 'aşkla karşılaşmayan yarım insandır' diyorum bazen. Aşkla karşılaşmayan gerçekten bir yerlerde eksik. Böyle düşünüyorum."