Hem organik hem teknik müzik yapıyorum

ALİ MERT ALAN
alimertalan@gmail.com

Ona 'deha müzisyen' de diyorlar, 'gösteri insanı' da… Müziğiyle fark yaratmayı amaçlayan kendisini tekrar etmekten daima kaçınan Burhan Öçal, önümüzdeki hafta cumartesi günü Zorlu Performans Sanatları Merkezi, ‘Vestel Gururla Yerli Konserleri’ kapsamında İstanbul Oriental Ensemble’la beraber aynı sahneyi paylaşacak. Başarılı müzisyenin programı oldukça yoğun sık sık çeşitli projeler için yurtdışına çıkıyor. Kendisini İstanbul’da yakalamışken bir araya geldik ve Öçal’la gençlik yıllarından, Miles Davis’le olan anısına kadar pek çok şeyi konuştuk.

Perküsyon sihirbazı Burhan Öçal eğlenceli, güler yüzlü, hoş sohbet, içten bir adam. Bunları yaparken ciddiyeti de elden bırakmıyor mesafeyi koruyor. Röportaj için kayıt cihazını açmadan önce o anlatıyor biz dinliyoruz, biz anlatıyoruz o dinliyor. Kayıt tuşuna bastığımızda da aynı içtenlikle konuşmaya devam ediyor. 16 yaşında gözünüzü karartıp yurtdışına gitmeniz hayatınızın belki de en önemli kararı…Şimdiki halim olsa gitmezdim. İyi cesaret etmişim.

Neden?
 O zaman her şey zordu. Yurtdışına gitmek için dolar alma zorunluluğunuz vardı ama dolar da karaborsaydı ve kolay bulunmuyordu ama bulduk bir şekilde. Türkiye’nin hali de çok kötüydü. Babam “Gel, askerliğini yap, öyle git” dedi. Yaşımı da büyüttü, denizci olarak askerliğimi yaptım. Disiplinli olmayı askerde öğrendim. 
Çok pozitifsiniz, hem gördüğüm hem de duyduğum kadarıyla motivasyonunuz her zaman yüksek. Yurtdışına gittiğinizde cesaretinizi kıracak şeyler muhakkak yaşamışsınızdır...
Doğru çok şey yaşadım ama bana çok yardımcı da oldular. O zaman acemi bir müzisyendim. Şimdi bana “usta” falan diyorlar ama alakası yok. Bu işin sonunu kim bulmuş ya? 1982'de İsviçre’de çok önemli bir caz festivalinde performans sergileme şansım oldu. O yıllarda basın “Bu Türk’ün büyük davullarla, büyük sahnede ne işi var? Biz bu adamı tanımıyoruz” dediler… O zaman bilinçsiz çalıyordum. İnan ne çaldığımı ben de bilmiyordum, savaşır gibi çalıyordum. Festivalin direktörü de benim bu girişken, cesur halimi çok severdi. Neyse o akşam ortalık yıkıldı. Bütün basın övgüyle bahsetti. Ben bile kendi kendime şaşırdım “Ya ben şanslı bir adamım ya da bunlar bu işten anlamıyor” dedim (gülüyor). İşin içine girdikçe müzikal zorluklar karşıma çıktı. Çünkü Avrupa sahnelerinde kolay kolay blöf yapılmıyor. Ondan sonra egzersizler yapmaya, kendimi daha da geliştirmeye başladım. Mesela o festivalde Miles Davis de benimle tanıştı. “Kim bu adam?” demiş. Beni yanına çağırdı. Ben tabii mutluluktan havaya uçuyorum. Bir gittim yanına “Defol git” dedi. Meğerse beni merak etmiş. Ben de sandım ki beni grubuna davet edecek (gülüyor). 
Sizinle sohbet ederken “Popüler işler yapmıyorum” dediniz ama yaptıklarınız popüler oluyor. Bunun bir sırrı var mı?
Çizgimi korumaya çalışıyorum. Yılışıklıktan hoşlanmam, ucuz hareketleri sevmem. İnsanda ciddiyet olmalı... Sanat yapan adam bakımlı olmalı. Beni izlemeye gelenlere saygı duyarım çünkü izleyiciler zamanını ayırıp benim için oraya gelmiş. Almanların “Gözler de beraberinde yemek ister” sözünü esas alırım. 
Tahammül edemediğiniz bir müzik türü var mı?
Beni şarkıyı söyleyemeyenler, enstrümanı çalamayanlar, dans ettiğini zanneden ama dans edemeyenler rahatsız ediyor. Bu saydıklarım beni çileden çıkartıyor. Süslü püslü organik olmayan müzikler var. Işık oyunları, dansçı kızlar, dijital efektler kullanıyorlar. Bu saydıklarımı o kliplerden ve şarkılardan çıkardığınızda ne kalıyor geriye? Rezalet. Bende blöf yok, hem organik hem teknik müzik yapıyorum.
Önümüzdeki hafta Cumartesi akşamı Zorlu PSM’de konser vereceksiniz. Siz sürprizlerle dolu bir müzisyensiniz. O gece seyircileri nasıl bir konser bekliyor olacak?
Kanun, piyano, bas, keman, klarnet… Anlayacağınız bayağı kalabalık olacağız. İstanbul Oriental Ensemble’la sahnede olacağım. İki şarkı söyleyeceğim. Sulukule’de, Asmalımescit’de herkesin söylediği ‘Uzun İnce Bir Yoldayım’ı ya da ‘Dönülmez Akşamın Ufkundayım’ı seslendirmeyeceğim. En zor ve hikâyesi olanları seçtim. Ama şarkıların isimlerini şimdi söylemeyeceğim sürpriz olsun. 

KIRKLARELİ MÜZİSYEN MEMBADIR

Kırklareli müzisyen kaynar. Göksel Baktagir benim hemşerim ama benle çok konuşmaz. Mesela onun babası Muzaffer amca bir dehaydı, kunduracıydı. Ben onun yanında yetiştim. Dükkânından çıkmazdım, orası benim için bir okuldu. Keman, kanun, ut her şeyi çalardı. Candan Erçetin’de Kırklareli’den ama söylemez. Abisi Can benim grubumda piyanistti, müthiş bir yetenekti ama bıraktı müziği. 30 sene önce Türkiye’nin en büyük değerlerinden Okay Temiz, “Ulan ne kadar şanslısın Kırklareli’de büyüdüğün için. Orası müzisyen membadır” demişti bana. 

GECELERİ ÇOK GEÇ YATARIM

Bir ayağınız burada bir ayağınız yurtdışında. Hem müzik hem de film çalışmalarınız oldukça yoğun. Bir gününüz nasıl geçiyor?
Geceleri çok geç yatarım. Geçen tankerlerin kornalarını ve köpeklerin havlamalarını duyarım. Sonra herkes uykuya çekilir, müzik çalışmalarıma başlarım. Her oda da müzik çalışırım. Biraz telli sazlar biraz ritim biraz piyano çalarım ama çoğunlukla müzik dinlerim. Ritimleri Boğaz’a karşı çalışırım. Martıların, kargaların düzensiz bir uçuşu var ya egzersizle onları takip ederim.  Sabaha karşı 3-4 gibi uyurum. Sabah 7-8 gibi uyanır, su içerim ki kaybettiğim suyu alabileyim. 8-9 gibi de mutlaka gazeteleri okurum. Ardından yabancı basını okurum ve biraz uyurum. Günde toplam 7 saat uyuyorum. Uyandığımda aç karnına açma-germe hareketleri yaparım, sonra kahvaltıya geçerim. Gündüzleri daha çok teknik şeyler çalışırım ve programımda ne varsa ona göre ilerlerim.
Ayağınızı iki defa kırmışsınız. Peki, “Ya elimi kırarsam” diye bir fobi oldu mu?
Olmaz mı? Yere düşeceksem hemen ellerimi kollarımın altına alırım, korumak için.