Korkmaktan bahsetmeden önce korku nedir bunu tanımlayalım. Korku, tehdit olarak algıladığımız olaylara karşı vücudun uyarılarak hayatta kalmaya yönelik reaksiyon göstermesidir. Kalp atışlarımız ve nefes alış-verişimiz birden hızlanmaya başlarken kaslarımız birden gerginleşir ve vücudumuz 30dan fazla stres hormonu salgılar. Biz buna korkmak diyoruz.
Korktuğumuz anlarda damarlarımız daralarak kaslarımıza daha fazla kan yönlendirir. Ürperme dediğimiz bu durum deride daha az kanın kalmasına sebep oluyor. Üşüme hissinin meydana getirdiği şeker artışı ve adrenalinle kaslarımız kasılır ve o kaslara bağlı olan tüy ya da kıllar deyim yerindeyse diken diken olur.
Peki, korkma durumu nasıl gerçekleşiyor? Şöyle ki, tehdit algısının kişiden kişiye değişmesinin de sebebi olan beynimizin gösterdiği bilinçdışı tepkiler, diğer adıyla otonom tepkilerle korkuyoruz. Yani korku, bedenimizi tıpkı hapşırdığımız anlar gibi aniden kuşatıyor.
Korku evrenseldir ama korktuğumuz şeyler veya korkuya verdiğimiz tepkiler kişiden kişiye değişir. Evrensel tarafı korku karşısında hissedilen uzaklaşma isteğidir. Buna savaş ve kaç tepkisi de denir. Korktuğumuz, rahatsız olduğumuz öğelerden uzaklaşmak veya kendimizden uzaklaştırmak isteriz.
John B. Watson, Robert Plutchik ve Paul Ekman gibi psikoloji alanındaki isimler, korkunun, tıpkı sevinç, öfke ve üzüntü gibi temel veya doğuştan gelen duygu dizisi olduğunu söyler. Fakat korkunun herhangi bir tehdit veya duygusal durumun dışında gerçekleşmesiyle korku hissi bu diziden ayrılıp bir psikoloji rahatsızlık olan anksiyete olarak adlandırılır.