Kırk üç yaşında, üniversite mezunu, bir bankada çalışıyor. Adını söylemişti ama hatırlamıyoruz. Saçları üstten dökülmüş, hafif kilolu, biraz da sinirli bir tip galiba. Yüzündeki çizgiler gülmekten çok somurtmaktan olmuş sanki. Ekranların vazgeçilmez yarışma programlarından birine konuk olmuş ve oradaki herkes gibi, taburesine oturmakta zorlanıyor şu anda.
İlk üç soruyu, dudağındaki “çocuk oyuncağı bunlar” ifadesiyle cevapladıktan sonra dördüncü soru geldi. Beyazıt Öztürk’ün sesiyle “Mendilimde gül oya gülmedim doya doya” türküsü doldurdu stüdyoyu. Sözlerin devamını sordular Bankacı bey’e. Topu topu iki mısra söyleyecekti, söyleyemedi, takıldı. O an ilk kez fark ettik Bankacı bey’in şakağından yanağına doğru inen ter damlasını ve içten patlamalı bir sinirle titrettiği sol bacağını. Yüzündeki ifade evde onu seyreden karısının daha önce hiç görmediği bir ifadeydi; yardım beklemekle, türkü söylemek arası. Ağzından zayıf bir sesle burası orası gibi değil kelimeleri döküldü. Evinde ekran başında oturduğu koltuğundan bahsediyordu. Normalde bilirdim yani dedi. Burada cevap vermek çok zor dedi. Veremedi, elendi. Stüdyonun ışıkları yenilgiyi temsil eden bir reveransla yattı.
Kanal değiştirip uzun göksel bir kavis yaptıralım alıcılarımıza; stüdyodan, stadyuma doğru. Çıkış tünelinin ucunda; Recep Niyaz, Emre Çolak, Oğuzhan Özyakup var. Ya da Okay Yokuşlu, veya Cenk Şahin…Seçelim mi birini? Hadi seçelim. Elli beş bin kişi önünde ilk maçına çıktığı günü seçelim hem de.
Düşük tansiyon kelebeklerini bilir misiniz? Yerçekimiyle zihniniz arasında dans etmeyi pek sever onlar. İlk kez taraftarın önüne çıkan gençlerde bolca bulunur bunlardan.
O taraftar ki, bağışıklık sistemi gibidir. Bizden olanı korur olmayanı yok eder. Bizden olup olmadığına nasıl karar vereceği de hiç belli olmaz. O taraftar ki, fay hattı gibidir. Çimlerin köklerinde pusu kurar, ayağının altından öz güvenini çekip alır adamın.
Sahanın ortasından, tribünlere bakarken burası orası gibi değil diye düşündü genç futbolcu. Ekran başında hayranlıkla maç seyrettiği günleri hatırladı. Doğru, burası orası gibi değildi, burası zordu. Kalbi, içerdeki basınçla dışarıdakini dengelemek için hızını artırmış, sesini yükseltmişti. Allahtan koşmaya başladı da, içindeki gürültüyü bastırdı biraz.
Ona gelen ilk topta küçük bir hata yaptı, topu kaçırdı ayağının altından. Kulak tozuna gelen bir darbe gibi anında duydu yuh sesini. Forma numarasının tam yanına kondu hayali bir tükürük. Okkalı bir küfür çimlerin üstünde yılan gibi kıvrılarak gelip ayağına dolandı. Ayakları ağırlaştı, aklı karıncalandı her şeyi bırakmak çok yakınında duruyordu. Ama bırakmadı. Ne olursa olsun artık burada olacaktı. Burada olmayı başaracaktı.
Kızgın kalabalığın arasında hafif dökük saçlı tanıdık bir sima, en affetmez, şans vermez ifadesiyle” kim lan bu” diyordu, “nereden bulmuşlar bunu”. Tribün öfkelisi Bankacı bey bütün ihtişamıyla kurulduğu yerinden ayaklanmış bağırıyordu. Daha da devam edecekti ama birden, karşı tribünden “mendilimde gül oya” türküsünün farklı bir versiyonu duyulunca devamını dinlemek için kulak kesildi.