'Kendine Ait Bir Oda'sı olan kadınlar

UYGAR TAYLAN

uygartaylan@gmail.com

Birbirinden farklı dört kadın... Farklı coğrafyaların hikâyeleri ve bir ortak dil: Fotoğraf! 

Onlar, Leica Gallery’nin ev sahipliği yaptığı ‘Kendine Ait Bir Oda’ sergisinde yolları kesişen dört fotoğrafçı kadın. Cansu Yıldıran, Charlotte Schmitz, Tahmineh Monzavi ve Meltem Işık, yola çıkarken kendilerine 20. yüzyılın en önemli yazarlarından olan Virginia Woolf’un 1929’da yayımladığı “Kendine Ait Bir Oda” kitabını kılavuz almışlar. Kitapta Virginia Woolf kadınlara özgür olmaları için öncelikle maddi bağımsızlıklarının olması gerektiğinin altını çizip “Para kazanın ve kendinize ait bir odanız olsun” diye öğütte bulunur. Kaldı ki İngiltere’de Woolf’un kitabından sadece bir yıl önce kadınlar ilk kez seçme ve seçilme hakkını elde etmişlerdir. Leica Gallery’de de dört kadın fotoğrafçıya ait bir oda yaratılmış. İşte, hayata objektifin ardından bakan dört kadın ve fotoğraflarının etkileyici hikâyeleri.

Sadece ömürlük bir misafirim

Cansu Yıldıran (Türkiye-Üniversite Öğrencisi)

Marmara Üniversitesi Fotoğraf Bölümü’nde 3. senemdeyim. Anlattığım hikâyelerde benden bir parça her zaman oluyor. Dâhil olmadığım bir konuyu çekmeye çalışmadım hiç. Sergideki çalışmamın konusu, adı gibi ‘Mülksüzlük’ üzerine. Trabzon Çaykara’nın Kuşmer Yaylası’nda geçiyor. Karadeniz yaylalarında kadınların ev sahibi olma hakkı yok. Yaylada her şeye karar veren bir yaşlılar heyeti var ve tapuyu devletten zamanında satın alıyor. Tapuyu kime vereceklerine de onlar karar veriyorlar. Bir kadına vermiyorlar. Herkes evlendiği adamla gidecek nasıl olsa, evlendiği adamın yayla evine gitsin, yabancı girmesin diye düşünüyorlar. Erkeğin yanında geleni yabancı olarak görmüyorlar ama kadın, yanında erkek getirsin istemiyorlar. Yayla, benim ailemin de her yaz gittiği ama her yaz misafir olduğu bir yer. Hiçbir zaman orada bir evimiz olmadı, çünkü babam Artvinli. Gidince ya dayımda kalıyoruz ya teyzemde, onun da eşi oralı ve bir evleri var. Oralı olmamıza rağmen aslında ‘el gibi’ sürekli başkalarının evinde kalıyoruz. ‘Tabutta Rövaşata’ filminde de dediği gibi “Ne sahibim bu yerde ne kiracı, sadece bir ömürlük misafirim ben.” Tam bu duruma uyuyor. Dedem, dayımın kızına daha iyi davranırdı. O da kız çocuğu ben de ama oğlunun kızına yakın davranıyor… Her zaman zorluğa karşı direnen ve onunla mücadele eden kadınlar bana ilham verdi. Ursula K Le Guin’in de dediği gibi “Başkalarının gösterdiği ışıklı yoldansa karanlık da olsa kendi deneyimlerinizi yaşamalısınız.” Bu seri, benim 20 yıllık birikimim aslında… 

Güzellik kraliçesine dönüşenler

Tahmineh Monzavi (İran-Belgesel fotoğrafçısı)

İran’da siyasi atmosferin son derece hassas ve iç karartıcı olduğu 2012 yılında tutuklanan belgesel fotoğrafçıları arasında ben de vardım. Bir ay hapiste kalmak ve bu olayın yarattığı travma nedeniyle iki yıl boyunca işim askıda kaldı. Böyle uzun bir ara, belgesel fotoğrafçılığı konusundaki cesaretimi kaybetmeme sebep oldu. Tutuklanmadan önce karşılaştığım zorluklardan uzak bir konfor alanı veya özel bir alan arıyordum. Kurgu fotoğrafçılığı bir süre bana o konfor alanı gibi göründü. Sorgularda bana sürekli olarak neden başarılı kadın portreleri yerine bağımlılara odaklandığımı soruyorlardı. Bu soru, kurgu fotoğrafçılığı kapsamında “Miss Iran” başlıklı yeni bir seriyi düşündürttü. 

Güzellik kraliçesinin seçilme biçimi, sandalye kapmaca oyununa benzer. Sandalyeye kim daha hızlı oturursa toplumdaki her kadının gizli yeteneklerine bakılmaksızın en yüksek statüyü o hak eder. Yoldan geçenleri rastgele çevirip taç takıp bir dakika boyunca kameraya bakmalarını rica ettim. Taç takarken bakışlarını yakalamak istedim. Çünkü taç, yoldan geçenleri bir anda güzellik kraliçelerine dönüştürüyor. 

“Bu kadar karanlık ve hoş olmayan fotoğraflar yerine doğa veya çiçek resimleri çeksene” eğitimim boyunca çok sık duyduğum bir cümleydi. Bu, yaptığım şeyi yapmama engel olmadı, aksine seçtiğim yola inanmamı sağladı. Fotoğraf makinesini iyi kullanmayı bilen biri değil, sosyal konulara odaklanan bir fotoğrafçı olmak istedim. İlham aldığım kadınlar, Susan Sontag, Nan Goldin, Francesca Woodman ve Oriana Fallaci… Kadınlara mesajım, değiştirmek istedikleri konuda ısrarcı olsunlar.

Aynaya değil, fotoğrafa itimat ediyoruz

Meltem Işık (Türkiye-Sabancı Üniversitesi’nde Akademisyen)

Serimin adı, Aynı Nehirde Bir Daha. Aslında temel sorguladığım şey şu: Kişinin kendine bakışıyla başka insanlara bakışı aynı değil. Perspektif farklılığından dolayı kendimizi bir bütün olarak değil, parça parça ve boyundan aşağısını görebiliyoruz. Kendimize dair de böyle… Hep içeriden dışarıya bakıyoruz. Dolayısıyla kendimiz hakkında düşündüğümüz ve gördüğümüz şeyler, dışarıdan bizim nasıl göründüğümüzle her zaman uymuyor. ‘Kendine Ait Bir Oda’ başlığı altındaki okumada da insanlar soyut bir odadalar ve yalnızlar aslında. Bir içe bakış var kendine dönüş var, kendine bakmak duymak ve kendini dinlemek var. Bugün bu hayatın içinde kendimize böyle bir zaman ayırmıyoruz aslında. Pek de hoş karşılanmıyor kendi kendine kalmak. Eskiden sigaraydı meşguliyet, şimdi onun yerini telefon aldı. Hiçbir zaman baş başa kalmıyoruz kendimizle. Aslında kendi duruşunu, topluma dair görüşünü oluşturmak için yalnız kalmaya ihtiyaç var. Fotoğraf hakikaten benim gözümün gördüğünü görmüyor. Hem benzer bir algısı var bizim gözümüzle hem de birebir aynı değil. Araya bir makine girdiği için biz de uzaklaşıp bakabiliyoruz. Fotoğrafın gerçekle ilişkisi beni çok etkiliyor. Ne kadar photoshopla manipüle edildiğini bilsek de kendimizi görebildiğimiz için biz fotoğrafa itimat ediyoruz. Aynadaki yansımayla kendimizi ayıramıyoruz ama fotoğraftaki yansımamızı ayırıp başka bir yere götürebiliyoruz. Kadınlara kendinizle baş başa olmaktan, kendinizi aramaktan, kendinizi bulmaktan korkmayın demek isterdim.

Perdelerin ardındaki hayatlar 

Charlotte Schmitz (Almanya-Fotoğrafçı) 

Öğrendiğim ilk Türkçe cümle, “Çok güzelim, çok güzel” oldu. Boynumdan ve bileklerimden sarkan altınlarla sadece geleneksel Türk Roman müziğiyle dans etmeyi değil aynı zamanda tekrar edip durduğum “Çok güzelim, çok güzel” kelimelerinin anlamını da öğrendim. Kadınlar arasında hep büyük bir coşku uyandıran bu ifadenin Balat’ta orijinal pop şarkıdan daha derin bir anlama sahip olduğunu da kısa sürede fark ettim. 2014 yazında buraya taşınmadan birkaç yıl önce bu güzel semti keşfettim ve hemen orada yaşamaya karar verdim. Amacım, Türkçe öğrenmek ve bu renkli yerde yaşamak, perdelerin ardındaki hayatlar hakkında daha fazlasını anlamaktı. Evlerin içine bakamamak ama kesinlikle içeriden izlendiğini bilmek orada yaşama merakımı artırdı. Balat’ın kalbinde harika Haliç manzaralı eski bir ev ve yuva bulmanın yanı sıra hâlâ kızları ya da kız kardeşleri gibi bağlı olduğum birçok yeni aile buldum. İtiraf etmeliyim ki perdelere sahip olmanın değerini de öğrendim.