GÜLCAN TEZCAN / gulcantezcann@gmail.com
Türk resminde Malik Aksel, Nuri İyem, Abidin Dino, Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Neşet Günal gibi isimlerin Anadolu'dan ilham alan eserleri klasikleşmiş olsa da sonraki dönemlerde aynı güçlü etkiye sahip tablolarla karşılaşmak pek mümkün olmadı. Yakın zamanlarda sosyal medyada sıkça paylaşılan Mehmet Emin Erşan imzalı eserler köy yollarına koşulan at arabaları, yolları kaplayan hazan yaprakları, renklerden tuvale dökülen duygu dünyası ile herkesin içini ısıttı. Kimi nostaljik bulsa da Erşan, çocukluğundan izler taşıyan tablolarda güçlü bir Anadolu atmosferi çizerek geç de olsa Türkiye'de de tanındı.
Eğitimci kimliğiyle yıllar boyu köy çocuklarını sanatla ve resimle buluşturan Mehmet Emin Erşan, 1995'ten beri tuvallere Anadolu'nun renklerini taşıdı. Memleketi Korkuteli'nde 2002'de bir sanat evi kurup çocuklara resim teknikleri öğretti. Sanat hayatına bir süre Almanya'da devam eden sanatçı, Tayvan'da düzenlenen uluslararası bir yarışmada ödül aldıktan sonra Uzak Doğu'da tanınan ve beğenilen bir ressam haline geldi. Ancak ülkemizde tanınması sosyal medyada görünürlük kazanması ile gerçekleşti. Doğrusu ben de TRT2'nin Twitter paylaşımı ile fark ettim Mehmet beyin tablolarını. Eserlerinin her biri başlı başına birer hikâye barındırıyor. Hatta Mustafa Kutlu hikâyelerinin yaşattığı hissiyatı duydum biraz da.
Antalya'da yaşayan Erşan'a telefonla ulaşıp tablolarındaki bu sıcak Anadolu atmosferinin arka planını ve sanat hayatına dair merak ettiklerimi sordum.
ÇOCUKLUĞUMDA YAŞADIKLARIMI RESMETTİM
Şimdilerde eserlerine yoğun bir talep olan Mehmet Emin Erşan, tablolarında öne çıkan Anadolu atmosferinin çocukluk yıllarından, tarlada çalıştığı, köy evinde bir soba etrafında kardeşleriyle bir sofranın etrafında buluştuğu zamanlardan beslendiğini anlatıyor:
"Bir aşk şiirini aşkı hakikaten tatmış bir şair mi daha güzel yorumlar yoksa hayatı boyunca hiç aşık olmamış bir şair mi? Bir şeyleri yaşamak lâzım. Bir şeyi yaşadıysan çok iyi bir şekilde gözlemlediysen onu en gerçekçi biçimde yansıtabilirsin eserine. Ben bugün İspanyol dansçılarının resimlerini de yapabilirdim. Ama bu benim kültürüm değil ki. Çocukluğumdan beri etrafımda olan, sürekli gözlemlediğim, kapının önüne çıktığımda gördüğüm şeylerin resmini yaptığım zaman bu karşı tarafa daha çok geçebiliyor."
Çocukluk dönemi ve öğretmenlik yılları Anadolu'da geçmiş Erşan'ın "İşte bu nedenle sanatım da, o yılların görsellerinden besleniyor, kendi otantik kültürümüzü tablolarıma yansıtıyorum. Verdiğim veya vermek istediğim mesaj ise, Anadolu Kültürü ve Anadolu insanının yaşantısı." diye özetliyor şimdilerde herkesin hayranlıkla izlediği eserlerinin kaynağını. "Anadolu bu anlamda müthiş bir kültüre sahip. Farkındaysanız hâlâ birçoğumuz Avrupa taklitçiliği peşinde. Benim zengin bir kültürüm var. Avrupa bile kendini tüketti, Hindistan'dan, Doğu'dan beslenmeye başladı. Bana bir karma sergi teklifi geldi Meksika'dan. Ben oraya kendi kültürümü yansıtan işlerle gideceğim ki insanlar benim kültürümün güzelliğini, naifliğini bilsin. Ben bunun peşindeyim." diyen Mehmet Emin Erşan, yurtdışı tecrübesiyle ilgili olarak da şunları söylüyor:
TARZIM UZAKDOĞULULARA HİTAP EDİYOR
"Eşimin Almanya'da öğretmenlik görevi vardı. Oraya gitmiştik orada bir karma sergiye katılmıştım. Yerli ve yabancı koleksiyonlarla birçok karma sergiye katıldım. Avrupa'dan sonra Uzak Doğu'yla ve sıcak insanlarıyla tanışmak ilginç bir deneyim oldu. Tayvan'da her yıl düzenlenen sanat fuarı kapsamında yapılan bir yarışma var. Uzak Doğu'da Kuala Lumpur'dan Hong Kong'a resme ilgi çok yüksek ve yelpazeleri çok geniş olduğu için dünyadan katılım fazla oluyor. Tayvan'da katıldığım yarışmada eserim 86 ülkeden 5 bin resim arasından finale kalıp ödül aldı. Bazı sanat direktörleri çalışmalarımı özgün bulduklarını söyleyerek yeni çalışmalarımı istedi. Orada 23 resmim sergilendi. Uzak Doğulular renkleri, dokuları ve ağaçları çok sevdiklerimden tarzım onlara hitap ediyor. 2018-2019 yıllarında iki yıl üst üste oraya davet edildim. Akabinde araya pandemi girdi. Resimlerim Tayvan'da çok büyük ilgi gördü. Ülkemde bana gösterilmeyen ilgi ve saygıyı orada gördüm."
"Peki neden görülmedi bunca zaman yaptığınız işler?" diye soruyorum. Cevabı sanat piyasasındaki tekeli işaret ediyor: "İstanbul'da, Ankara'da daha önceki dönemlerde suyun başındakiler, akademide öğretmen olanlar büyükşehirlerdeki gazeteciler, sanatçılar bunlar hep suyu kendilerine çevirmişler. İstanbul'daki galerici zengin bir alıcıyı galerisine kattığı zaman hep belirli kişilere yönlendirmiş. Şimdi sosyal medya diye bir şey var. Sosyal medyada Anadolu'nun herhangi bir yerinde sanata yeteneği olan, sesi çok güzel, edebiyatı çok güçlü biri bir şekilde kendini ifade edip gösterme şansı buluyor. Sosyal medyanın kötü yanları olsa da böyle iyi yanları da var."
"Sosyal medya sanat ortamını demokratikleştirdi diyebilir miyiz?" dediğimde ise cevabı net:
"Kesinlikle. Hakikaten öyle oldu. Çünkü ben 1995'ten itibaren resim yapıyorum. Düşünsenize bu kadar emek verip hiçbir karşılık göremiyorsunuz. Bir ilgi yok, saygı yok. Dönüp bakan yok. Bir ara tuvallerimi dükkânın önüne çıkarıp üzerine benzin döküp yakasım bile geldi. Son dönemde Sunay Akın'la bir dostluğumuz oluştu. Antalya'ya geldiğinde ona bir tablomu hediye ettim. Sunay Akın onu Instagram hikâyesinde paylaşınca çok fazla takipçisi olduğu için benim takipçi sayımda da bir patlama oldu. TRT2 çok seçicidir, elittir ama onların bile bir şekilde dikkatini çekmiş. Çünkü biz akademisyen olmamıza rağmen saf, doğal bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. İşin samimiyetini fark etti insanlar.