İBRET VERİCİ MENKIBELER (02.07.2016)

Eski zamanda bir zât hacca niyetlenmişti . Henüz çok küçük ve mükellef bulunmayan oğlu da babası ile birlikte gitmek arzusunu babasına söyledi. Kendisine bu yolculuğun güç ve çok meşakkatli olduğu, zahmetlerine katlanamayacağı, biraz daha büyüdükten sonra gidebileceği anlatılmak istendiyse de çocuk dinlemedi ve babasıyla birlikte hacca gitmekte ısrar etti. 

Yaşının küçüklüğüne rağmen, rûhen kemâle ermiş bulunan çocuk şöyle diyordu:
“Ey babacığım, bilirsin ki ben Allah'a(cc) ve onun Resûl’üne(sas) âşığım. O’nu(cc) bu dünyada görebilmem mümkün değildir. Lutfet, beni de beraberinde götür ki, hiç olmazsa zâtına izâfe edilen beyti ziyâret edeyim.”
Çâresiz, çocuğu da hazırladılar ve baba-oğul bir kervana katılarak uzun bir yolculuktan sonra Mekke-i Mükerreme’ye vardılar. “Harem-i Şerîf"e girmek üzere Bâbü's-Selâm’dan içeri geçer geçmez, Ka'be-i Muazzama’yı karşısında gören genç mü'min “Allah” sayhası ile yere düştü ve “Allah Allah” diyerek âlem-i bekâya göçtü. Babası, gözyaşları ile yavrusunun cesedine kapanarak:
“Vah evladım...Nöbet bende idi, sen daha pek genç, pek körpe idin.” diye sızlanırken kendisine cevap geldi:
“Sen beytini arzu ettin, geldin beytini buldun. Oğlun, Allah’ı(cc) arzuladı, Allah’ı(cc) buldu...”