İBRET VERİCİ MENKIBELER (29.06.2016)

Sultan III. Ahmed’in Beşir Ağa isminde bir Darü’s-saade ağası varmış. Beşir Ağa, her yıl Selâmi Çeşme’den hareket eden, Hicaz topraklarına mukaddes emanetleri ve birçok hediyeyi götüren Surre Alayı’na nezaret ve riyâset edermiş. Gene böyle bir Hicaz dönüşü padişah, Beşir Ağa’ya; “Huzûr-i Saadet’te veya Haremeyn’de ne güzellikler gördün; biraz anlatıver?” diye sual eylemiş. 

Bunun üzerine Beşir Ağa gördüklerini anlatmaya başlamış: 
“Efendim, çok acayip bir şey oldu, bunu zikretmeden edemeyeceğim. Medine’deydim, akşam namazını kılmıştım. Bir zâtın ravzanın önünde râbıta halinde durduğunu gördüm. Duâsını, hâcetini bitirmesini bekledim. Tam huzurdan ayrılırken hemen önüne durup selâm verdim. ‘Buyurun efendim, lokma yapalım beraberce. Soframı şereflendirir misiniz?’ diye teklifte bulundum. O da; ‘Gelemem, müsait değilim.’ dedi. 
Ben de biraz onu mecbur bırakma kasdıyla hadîs-i şerîften delil getirince Hazret celâllenir gibi oldu; ‘Yâhû, Huzûr-i Saadet’te sünnet-i seniyyeye muhalefet etmekle ithamda bulunmak olur mu? Bendeniz Köstendil Müftüsü’yüm, yatsıya cemaat beni bekliyor; görmezlerse meraklanırlar. Birkaç hadîs-i şerîfin tashihi ve Efendimiz’den(sas) tasdiki için buraya gelmiştim. Elhamdülillâh maksat hâsıl oldu. Lâkin şimdi yatsı namazında Köstendil’de olmam îcâb ediyor. Yani meşru bir mazaretim var, dolayısıyla davetinize icâbet edemem, vesselâm.’ dedi ve bu zâtı bir daha hiç görmedim.”