Evet.
Oyunun geneline baktığımızda,
Rusları elimizden kaçırdık" gibi gözüküyordu.
Lakin maçın son dakikalarında beraberliği yakalayan bu arkadaşlar,
Son anda boş kaleye topu dürtemiyorlardı.
Anlayacağınız kader onlara,
'Bu oyunla 1 puan size çok bile
Fazlası Beşiktaş'a haksızlık olur' demişti.
Kanaatimce bu maçla beraber gözlemim,
Takımın iştahlı olduğu bölümlerde,
Sonuca gidememesi halinde,
Arta kalan zamanlarda demoralize oluyor.
Ve düşüş yaşadığı yönündeydi.
İvedilikle çare gerekiyordu,
Şampiyonlar Ligi'nden alınan üst üste iki beraberlik,
Gruptan çıkma adına ümitleri birazcık kırmıştı,
Lakin kim bilebilirdi ki;
Taaa 1 ay sonra
Yelkenleri düşmüş bu geminin,
İtalya’da uçuşa geçeceğini!!!
Neyse!
Biz öykümüze geri dönelim,
Hafif meşrep moral bozukluğunun yanı sıra,
Art arda oynanacak iki deplasman maçı da
İnceden bir heyecan getirmişti camiaya,
İlki Rize deplasmanıydı,
Sonra pastırma diyarına gidecektik.
Yurt içi, yurt dışı
Oradan oraya koşturuyorduk.
Allah'tan geçmiş senelerden mütevellit,
Yüksek idmanlıydık!!!
Evet oyun ritminde bir tuhaflık vardı ve şampiyon olduğumuz sene gibi akmıyorduk.
Ama istek ve ciddiyet aynıydı.
Bütün bir 90 dakika,
0-0'a yatmış maçı
Sonuna kadar kovalamak da bunun göstergesiydi.
Aslında orta sahanın 3 asının,
Talisca, Oğuzhan ve İnler'in
Sözleşmişçesine aynı anda sakatlanması,
Olması zor bir tesadüftü.
Üstüne Galatasaray maçından üzgün,
Kiev maçından yorgun çıkan bir Beşiktaş vardı sahada,
İşte bütün bunlar yaşanırken,
91. dakikada Caner’in inatla takip edip
Kopartarak söktüğü top
Hani İspanya'ya Bask Bölgesi'ne gidip,
Adriano'ya ‘gelir misin' demiştik de
O da 'Uçarım' demişti ya,
Hah işte!
Top onun önünde kaldı.
Yaradan'a sığınarak vurdu derler ya
Öyle,
30 metreden
Çatala asıldı top.
Herkes kendine gelmişti,
Galip gelmek önemliydi ve modumuzu bulmuştuk.
O iştahla Kayseri’ye gittik.
Oyunda bir farklılık yoktu
Ve yine kurdeşen döküyorduk.
Öbür tarafa elli kere gittik geldik,
Kaybedilecek puan sıralamada aşağıda kalmamız demekti.
Bu da bizi bağımlılığımızdan ederdi!
O yüzden kasılıyorduk.
Basketbolda spikerlerin kullandığı bir laf vardır,
"Benchten gelenlerle maçı almak" derler.
Aynen öyle oldu Kayseri'de.
Kulübeden gelen Ömer Şişmanoğlu
Oyuna girer girmez
77'inci dakikada 0-0'a yatmış maçı lehimize çeviriyordu.
O zaman yazdım mı bilmiyorum,
Girer girmez gol atılınca aklıma hep İtalyan Schillaci gelir.
Sebebi enteresandır,
Günü gelince paylaşırım sizinle.
Acabalarla çıktığımız iki deplasmandan da 3 puanla dönmüştük,
Ve şendik.
İtalya’ya uçacaktık, Napoli deplasmanına
Ligde üst üste aldığımız maçlar,
Takımdaki özgüveni yükseltmiş,
Umudu yanımıza alıp öyle yürümüştük çizmeye.
Avrupa’nın çeşitli şehirlerinden,
Özellikle İstanbul'dan öyle akın ediliyordu ki,
Stada toplu gidebilmek için
Roma meydanını mesken seçmiş,
Bütün Beşiktaş'ı oraya toplamıştı taraftar,
Anlayın gayri.
Teknoloji böyle bir şey işte.
Bir yazıyorsun elindeki telefona
Alem-i cihan istikamet alıyor.
Evet!
3 bine yakın bir orduyla çıkılmıştı Napoli deplasmanına,
İtalyan polisinin Beşiktaş taraftarına yaptığı eziyete rağmen
Çok güzel tribün yapmıştı çocuklar.
Zaten Adriano daha maçın başında
"Siz bizim taraftara zülüm edersiniz ha!" deyip,
Topu ağlara çivilediğinde çarşı-Pazar karışıyordu.
Ne yalan söyleyeyim,
Gole kadarki 10 dakikalık bölümde
3 tane yüzde yüzlerini görünce,
Korkmadım değil hani.
Ama işte!
Tolgay'ın sağa bakıp, sola verdiği basketbolvari top
Quaresma ile buluştuğunda
Adriano maçın kaderini belirliyordu.
Maç ilerledikçe bahis şirketleri kafayı yiyor,
Top hakkını Beşiktaş'tan yana kullanıyordu.
Sonra Abuobukar çıktı piyasaya,
"Siz benim kim olduğumu biliyor musunuz,
Ben gollerin efendisi,
Daha tanımadınız beni" der gibiydi.
İki gol attı Aboubakar o maç.
Kanımca kendine geldiği, özgüvenini yakaladığı maçtı o.
Maçı 3-2 almıştık.
Bütün Avrupa bize bakıyordu.
Eskiden üst düzey maç alan takımlar için
Dünya Kupası'nı alan İtalya'ya ithafen,
"Havalar İtalyan" yakıştırması yapılırdı.
Beşiktaş ise havanın kralını İtalya'da yapmıştı.
Ve yine lige dönmüştük.
3 günde bir maç yapma eğitimi devam ediyordu.
15'inde Kayseri,
19'unda Napoli,
23'ünde Antalya,
38'inde Gençlerbirliği,
29'unda Mazhar Osman!!!
Ve 1 Kasım'da tekrar Napoli.
Breh Breh Breh!
Bakar mısınız tabloya.
Çin işkencesi gibi mübarek.
Lakin kazanılan maçların verdiği şevk,
Tekrar peydahlanan kazanma azmi,
Camianın yüzünü güldürüyordu.
8'inci hafta Antalya maçının başlığı
'Avrupa dönüşü VIP'ti.
Salkım saçak dolmuş statta,
Coşku, iştah ve ultra beklenti hakimdi.
Biraz zorlandık desek doğru tespit yapmış oluruz.
Bu maçı 3-0'la geçiyorduk ama,
Ki Aboubakar'ın kendini bulduktan sonra ilk maçıydı bu.
Attığı gol de jeneriklikti,
Ve hoştu.
O iyiydi de,
Caner?
Caner sakatlanmıştı.
Hem de oyuna girer girmez.
Ertesi günkü doktor raporu gündeme bomba gibi düşmüş
Ve Caner sezonu kapatmıştı.
Bütün hafta sakatlığı konuşuldu Caner'in.
Üzülmüştük hakikaten.
Ama lig devam ediyordu.
Ve sırada dişli Gençlerbirliği deplasmanı vardı.
Koşan ve oyun bozan bir takımdı.
Diri olman gerekiyordu ki;
10 günde bilmem kaçıncı maçımıza çıkıyorduk.
Diri olmak imkansızdı yani.
Bir de üstüne şanssızlık eklendi mi,
Ver elini hüzün.
Hatırlarsanız eğer,
Mecburi Necip, Rhodolfo değişikliğine gidilmişti.
Ne zamandır oynamıyordu Rhodolfo
Girer girmez anlaşmazlık yaşadığında Fabri ile
El oğlu affetmemiş
Top ağlarımıza gitmişti bile.
İkinci yarıdaki hamlelerle maç 1-1'e gelmişti ama
Bu maçla ilgili final yorumum
"Sonra dertleşiriz" olmuş.
Zira takıldığım konu
O dönem
İlk 11’de çıkması gereken kadronun
İlk yarı heba olduktan sonra oyuna sürülmesi.
Ona dertlenmişim biraz.
Ama fazla da ses etmedik.
Zira 3 gün sonra
Napoli maçının İstanbul ayağı vardı.
1-1 biten bu maçta,
Napoli’den tam 4 puan almış oluyorduk.
Ki turnuva öncesi puan planlamalarında
İtalyan temsilcisinden alınacak puanlar hiç hesaba katılmıyordu.
Ne kadar ilginç değil mi?
Yok saydığın bir takımdan 4 puan alıyorsun,
Ama bir üst tura çıkamıyorsun.
Futbol böyle bir şeydi işte.
Evdeki hesap da apartmandaki hesap da
Hiç biri uymazdı, defter kaleme…
Dinlenmek namümkündü.
Sırada çıkış arayan bir ekip,
Trabzon vardı.
Gücü olmasa bile adı yeten bir takımdı.
Ve ciddiyet gerekiyordu.
Maçın başında 2-0'ı yakaladığımızda
Ciddiyetten yana taviz yoktu.
Ne zaman ki ilk yarı biterken gol yedik.
Kimyamız bozuldu.
Koptuk.
Ne derseniz deyin.
Kırılganlık hakimdi takıma.
Ve bu bir türlü düzelmek bilmiyordu.
2-0’dan sonra
Bomboş pozisyonda 3’ü bulamayınca
Üstüne bir de gol yiyince
Olmuştu bütün bunlar.
Zaten meramımızı anlatan bir finalle bitirmişiz yazıyı;
"Rahat maç dedik de rahata geçin demedik!!!"
Maçı almıştık ama rahatça ilerleyeceğimiz yolda dikenleri musallat etmiştik başımıza.
Çözülmesi gereken en büyük sorun buydu bence takımda.
Birincisi rehavete,
İkincisi paniğe acil çözüm gerekiyordu.
Tabii bir de dinlenmemiz.
Ne zamandır ilk defa dinlenecektik.
Akabinde ver elini Meksika!!!
Allah'tan oynadıklarımıza nazaran,
Daha hafif kuvvette takımla oynayacaktık.
YARIN: Beşiktaş neden soyunma odasına gitmedi?
Gönül’ü kim, nasıl seyircinin önüne attı?