Anke'nin hipnotize eden heykelleri İstanbul'da

Sadece görme duyumuzu değil, aynı zamanda dokunma, tat ve koku duyularımızı da harekete geçiren aldatıcı hipnotik heykeller yapan Anke Eilergerhard'ın “Resilience” adlı sergisi Anna Laudel'de devam ediyor. Sergi kapsamında sanatçının ilk defa Türkiye'de sergileyeceği yeni ve son dönem üretimlerinin yer aldığı, heykel, duvar rölyefi ve serigrafi dahil olmak üzere farklı türlerde 30'un üzerinde eseri 14 Ocak 2021 tarihine kadar ziyaret edilebilir.

ALİ DEMİRTAŞ / ali.demirtas@aksam.com.tr

Galerinin üç katında görülebilen sergide, sanatçının “pigmented polyorganosiloxan” isimli özel bir silikon malzeme ve porselen kullanarak ürettiği hipnotize edici heykel serisi yer alıyor. Anke Eilergerhard’ın büyüleyici görsellikteki eserleri bolluk ve bereketi çağrıştırırken, aynı zamanda en iyi bildiğimiz objeleri daha önce hiç görülmemiş bir şekilde sunuyor. Silikon katmanlarını bir pasta hamuru gibi şekillendiren sanatçı, dünyaca bilinen mutfak objelerini alışılmış normlarının dışında, adeta yerçekimine meydan okuyarak gizemli bir simetriyle üst üste diziyor. Eilergerhard’ın bu teknikle özenle ürettiği eserleri hem estetik açıdan hem de tüm dünyada kadınlarla özdeşleştirilen geleneksel mutfak objelerini reddetmesiyle feminist söylemdeki yerini alıyor. Yakın zamanda Tempelhof-Schönberger-Berlin Sanat Ödülü’nün sahibi olan sanatçının cüretkâr eserleri dünyanın birçok farklı ülkesinde sanat fuarları, kamusal alanlar ve ünlü koleksiyonlarda sergilendi. Bunlar arasında, dünyaca ünlü moda markası FENDI ile yaptığı “The Sweet Dream by Anke Eilergerhard” isimli iş birliği altında New York, Paris, Milano, Berlin, Dubai, Hong Kong, Tokyo, Rome ve Shanghai başta olmak üzere, 200’ün üzerinde satış noktasında gerçekleştirdiği sergiler yankı uyandırdı.

DİRENÇ VE ESNEKLİK ANLAMINA GELİYOR

Adını Türkçe’de “direnç/esneklik” anlamına gelen “resilience” kelimesinden alan sergideki eserler, kırılgan görünümlerinin aksine dayanıklılık ve rezonans; esneklik ve ekoyu bir araya getirerek tüm duyu organlarımızı harekete geçiyor. Latince’den gelen “resilience” kelimesinin kökenine baktığımızda salire zıplamak, sıçramak anlamında gelirken, önünde yer alan re- eki ile (re+salire: geri sıçramak, geri çekilmek) birleşince dayanıklı anlamındaki “resilient” ortaya çıkıyor ve bu da daha esnek zaman ve mekân yapısını çağrıştırıyor. Fransız filozof Francis Bacon bu kelimeyi fiziksel tepkileri ve çok çeşitli türlerin ses özelliklerini tanımlamak için kullandı. Anke Eilergerhard’ın adeta hareket eden heykel yapıları da benzer bir rezonans ve tamamen kendi titreşim alanlarını oluşturuyor olmalarıyla “resilience” kelimesi üzerinden karakterize ediliyor.

HEYKEL VE RENK ARASINDAKİ GELENEKSEL ZITLIKLAR

Anke Eilergerhard’ın eserlerinde, heykel ve renk arasındaki geleneksel zıtlıklar, dinamik renk bulutları halinde birbirlerine dönüşerek meydana gelir. Sanatçının TIPPING POINT (Devrilme Noktası) grubunu oluşturan “The Annas” serisinde yer alan üç eserinin birbirleriyle adeta dans eden renk nüansları, birer krem, toz pembe ve turkuaz akşam bulutunu andırır ve bir paradoks içinde uçuculuğu, oluşumu ve çözülmeyi sahneler. Sanatçı, kullandığı malzemelerin gökkuşağını andıran renk geçişleri ve silikonundan çıkan opak formlarla güvenle oynar. Bulut imajında olduğu gibi sanatçının heykellerinde de madde ile manevi olan; yapı ile geçici olan gibi karşıt terimler birbiriyle örtüşür ve renkler akışkan, uçucu bir araç haline gelir. Eserlerinde yer alan kabartma motifler geçişkenliği dramatize eder. Adeta hareket halinde olan figürlerde sanatçı tekrar tekrar tanıdık olan objeleri tanıdık olmayan formlara dönüşterek “kendi yaratma gücümüzü” belirgin bir biçimde gösterir. Renk ve şekil birbirinden ayrılamaz şekilde birleşir ve aynı zamanda birbirinin sınırlarını belirler. Sanatçının eserlerindeki bu karşılıklı ve daimi olan ilişkide, Baudelaire’in “içinde hiçbir şeyin izole veya dokunulmadan kalmadığı, karşılıklı yansıma ve iç içe geçme evreni” olarak tarif ettiği renk kavramı, tamamen farklı bir açıdan tekrar pratik edilir: “Renkler birbirlerini yansıtır ve bunu yaparken görüntüleri şeffaf ve ödünç alınmış özelliklerle sanki camla kaplanır gibi sırlanır, bu da onların melodik uyumlarını sonsuzluğa taşır.”