“Alev'in yaktırdığı ateşler ışıldamaya devam ediyor”

Yakın zamanda kaybettiğimiz değerli düşünce insanı ve yazar Alev Alatlı'yı rahmetle anarken onu yakın dostu Psikiyatrist Dr. Muzaffer Uyar, Akşam Cumartesi'ye anlattı. Uyar, ''Alev, memleketine kimsenin inanmadığı kadar inandı. Onu biricik kılmak istedi. Buna cevap olarak da memleketi onu biricik kıldı. Evet, sevgili ateş kuşu dostum aramızdan uçtu gitti. Ama yaktırdığı ateşler ışıldamaya devam ediyor.'' dedi.

ALİ DEMİRTAŞ / ali.demirtas@aksam.com.tr

Bazı insanlarla aynı dönemde yaşamış olmak; okumuş, görmüş ya da duymuş olmak yetmiyor onları kavramaya. Tümüyle idrak etmek ve algılamak gerekiyor ne yapmak istediklerini anlayabilmek için. Alev Alatlı da öyle bir insandı benim için. Onu tümüyle anladık mı bilmiyorum ama birçok insanın hayatına dokunduğunu, fikir dünyasını etkilediğini biliyorum. Zira ülkesine, hayata, insanlığa, dünyaya ve dünyasına dair derdi, kaygısı ve meselesi olan biriydi. Fikir ve düşünce dünyamızda derin izler bıraktı, ufuk açtı. Geniş kitlelerce okundu, sözleri dikkate alındı. Anadolu'nun tam ortasına bir üniversite kurdu. 2 Şubat 2024 tarihinde aramızdan ayrıldığında 79 yaşındaydı. Ardında üretkenliği ile gıpta edilesi bir ömür, Türkiye fikir ve yazın dünyasına da derin bir miras bıraktı. Toplumsal belleğimizde hatırasının canlı tutulması için yakın zamanda iki anlamlı program gerçekleştirildi. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından Vefa Ödülü'ne layık görülen Alev Alatlı adına Gaziantep'te de Alev Alatlı Eğitim ve Sanat Merkezi açıldı. Biz de bu vesileyle onu yakın dostu Psikiyatrist Dr. Muzaffer Uyar ile konuştuk: "Sevgili ateş kuşu dostum aramızdan uçtu gitti. Ama yaktırdığı ateşler ışıldamaya devam ediyor. Yine de eğer bir gün karanlıklara gömülürsek, o zaman yine bir baba bir hayal kurar ve sonra da bir kız çocuğu yola çıkar; Ülgen de yeni ateş kuşunu bulmuş olur."

TÜRKLÜK ONUN İÇİN BİR VAROLUŞU VARLIKLAŞTIRMADIR

Alev Alatlı deyince aklınıza ilk gelen şey nedir, onun zihninizdeki yansımasını bizimle paylaşır mısınız?

Alev Alatlı deyince bilinçaltımdan gelen ilk kelime "Ateş kuşu"dur. Ben onu hem tüysü hafifliği olan bir kuşa hem de ateşe benzetirdim. Bir keresinde bana babasından bir anekdot aktarmıştı. Genç bir subay olan baba, Doğu görevini yaptığı 1940'ların Anadolu'sunda o yoksul, yoksun kasaba ve şehirlerin gecelerinde ışıkların aydınlatamadığı karanlığı izlerken bir gün buraların ışıl ışıl olacağını hayal edermiş. Belki de bu ukdedendir. İki kızından büyük olanın adını Alev, küçük olanın adını da Işıl koymuş. Işıl çok değerli bir sanat insanı idi. Alev ise bir ateş kuşuymuş meğer. Babanın bu efsaneden haberi var mıydı, bilmiyorum. Efsane kısaca şöyle, Türk Altay mitolojisinde ateş kuşunun (Korbolko) insanlara ateş getirdiği rivayet edilir. Tanrı Ülgen tarafından gönderilmiştir. Alev de ülkemizde ateşe ihtiyacı olan büyük bir insan kitlesine ateş getirdi. Alev'in bende yarattığı bir diğer çağrışım da Türkiye'dir. Bu Türkiye, Türkleri, diğer Anadolu insanlarını ve Anadolu'nun kendisini kapsar. Özellikle etnisiteler demiyorum çünkü onun zihnindeki Türklük o kadar etnik değildir. Daha çok kendiliktir. Bu kendilik Türkler denen insanların dilinde, kültüründe kendini gösteren bir hayatı algılama ve yansıtma çizgisidir.

Peki Anadolu nedir onun için?

Alev Alatlı için Anadolu onun köklerinin geldiği Balkanlardan başlayıp nerelere uzandığı belli olmayan uçsuz bucaksız bir memlekettir. Bu Türk-Anadolu ikilisinin tarihsel uzanımı içinde Alev için önemli kısım Balkan Sürgünü ve Kurtuluş Savaşı arasındaki dilimdir. Ve tabii Cumhuriyet'in kurulması da. Bu bir yönden Türklerin Anadolu'da yeniden küllerinden doğuşu hikâyesidir. Öte yandan Kurtuluş Savaşı'nda savaşan askerler ve subayların çoğunluğu hem Türk hem de Müslüman'dır. Müslümanlar kendiliğinin verdiği kutsiyet ve imanın da yardımıyla yedi düveli yenmişlerdir. Bu yüzden Alev, Türk ve Müslüman olanı ayrı bir sever. Ama Cumhuriyet'in geç sonrası dönemi bir hayal kırıklığıdır.

ABD'DE TÜRKLERİN AŞAĞI GÖRÜLMESİNE ŞAHİT OLDU VE ÖFKELENDİ

Neden hayal kırıklığı?

Alev'in çocukluğunun geçtiği yıllardır bunlar. Asker babasının Doğu Anadolu görevi sırasında 9-10 yaşlarındadır. Öyle bir yoksulluk ve yoksunluk vardır ki anlatılır gibi değildir. Savaşı kazanan bu insanlar ne olduysa, bir şekilde, feci kaybetmişlerdir. Alev sadece yoksulluğu görmemiştir. Anadolu'nun; bu yoksulluğun yıkamadığı erdemlerini, merhametini ve sahiciliğini de görmüştür. Sonra Japonya'da lise, ODTÜ'de öğrencilik ve Türk entelijansiyasını tanıma ve sonra Amerika. ABD'de ülkesinin, Türklerin, Filistinlilerin ve Müslümanların aşağı görülmesine şahit olma ve öfkeleniş... Türkiye'ye dönüşte Anadolu'ya sırtını dönmüş ya da diğer bir deyişle Batıcı gözlüklerle okuma eğilimindeki aydınlarla hoşnutsuz tanışıklıklar ve ardından Cemil Meriç'le karşılaşmasının ona verdiği bir rahatlama, onun hayatındaki bazı köşe taşlarıdır. Nihayetinde Alev kendini yeniden bulmuştur ve mutlaka yazmalıdır. 80'li yıllar ortası, eşini kaybetmiş yalnız başına bir çocuk büyütmek zorunda olan bir kadın, memuriyetteki maaşından da vazgeçer ve yazmaya başlar. Çeviriler ve dergilerden kazandığı paralarla kıt kanaat hayat, bir de oldum olası eyvallahsızdır. Sonra ilk romanı ve ilk ödül. Sonrası onlarca kitap daha, yetmezmiş gibi yüzlerce konuşma, seminer ve Anadolu'nun ortasında bir vakıf üniversitesi kurmak. Bunları yapabilmesini sağlayan şey o müthiş enerjisidir. Sanki bir nükleer ateş gibi olan o enerjisi.

ALEV MEMLEKETİNE KİMSENİN İNANMADIĞI KADAR İNANDI

Sizce Alev Alatlı'yı düşünce, fikir dünyamızda biricik ve özel kılan şeyler nelerdi?

Benim için onu biricik kılan şey bu memleketle ilintilidir. Alev memleketine kimsenin inanmadığı kadar inandı. Onu biricik kılmak istedi. Buna cevap olarak da memleketi onu biricik kıldı. Alev temelde insancıdır ama "Önce benim memleketimin insanı" der. Memleket insanları arasında da kenara itilmiş ve değeri bilinmemişleri... Ki bunlar sahici olanlardır, onları daha bir kayırır. Onların sesi olur. Onlar adına "Orada (beni anlayacak) kimse var mı?" sorusunu sorar. Bu bir memleketin insanına sorusudur aynı zamanda. Bu insanları kenara itenler, sömürenler sadece kompradorlar değildir. Bu ülkenin kültürünü küçümseyenlerdir de ona göre. Bunlar ithal fikirleri olan insanlardır.

YAZIM DİLİNDE SADECE İSTANBUL DEĞİL ANADOLU TÜRKÇESİNİ DE MERKEZE ALDI

Onun en çok hangi söylemini, eylemini ya da yönünü önemsiyorsunuz?

Onun söylemleri ya da Türk yazın-düşündeki pozisyonunda, benim de önemsediğim şu ithal fikirler meselesidir. Bunlar ithal yaşamlarla bütünlenir. Bu ülkede fikir ve yazın camiası Tanzimat öncesi Fars ve Arap medeniyetlerinden, Tazminat sonrasında da batı medeniyetinden fazlasıyla etkilenmiştir, bu belli bir ölçüde kabul edilebilir. Ancak bu durum içeriye doğru bir körlük sonrasında da kendini ve kendiliklerini bilmezliğe dönüştü. Alev bu bakış-duruşun tümüyle karşısında yer aldı. Ve yazım dilinde de sadece İstanbul Türkçesi'ni değil tüm Anadolu Türkçesi'ni merkeze aldı. Bazılarının maskülen dediği dobra bir dili vardı. Söyleyeceğini kısadan söylerdi. Ve Türkçe'nin diyalektiğini iyi fark etmişti. Türkçe'de hem incelikli olmak lâzım derler hem de çok incelirse oradan kopar derler. Yazmak düşünmek onun için aynı zamanda kendi olmaya doğru giden bir yoldu. Kendi olmak da hem geçmişe hem de geleceğe uzanan bir arayıştır. Kendi olmak insanı kaybolmuşluktan korur. Kendi olmak sahici olmaktır da. Bunlar benim Alev'den öğrendiğim şeylerden sadece bazıları.

KEŞKE SOL LAİK KESİM DE ONA HAKETTİĞİ SAYGIYI SUNSAYDI

Alev Alatlı herhangi bir siyasi görüş ya da parti ile doğrudan özdeşleşmeyen, tüm kesimlerin kıymet verdiği bir isimdi, buna katılıyor musunuz? Ülkemizde tam da Alatlı profilinde donanımlı yazar ve düşünürlerin yetişmesi adına sizce neler yapılmalı?

Evet katılıyorum. Alev öncelikle sağcı, solcu İslâmcı, Türkçü, modern, post modern, liberal, muhafazakâr vb. kavramlarının içine sığabilecek biri değildi. Memleketi konusunda koruyuculuğu, muhafazakârlığı bazılarınca sağcılık gibi tanımlanmıştır. Sorgulayıcılığı ise bazı muhafazakâr sağ kesimlerce şüpheyle karşılanmıştır. Ama o zaten düşünebilmek için bazı ideolojiler ya da öğretilere fazlasıyla ihtiyaç duyan insanların yargılarını pek takmazdı. Memleketini seven her kesimden saygı görmesi gayet doğal, ölümünden sonra keşke sol laik kesim de (Aydınlık Gazetesi hariç) ona hak ettiği saygıyı sunsaydı. Bunda belki de yaşamının son 20 yılındaki bazı olguların etkisi var. Alev yaşamının son yıllarında AK Parti'ye angaje olduğu gerekçesiyle fazlasıyla eleştirildi. Bildiğim kadarıyla Sn. Cumhurbaşkanı Tayyip Bey'i insan olarak severdi ve onu samimi, vefalı bulurdu. "İşi çok zor, yardımcı olmak lâzım" derdi. Yeri geldiğinde de eleştirmekten geri durmazdı. İşin aslı, Alev son 30 yılda çok sayıda başbakana, parti başkanlarına ve devlet şahsiyetlerine Türkiye'nin gelişmesine dair fikirlerini sundu. Ve hep çok saygı görmüştü. Galiba aralarında Tayyip Bey'in özel bir yeri vardı. Ben de Cumhurbaşkanı'nın ona vefasını gerek hastalığı gerek ölümü ve sonraki süreçlerde gözlemledim. Müslüman sağ kesim, bazı nedenlerle onu daha sahiplendi. Bu insanların çoğunluğu kenardan merkeze doğru yola çıkmıştı ve bu yolculukları için onlara umut vermiş, onlara inanmış bir insanı yüceltmeleri kaçınılmazdı. Bu bir tür vefa idi de. Bu insanların merkeze yürüyüşü, sonra yerleşmesi bazı kesimlerince eleştirildi. Alev'in onlara desteği "Cahilliğe övgü" olarak görüldü. Bu insanlar neyi başardılarsa arkasında Alev'in ellerine tutuşturduğu ateşin etkisini görürüm. Alev Alatlı gibilerin yetişmesi için ne yapmalıyız konusuna gelince, cevabım, "Bir şey yapamayız"dır. Bu tür insanları başka bir güç seçer. Tüm fikir ve ideoloji karşıtlıklarımıza rağmen Türkiye için yapıcı fikir ve eylemlerde birleşebilme alçak gönüllülüğü ve yüceliğini gösterebilirsek eğer, ülkemiz de yücelir.