Mü’minler inandıkları Hakk dava yolundan şaşmıyorlardı. Her şeylerini fedâ edip, vatan, akraba ve yârânlarından vazgeçerek, müşriklerin ablukası ve cefasına katlandılar. Müşrikler ise Efendimiz’in(sas) gösterdiği mucizeler, Kur’ân-ı Kerîm’in âyetleri ve Müslümanların üstün ahlâkları karşısında hayrete düşmüş ve âciz kalmış oldukları hâlde, inat ve inkârlarında ısrâr ederek, sapıklıklarından vazgeçmiyorlardı.
Müslümanlar arasında fakirin zenginden, zayıfın kuvvetliden bir üstünlüğü yoktu. Kureyş’in ileri gelenleri ise halktan biri yâhut köleleriyle aynı seviyede olmaktan utanıyorlardı. Bunun için müşrikler kendi idârelerindeki insanların Müslüman olmalarını ve İslâm’ın yaygınlaşmasını engellemek için ellerinden geleni yaptılar.
Müslümanlara abluka için yapılan antlaşmayı yazan kişinin elleri kuruyup çolak olmuş, müşriklerin çoğu da bu antlaşmadan pişman olmuşlardı. Antlaşmanın yazılı olduğu kağıdı güve yemiş “Bismikellâhümme” ibâresinden başka yazılı olan bütün yazılar mahvolmuştu. Bu hadise üzerine müşrikler antlaşmalarından vazgeçip ablukayı sonlandırdılar.
Bu antlaşmanın ve ablukanın sona ermesinin ardından Efendimiz’in(sas) peygamberliğini ilânının onuncu senesinde üç gün arayla amcası Hazret-i Ebû Tâlib ve Hazret-i Hatice âlem-i âhirete göçtü. Bu nedenle o seneye “Hüzün Senesi” denildi.