Kabin ve Garaj gibi çok iyi iki yerli metni tiyatroseverlere armağan eden Kemal Hamamcıoğlu ile yazmak-çizmek üzerine söyleştik.
İlk hangi satırları / şiiri/ hikâyeyi okurken içinden ben de yazmak istiyorum hissi geçti, hatırlıyor musun?
Bunu en çok hissettiren Tarjei Vesaas’ın 'Buz Sarayı' kitabıydı sanırım. Yarı uyanık bir rüya gibi bıraktı beni. Bazı kitaplar güçlü uyandırıyor insanı. Bir de Küçük Kara Balık var elbette.
Senin için ‘yazma’ eylemi nasıl bir süreç?
Öncelikle çok sevmem ve dert etmem lazım ne yazacaksam. Aşkı anlatayım diye aşk yazmıyorum örneğin. Derdim aşksa onunla ilgili cümleler kendiliğinden birikip sonra kendiliğinden çıkıyor. Yazarken hiç yazamayacakmışım gibi başlayıp, ağlaya ağlaya bitiriyorum yazdıklarımı. Ağlamayı hafife alarak, romantizme ederek değil bu. Acımadan, gülmeden yazamıyorum sadece.
İnsan en çok dert edindiği şeyi dökermiş kâğıda. Senin derdin ne?
Tek derdim kendime yetebilmek. Melankolik, ağlak insanlara tahammülüm hiç yok. Bu yüzden güçlü karakterleri anlatıyorum sadece. Önceden dışarıyı keşfetmek istiyordum, şimdi kendimi sevmeye çalışıyorum, karakterlerim de içlerine bakıyorlar. Sert bir kış geçirdiler, şimdi sıra baharda. Yaza biraz daha var. Yaz da gelecek.
Yazarken rituellerin var mı?
Geceleri yazıyorum. Herkes uyanıkken ses yok uğultu var, hikâye yok, kaos var. Bir de yazarken ve yaşarken doğayı taklit etmek gerektiğine inanıyorum. Doğada her sorunun cevabı var. Işık var bir kere.
Sence kimlerin satırlarını okuduğumuz için şanslıyız?
Benim için ilk sırada Umay Umay var. Virginia Woolf çok sevdiğim yazarlardan. Sevim Burak, Gülten Akın, Turgut Uyar, Didem Madak. İyi ki yazmış dediğim isimler.
Devamı gelecek mi?
Evet gelecek, şimdi iki yeni oyun yazdım onların görüşmelerini yapıyorum. Süreyi oyun yazarken biraz uzatıyorum, zamana yayıyorum. Reklamcıymış gibi sürekli üretmek ve üretmek zorunda hissetmek istemiyorum hiç. Kurduğum cümleyle aralıksız bağ kurayım istiyorum. Kalbime dokunmazsa kime neden dokunsun yazdıklarım?
Yazarken en çok neden besleniyorsun?
İyi müzikten, köpeğimin her sabah kapıdan ilk kez dışarıyı görüyormuş gibi heyecanla çıkmasından, bir başıma soğuk kahve içmekten, beyaz ya da siyah giymekten, bir başıma sinemaya gitmekten, bir başıma Karaköy’den Beşiktaş’a yürümekten besleniyorum. yalnızlığın içinde var olarak besleniyorum. Hem hiç yalnız değilim. Hem de korunmaya ihtiyacım yok.
Kahramanlar Hep Erkek’e nasıl dâhil oldun? Ve seneye izleyecek miyiz?
Sanatatak.com’un genel yayın yönetmeni Ayşegül Sönmez bana bu uyarlama fikrinden bahsettiğinde Kadının Adı Yok kitabını alıp okudum ve kitaptan yeni bir şey yaratma fikri beni çok heyecanlandırdı. Kitabı tiyatro metnine çevirirken sakin bir hisle kurguladım ve sahiden de metin umduğumuzdan çok daha fazla kişiye derinden dokundu. Proje seneye devam edecek ve yurt dışında festivallere de gidecek. Duygu Asena’nın romanı kadın ve erkeğe kısacası insana çok sağlam bir şey fısıldıyor; “Mutlu olmadığın ortamdan kaç git”
Yeni dönem projeleri dersek bir klasik soruyu da es geçmemiş oluruz...
Hakan Kurtaş ve Metin Akdülger’le bir video art çalışmamız oldu. Şimdi yeni performans gelecek. Sonrasında belki bir sergi oluşturabilecek malzemeler toparlıyorum. İki oyun var. Bir roman yazmaya başladım o devam ediyor. Kendi film senaryom var ona çalışıyorum 2 senedir. Eylül’de kitap gelecek. Dizi senaryosu var bir de. Uzun zamandır koltuktan kalkmamıştım. Şimdi sadece üretmek var. Tatil projeleri bu yüzden hiç yok. İşimi çok seviyorum.