Amerika'nın en büyük kabusu yine beyazperdede

Hollywood yapımlarının ve milliyetçilik damarları güçlü dünya milletlerinin sinemalarının en eski klişesidir, hâlâ temcit pilavı gibi ısıtılıp ısıtılıp önümüze koyulur: Ülke liderine yönelik terörizm saldırısı…

BAŞAK BIÇAK / basakbicak@gmail.com

Şu bir gerçek ki ülkenin, başkanın veyahut devlet liderlerinin teröristler tarafından ölüm tehdidiyle karşı karşıya bırakılması fikri hâlâ sinema perdesinde en çok işleyen ve milliyetçi duyguları en çok körükleyen fikirlerin başında geliyor. 

KİTLELER HÂLÂ PEŞİNDE

21. yüzyılda, dünya ne kadar hâlâ başka ideolojiler altında yönetiliyor gibi görünse de, milliyetçilik mefhumu hâlâ kitleleri peşinden sürüklemeye devam eden, ara ara da olsa altına odun atılan bir ateş gibi varlığını sürdürüyor… Ne Marx’ın Avrupa’yı dolaşan hayaleti, ne de devrimci herhangi bir fikir, Napoleon’un bir Ortaçağ salgını gibi yaydığı bu düşünce kadar kendisine yer edinemedi. Hâl böyle olunca, kimi zaman bir çizgi roman kahramanında, kimi zaman da bir ‘gizli servis ajanı’nda zuhur eden bu hissiyat, yedinci sanatın hâlâ ve hâlâ kullandığı malzemelerden birine dönüşüyor. 2013 yılında, Antoine Fuqua’dan beklenmedik bir sıradanlıkta gelen ilk filmle başlayan seri, üçüncü yapımla hem yine milliyetçi damarları körüklüyor hem de Amerika’nın düşman algısını yeni olmayan bir ulusla özdeşleştiriyor. 

KENDİNİ TEKRAR EDİYOR

Kod: Adı Olympus’ta (Olympus Has Fallen) Kuzey Kore’ye yönelik düşman algısından sonra, Kod Adı: Londra’da (London Has Fallen) vizyonunu genişletmeyi başaran seri, üçüncü filmde kendisini tekrara düşüyor ve ilk filmde olduğu gibi yine Amerikan başkanına yönelik bir tehdidi merkezine alıyor. Demir Perde devrinden beri Amerika’nın bir türlü kurtulamadığı en büyük kâbusu Rusya, Kod Adı: Angel’da (Angel Has Fallen) yeni tehdit unsurumuz olarak karşımıza çıkıyor. Üçüncü film de başkan da farklı… Morgan Freeman, ABD Başkanı oluyor ve ilk iki filmden tanıdığımız ajanımız Mike Banning (Gerard Butler), yine onu kurtarmak için canını dişine takıyor… Hikâyeden daha fazla bahsedip sürpriz bozmak istemiyorum. Zira senaryonun ilk filmden pek farkı yok. Sadece üçüncü filmde odağı biraz daha Mike Banning’e çevirerek öykünün dramatik yönünü artırmayı hedeflemişler. Fakat bu bile, Kod Adı: Angel’ı çerezlik bir aksiyondan öteye götüremiyor. Bu durumun en büyük sebebi ise film boyunca gözden kaçırmanıza fırsat vermeyecek derecede bariz olan mantık hataları… 

MANTIK BEKLEMEK YANLIŞ

Aksiyon sinemasında mantık beklemek yanlıştır, bir noktaya kadar onca hengâmenin arasında kahramanlarımızın nasıl hayatta kaldığını sorgulamayız. Ancak burada söz konusu olan Amerikan Başkanı ve onu koruma hali… Bu kadar zayıf ve akla zarar hataların yapıldığı bir güvenlik sistemiyle Amerikan başkanı dahi korunamazken, bu ülkenin “dünya devi” olduğu fikrini maalesef aşılanamıyor; kaldı ki işlerin böyle yürümediğini artık hepimiz biliyoruz. Dolayısıyla Kod Adı: Angel, kendi temellerini daha en başından yerle bir ederek, seyircinin gözünde hem inandırıcılığını zedeliyor, hem de film boyunca aksiyon ile meşk edecek gözlerimizi ucuza kaçılan bilgisayar efektleriyle kör ediyor. Özetle Kod Adı: Angel, izle unut bir aksiyon filmiyle sinemada keyifli ve heyecan dolu vakit geçirmek isteyenler için popcorn tadında bir eser. Aksi halde uzak durmakta fayda var.