GÜLCAN TEZCAN / gulcantezcann@gmail.com
Takvimler hızla değişse de ülke gündemi ne yazık ki değişmiyor. Daha doğrusu kimilerinin ezberleri, başöğretmen tavırları, had bildirme iştahları hep aynı. Özel televizyon kanalları kurulmaya başlandığında yani 1990'ların başlarında 'İslami kanallar nasıl olmalı' başlıklı paneller yapılırdı. En hararetli tartışmalar çoğunlukla 'ekranda kadın görünmeli mi' sorusu etrafında gelişirdi. Televizyonun nasıl bir mecra olduğu, dini hassasiyetleri olan medya mensuplarının bu aracı en doğru ve değerlerine uygun biçimde nasıl kullanması, nasıl bir dil oluşturması gerektiği gibi daha temel meseleler yerine 'kadın'ın varlığı ya da 'müzik' yayınlamanın haram olup olmayacağı gibi tâli konular daha popüler ve iştah açıcı bulunurdu.
Özel kanallar toplumun geneli için görece özgürlük alanı sağlamış gibi görünse de yine o dönemlerde en çok rating getiren konu 'türbanlı kadınların kamusal alandaki varlığı' idi. Sistem de dini-dar olanlar da kadına mecburi istikamet olarak evlerini gösterdi. O günlerde başörtülü kadınlar 'inandıkları gibi yaşamak' ve kamusal alanda kendi kimlikleri ile varobilmek, sevdikleri, ilgi duydukları ve üretmek istedikleri alanlarda kendiliklerinden ödün vermemek için savaştılar. Zaman geçti, siyasi iklim ve irade değişti, toplumsal konsessüs sağlandı, Cumhurbaşkanımızın da iradesiyle kamusal alanda, kamu kurumlarında başörtü yasakları tamamen kalktı.
Ancak zihinlerdeki bazı bariyerlerin kalkması o kadar kolay olmuyor. O gün sistem başörtülüleri 'türbanlı' diye işaretleyip, varlıklarını tehdit olarak görürken şimdi de İslam'ı tekelinde bulundurduğunu zannedenler 'Emr-i bil maruf nehy-i anil münker' yani iyiliği emredip kötülükten sakındırmak adına sürekli 'başörtülü' kadınlara parmak sallıyor. Konu malum. Üç yıldır onlarca konser veren sadece kadınlardan oluşan ve sadece kadın dinleyenlere konser veren pür tesettür bir grup genç kadın, konserlerinden paylaşılan bir video sebebiyle neredeyse tekfir ediliyor. 'Biz 28 Şubatta o mücadeleyi bunun için mi verdik' cümlesiyle de hüküm vericiliklerine meşruiyet alanı açılıyor.
Gençlerin dinden ve dindarlardan koşarak uzaklaştığı bir ortamda müzik, sinema, tiyatro ve görsel sanatlar konusunda hâlâ 90'lar bağnazlığıyla, katolikvari sınırlar çizmek akıl alır gibi değil. Haramlığına dair hüküm olmayan, asırlardır tartışılmış, pek çok alim ve hak dostu tarafından Allah'ın Sâni sıfatıyla ünsiyet kurmaya kapı aralayacağı söylenen sanat ve estetik alanında üreten, emek veren, çabalayan gençlere gölge etmeyin yeter. Elinizdeki cennet tapularını da usulca bırakın yere. Merak etmeyin herkes sınırı da ölçüsünü de bilir.