Gündüz kuşağı evrenine hoş geldiniz

Yapımcı Ertuğrul Fındık Two Yapım ile imza attığı komedi filmlerine bir yenisini ekledi. Fatih Mutlu'nun senaristliğini üstlendiği ve yönettiği Nalan adlı film gündüz kuşağı programlarındaki gerçek üstü dünyayı mizahî bir bakışla tartışmaya açıyor. Fragmanından sağlam bir durum komedisi olduğunun ipuçlarını veren ve bu hafta vizyona girecek film hakkında merak ettiklerimizi yönetmen Fatih Mutlu ile başrol oyuncuları Açelya Topaloğlu ve Sergen Deveci'ye sorduk.

GÜLCAN TEZCAN / gulcantezcann@gmail.com

Televizyondaki gündüz kuşağı programları kimi zaman dehşete düşüren kimi zaman 'yok artık' dedirten içerikleri ile toplumun ciddi bir kesimini etkisi altına alan yayınlar. Bu hafta vizyona girecek olan Nalan, böylesi bir programı sunan renkli bir karakterin etrafında dönen bir komedi filmi. Sabah programlarının reyting rekortmeni sunucusu Nalan Kazak, bir kaza sonrası 2 yıl ara verdiği programına yeniden başlayacaktır. Bu ilk programa, Nalan'ın eski sevgilisi rap'çi Talat da katılmaktadır. Fakat canlı yayın başladıktan kısa bir süre sonra Nalan'da büyük bir gariplik belirir: Başarılı sunucu, soru sorulduğunda farkında olmadan düşündüğünün tersini söyleyen biri oluverir ve olaylar gelişir.

Filmin başrol oyuncuları Açelya Topaloğlu ve Sergen Deveci seyircinin ekrandan ve sosyal medyadan iyi tanıdığı isimler. Kendisini komedyen değil komedi oyuncusu olarak tanımlayan Açelya Topaloğlu, Nalan'daki oyunculuğuna dair "Açelya'dan şimdiye kadar izlediğiniz, beklediğiniz oyunculuk ve komedi enerjisinin bir tık dışında bir enerji ile oynadım. Sağolsun o noktada yönetmenimiz ve aynı zamanda senaristimiz Fatih Mutlu çok yardımcı oldu." diye konuşuyor. Komedilerde oynamaktan sıkılmadınız mı şeklindeki soruma ise cevabı net:

"Hiç sıkılmadım sıkılacağımı da düşünmüyorum. Ben asıl dramda sıkılıyorum. Bir kere denedim onu bir dizide. Bir yerden sonra o karakter olmaya başladım evin içinde de. Beni rahatsız etmeye başladı o kasvetli durum. Bir de içeride sıkışan bir enerji var. Ben onu şahsen komedi ile atıyorum." Sergen Deveci ise ilk sinema deneyiminden büyük heyecan duyduğunu söylüyor. Sosyal medyada kendi alanında mizah yapan bir fenomen olarak bir ekiple sinema için iş yapmanın çok farklı bir tecrübe olduğunun altını çizen Deveci, "İlk film olduğu için bende çocuksu bir heyecan var. Merak ediyorum süreci. Bütün koşulların, adımların başkaları tarafından çok planlı yapılması ister istemez sana bir sorumluluk yüklüyor. Daha önce sosyal medyada kurduğun o özgür alanın, kendi alanın yok. Yine bir kamera var karşında ama bu sefer bambaşka bir plan, düzen var." diyor.

Sosyal medyada fenomen olup sinemaya geçiş yaptığını düşünüyorum Sergen Deveci'nin ama konservatuar eğitimi aldığını ve tiyatro bölümünü bitirdiğini söylüyor. Deveci, sosyal medyanın genç oyuncuların görünürlüğü ve oyuncu kimliklerini göstermeleri için önemli bir imkân olduğuna dikkat çekiyor.

ABARTTIĞIMIZ KADAR VARMIŞ!

Bir karakterimiz var. Bülent Alkış'ın oynadığı karakter. Gayet işinde gücünde bir nörolog. Ama kameralar açıldığında göbek atıyordu. Bunu yaparken "Bu bir komedi filmi, üstüne gidiyoruz ama bu kadar da abartalım mı" diye düşündüm. Ama bir benzerini gördük gerçekte.

Fatih Mutlu / Senarist-Yönetmen

Ne zamandır senarist olarak üretim halindesiniz?

On yılı aştı senaryo mevzusuna kendimi yönlendireli. Sinema ile hep ilgiliydim. Öncesinde film eleştirmenliği yaptım. Doğrudan sektörün içerisinde yaptığım farklı işler vardı. Onların içerisinde senaryo bana en yakın gelendi. Oraya yöneldim.

Çoğunlukla komedi yazdınız sanırım...

Öyle oldu. Üç filmim var. Sonuncusunu ben çektim. İlki dramdı. Ortak yazar arkadaşlarla beraber yazmıştık. Ama komedi ağır bastı. Normalde arkadaşlarla sohbet ederken de işin ironik ve mizahi tarafından bakıyorum.

Yıllar önce Gerçek Hayat dergisinin mizah eki Korsan Hayat'ta da o ironi damarınız dikkat çekiyordu.

Evet, içinden çıktığım entelektüel çevrede de böyledir. Arkadaşlarım, ustalarım, abilerim, ablalarım onlardan etkilendim herhalde. Ortam beni besledi nihayetinde. Dolayısıyla şu an bile bir hikâye aklıma geldiğinde işin ironik ve mizahî tarafı daha çok ilgimi çekiyor.

Nalan'ın hikâyesi nereden çıktı ve neden böyle bir film yapma isteği doğdu sizde?

Kafamda anlatmak istediğim bir hikâye vardı. Ama mizahî taraftan bakarsak kendimizi daha rahat hissedeceğiz dedik ve öyle oldu. Uzun yıllardır takip ettiğim bir mevzu gündüz kuşağı programları. Bizdeki adıyla kadın programları. Aslında reality show bunlar. Ne olup bittiğini anlamak için uzun süre izledim. Hâlâ da izliyorum. Çok uzun süre vakit geçirince n'oluyor burada, beni buna çeken şey ne derken ortaya bu film çıktı. Prime time'daki dizilerimiz gibi gündüz kuşağında da sabahtan başlayıp akşama kadar devam eden yayınlar var. Bir ara yanılmıyorsam sekiz saate kadar çıktı bu program süresi.

Farklı bir gerçeklik düzlemi oluşuyor...

Evet, ben de ona yoğunlaştım. Nihayetinde hepimiz bu sektörün içerisindeyiz ve o işin hazırlayan, sunan tarafını tahmin edebiliyoruz. Seyirci tarafını da biliyoruz. Belki anlatılmayan bir iki noktası vardı. Dediğim gibi bunlar reality show. Gözardı edilen tarafları vardı. Onlardan ufak dokunuşlar yaptım ama özü itibariyle "n'oluyor burada" diye anlamaya çalışırken ortaya çıkmış bir film. Üzerinde en çok çalıştığım işlerden biri oldu.

Nalan'ın sözü ne tam olarak?

Bir televizyon programından bahsettiğimizde o programı sunan, oraya katılan insanla o insanın şu sokakta, caddede yürürkenki hali aynı değildir. Söylemeye çalıştığım şey bu aslında. Bir dizi filmde bir oyuncuyu izlediğinizde onun bir karakteri canlandırdığını bilirsiniz. Ama bu programlarda böyle değil. Bir doktor veya bir ilahiyatçı adıyla, sanıyla ben şuyum ve burada gördüğünüz gerçek diyor. Ben de diyorum ki gerçek değil. Herkes biliyor gerçek olmadığını. Birazcık buna kafayı taktım. Düşündüğünü söyleme esprisinin üstüne bina edildiği zemin de bu oldu zaten. Bir doktor ekranda niye göbek atar diye cevabını arıyordum? Bir karakterimiz var böyle. Bülent Alkış'ın oynadığı karakter. Gayet işinde gücünde bir nörolog. Hastanesi var vs. Görüyoruz. Ama kameralar açıldığında göbek atıyordu. Bunu yaparken "Bu bir komedi filmi, üstüne gidiyoruz, abartabiliriz ama bu kadar abartalım mı" diye düşündüm. Ama bir benzerini gördük gerçekte. Bu motivasyonu anlamaya çalışıyorum birazcık. Bunu Nalan'ın üzerinden okuyalım dedik.

Gündüz kuşağı ile ilgili herkes rahatsızlık duyuyor ama bir yandan da alıcısı olmaya devam ediyor. Bu çelişkiye dair ne düşünüyorsunuz?

Tv sinemaya kıyasla çok az irade talep eden bir şey. Yıllar önce Okan Bayülgen, 'Evinize destursuz giren bir şey' demişti tv için. Tv ile kurduğumuz irade bağı sadece kumandayı alıp kanalı değiştirmekten ibaret. Sadece o kadar efor sarfetmemiz gerekiyor. Ama sinema öyle değil. Evimizde oturuyoruz. Bir filme gitmeye karar veriyoruz zihinsel bir süreç. Harekete geçiyoruz, aracımıza biniyoruz, toplu taşımaya biniyoruz, mekânımızı değiştiriyoruz. Gittiğimiz yerde sıra bekliyoruz, bilet alıyoruz. Hiç tanımadığımız bir takım insanlarla iki saat boyunca karanlıkta vakit geçiriyoruz. Bu çok yüksek irade gerektiren bir şey. Tv öyle değil. Karşımızda bir şey açık, beğenmediğimiz takdirde küçük bir irade beyanıyla onu geçebiliyoruz. Tanıdığım, bildiğim, ziyaret ettiğim evlerin yüzde 99'unda tv açıktır. Şu veya bu program açıktır. Filanca izleniyorsa çok katılamıyorum. Sinemada bir film izlendiğinde derim ki seyircinin beklentisi ya da o dönemin sosyolojisiyle müsavi bir durum vardır. Ve ortaya böyle bir film çıktı. Filmin başarısı izlenmesini böyle izah edebileceğim birtakım şeyler verebiliyor bana. Ama tv bunu vermiyor. Çünkü her zaman açık bir şey. Bugün o programları kaldırsak yerine herhangi bir şey koysak belki 8 rating almayacak ama 6 ya da 4 rating alacaktır. Tv izleme sayılarında bir düşüş olacağını düşünmüyorum. Genel olarak tv dünyası ile ilgili düşündüğüm bu. Yıllardır şu konuşuluyor acaba bu toplumsal şiddet ekranlardaki şiddetin bir yansıması? 90'ları hatırlayalım bankalar batmış, mafyatik ilişkiler var, sosyolojik sıkıntılar var ama en çok izlenen dizimiz Süper Baba'ydı mesela. İyilik, güzellik ve doğrulukla ilgili bir hikâye. O yüzden sosyolojik bir bağ kuramıyorum. 90'lardakilerle kuramam şimdikilerle de kuramam. Zaten filmde de daha çok konuşmak, muhabbet etmek istediğim kişiler işin yapım tarafındaki, bu programları hazırlayan, sunan arkadaşlarım. Benimle aynı sektörü paylaşan arkadaşlarıma sesleniyorum. Seyirci ile bir meselem yok.