Dünyanın ateşini DÜŞÜRMEK ZORUNDAYIZ

ARZU AKYOL
arzu.akyol@aksam.com.tr

Paris'te düzenlenen “21. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Zirvesi” sürerken Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) Başyazarlarından ve TEMA Vakfı Genel Müdürü Doç. Dr. Barış Karapınar’ın kapısını çaldık. “Dünyanın ateşi çıktı” diyen Karapınar’a göre, bu hastalıkla mücadele edip iyileştirmezsek sonuçları çok kötü olacak. 

Paris'te düzenlenen “21. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Zirvesi” sürüyor. Yaklaşık 150 devlet başkanı zirve için Paris’te buluştu. Peki, devletlerin en üst düzey temsille katıldıkları bu zirveyi bu kadar önemli kılan ne? Doğal süreçler dışında insan eliyle değişen iklimler nelere sebep olacak? Toplumlar, ekonomiler ve ekosistemler bundan nasıl etkilenecek? Devlet politikaları, sanayileşme stratejileri ve bireysel tüketici davranışlarında yapacağımız hangi değişiklikler dünyamızın yükselen ateşini düşürür? Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) Başyazarlarından ve TEMA Vakfı Genel Müdürü 

Doç. Dr. Barış Karapınar anlattı…

DÜNYANIN ÜZERİNDEKİ BATTANİYE KALINLAŞIYOR

Güneşten gelen ışınlar, atmosferi geçerek yeryüzüne ulaşıyor. Bir kısmı yeryüzünde kalıyor, bir kısmı da geri dönüyor. Bu yansıyan ışınlar başta karbondioksit, metan ve su buharı olmak üzere atmosferde bulunan gazlar tarafından tutuluyor, böylece dünya ısınıyor. Buna “sera etkisi” deniliyor. Bu sayede içinde yaşayabileceğimiz iklim oluşuyor. Kömür, doğal gaz, petrol gibi ürünleri yakarak havaya saldığımız sera gazları güneşten gelen ışınların atmosfer tarafından daha fazla tutulmasına, bu da sıcaklık artışlarına neden oluyor. Yani atmosferi üzerimizdeki battaniye gibi düşünürsek biz bu battaniyenin kalınlığını giderek artırıyoruz. Haliyle giderek ısınıyor dünya. Dünya ısındığı zaman da eko sistemler arasındaki ilişki bozuluyor, yağış rejimleri değişiyor, buharlaşma artıyor, buzullar eriyor. Yani dünyamız ateşi çıkmış bir hastaya dönüşüyor. Hastayı iyileştirmezsek sonuçları çok kötü olacak. 

SURİYE’DEKİ SAVAŞIN BİLE İKLİMLE İLGİSİ VAR

“İklim Değişikliği” bu yüzyılda insanlığın yaşadığı belki de en büyük sorun ve bu sorunla ilgili bir dönüm noktasına gelmiş durumdayız. Bu konudaki müzakereler 20 yıla yakın bir süredir devam ediyor. “Paris İklim Değişikliği Konferansı” da bu müzakere alanlarından biri. Bakın Paris Konferansı’na yaklaşık 150 devlet adamı katıldı. Bu konudaki farkındalık giderek artıyor. Çünkü bu hepimizin hayatını etkileyecek bir sorun. Örneğin Suriye’deki iç savaşın ve mülteci sorununun bile iklim değişikliği bağlantılı boyutları var. 2006 yılından sonra iklim değişikliği nedeniyle Suriye’de kuraklık arttı. Bu nedenle 1,5 milyona yakın insan kırsal kesimden kentlere göç etti. Bu durum ciddi bir siyasi kırılganlık yarattı ve iç savaşı tetikleyen nedenlerden biri oldu. Paris Konferansı’nda gelecek haftanın sonunda müzakere sonucu ortaya çıkacak. Biz buradan bağlayıcı ve hukuki yaptırımı olan bir anlaşmanın çıkmasını istiyoruz. Eğer Paris sürecinin sonunda 2020’ye kadar uygulanmak üzere böyle bir anlaşma çıkmazsa ve ülkeler ciddi adımlar atmazlarsa iklim değişikliği çok daha büyük bir tehlike haline gelecek. Neredeyse 5 dereceye varan sıcaklık artışlarını bekliyor olacağız.

HEDEF 2 DERECENİN ALTI

Uluslararası müzakerelerdeki hedef iklim değişikliğine bağlı sıcaklık artışlarını toplamda 2 derecenin altında tutmak. Alınacak temel iki önlem var. Birincisi, sera gazlarının azaltılması ki buna “mitigasyon” diyoruz. İkincisi de “adaptasyon”. Sera gazlarının azaltımı için rüzgâr, güneş gibi yenilenebilir enerjilere geçilmesi gerekiyor. Adaptasyon ise; iklim değişikliği gerçeğine uyum sağlamak… Çünkü sera gazı azaltımını yapsak bile iklim değişmeye devam edecek. Bu anlamda özellikle yoksul toplumların direnç seviyelerinin yükseltilmesi yönünde uyum çalışmaları yapmamız lazım. Doğa dostu tarım, suyu verimli kullanmak gibi… Enerji verimliliğini artırmamız, gereksiz tüketimden vazgeçmemiz gerekiyor. Daha akıllı ulaşım sistemleri, daha akıllı tarımsal sistemler sağlanmalı. Karbondioksiti 

tutan orman alanlarını, topraklarımızı ve denizlerimizi korumalıyız.

KALKINMA DEĞİL SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA

Kalkınmanın da medeniyetin de tanımı değişiyor. Artık “sürdürülebilir kalkınma” tanımı gündemde. Doğa dostu, yenilenebilir, insan-doğa ilişkisini bozmayan, akıllı şehirler, akıllı ulaşım ağları, akılı tarım yaparak kalkınma… 

Medeniyet de böyle bir kalkınma anlayışını benimseyen ülkeleri tanımlayacak. 1960'larda Güney Kore, Tayvan'ın benimsediği kalkınma trenini kaçırdık. 1980'lerde Çin'in ihracat merkezli kalkınma modelini kaçırdık. 1990'larda bilişim teknolojisi trenini kaçırdık. Şimdi doğayla entegre sürdürülebilir kalkınma trenini kaçırırsak 2030'da çok geri bir medeniyet oluruz. Bu treni kaçırmayalım. 

TÜRKİYE’Yİ NELER BEKLİYOR?

İklim değişikliğinin Türkiye’yi en çok ilgilendiren etkisi yağışların yüzde 20-30 seviyelerinde azalması, 5-6 dereceye varan sıcaklık artışları, kuraklık, çölleşme, iklim rejimlerinin değişmesi, Arap Yarımadası’ndaki iklim kuşağının Türkiye’ye doğru yayılması. Kuraklık ya da seller gibi aşırı iklim olaylarının sıklığının ve yoğunluğunun artması. Bundan en çok tarım sektörü etkilenecek. Verimlilik düşecek, üretim azalacak, çiftçilerin gelir kaybı çoğalacak. Bütün bunlar da tüketiciyi doğrudan etkileyecek. 

EN ÇOK YOKSULLARI VURACAK

İklim değişikliğinin yarattığı sorunlardan en çok yoksullar etkilenecek. Çünkü iklim değişikliği nedeniyle gıda fiyatlarının yüzde yüz artması bekleniyor. Bu da gelirlerinin büyük bir kısmını gıda ürünlerine harcayan yoksulları daha da yoksullaştıracak. Bunun dışında seller, kuraklıklar gibi aşırı iklim olaylarının sıklığı ve yoğunluğu artacak. Bundan da yine en fazla daha kötü fiziksel ortamlarda yaşayan yoksullar etkilenecek. Bu yönüyle iklim değişikliği aynı zamanda önemli bir sosyal adaletsizlik kaynağı ve savaşlar, göçler gibi siyasi etkileri de kaçınılmaz. İklim değişikliğinin insan hayatının dışında doğal yaşamla ilgili çok önemli etkileri de var. Ekolojik dengelerin bozulması ve binlerce türün yok olması söz konusu.