Zentürk: 15 Temmuz 12 Eylül Anayasası’nın yansımasıdır

Ortadoğu ve Türkiye’de yaşanan gelişmeler hakkında, Star Gazetesi yazarı ve 24 TV Moderatörü Ardan Zentürk, Aksam.com.tr'ye önemli açıklamalarda bulundu.

Mehmet Bayar

1

Star Gazetesi yazarı ve 24 TV Moderatörü gazeteci-yazar Ardan Zentürk Türkiye'nin 15 Temmuz darbe girişimi sonrası yaşanan olaylarla ilgili gerçekleşen darbe girişiminin 12 Eylül askeri darbenin bir yansıması olduğunu belirtti.

Ortadoğu’da Sünni-Şii kavgası çıkaran emperyalist güçler Türkiye’nin kalıcı güç haline gelmesinin istemediğini ifade etti. Zentürk “Türkiye sivil şeffaf demokratik laik sosyal hukuk devletini güçlendiren çağdaş bir anayasa yapmak istiyor. 12 Eylül anayasasını tarihin çöp tenekesine bırakıp çağdaş demokratik bir anayasa yapmak. ‘Yapamazsın’ diyorlar. Bunu bile Türkiye’ye çok gören küresel emperyalist saldırı ile karşı karşıyayız. Anayasayı yapamamamızın ve anayasayı yapamayışın yarattığı depremsel nedenlerin sonucunu 15 Temmuz’da gördük” ifadelerini kullandı.

‘TÜRKİYE KALICI BİR GÜÇ’

Türkiye'nin müttefiki olan ABD neden Türkiye'nin güneyine PYD'nin yerleşmesini istiyor? PYD’nin, Türkiye'nin güneyine kordon hat çekmesinin ABD'ye ne yararı var? Bunun altında yatan sebepler nedir?

Yıllarca Türk Silahlı Kuvvetleri’ni Ortadoğu’daki politikalarının doğrultusunda kan cephesine sürmek istediler. Suriye ve Irak’taki gelişmelerde NATO ‘müttefikimizsiniz’ adı altında TSK’nın bir nevi kara  güçleri gibi çalışmasını istediler. Bu durum akla ve mantığa uygun bir davranış biçimi değildi. Türkiye ancak uluslararası bir koalisyon olursa ve uluslararası Birleşmiş Milletler veya NATO koalisyonunda herkes kendince bir karar değil hep beraber karar alacağını söyledi. Bu yeni bir şey değil. Türk Askeri Kuvvetleri Afganistan’da var, Afganistan’da Birleşmiş Milletler kararları çerçevesinde bir NATO unsuru olarak  bulunuyoruz. Çok önemli bir noktada bulunuyoruz Kabil’in güvenliğinden ve savunmasından sorumluyuz. Bugün Filistin’de bile gözlemci statüsündeyiz. ABD, 2003 yılında Irak işgalinden önce veya bu yana tek taraflı kararlar alıyor ve bu taraflı kararlara herkesin uymasını istiyor. ABD’nin ulusal çıkarları bunları gerektirebilir. Türkiye’nin de ulusal çıkarları ve koruması gereken sınırları ve en önemlisi koruması gereken evlatları var. Bu nedenden dolayı ABD’yi yöneten kadrolar Türkiye’nin sınırlarında bunları istemiyorlar. En önemli nedenlerden bir tanesi, ‘Türkiye kalıcı bir güç.’

Şuanda Ortadoğu coğrafyasında bütün manevralarda İran dahil ABD, Rusya, Fransa, Almanya, İngiltere ve hatta Suudi Arabistan, Irak ve Suriye açısından kalıcı güç haline gelebilecek potansiyele sahip. Türkiye’nin zaten bu bölge ile tarihsel geçmişi var. Ama en önemlisi olan 1300 kilometreye dayanan bir sınırı var. Küresel güçler Türkiye’nin bu coğrafyada kendi güvenliği için bile atacak adımlara soğuk bakıyorlar.

TÜRKİYE BİR HUKUK DEVLETİ

Bunu sebebi nedir peki?

Çünkü İslam coğrafyasında Sünni bir güç istemiyorlar. Esasında Türkiye Sünni bir güç değil. Türkiye demokratik, laik bir sosyal hukuk devleti. Fakat Türkiye’nin bölgedeki bütün oyunculardan farkı yönü güçlenirse kalıcı bir güç olmasıdır. Halbuki emperyalizm Ortadoğu’da 1919’dan bu yana bir tek şey istiyor. Kalıcı güç olmayacak. Bütün güçler geçici olacak, parçalanmış ve kontrol altında olmasını istiyorlar. Sykes-Picot sınırların çizilmesinde 1919 ve devamında işte Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu.  Emevîler döneminden Osmanlı’ya kadar uzanan 1290 yıllık tarihte, Sünni toplumların oluşturduğu devlet mekanizmalarının belirleyici yön verici ve kafa tutucu bir kalıcılık gösterdiğini görüyoruz. Osmanlı’nın parçalanmasından sonra ve bölgede İngiltere ve Fransız sömürgeci güçlerin kendi aralarında yaptıkları bir haritayla Osmanlı’nın küllerinden Türkiye Cumhuriyeti hariç 22 devletin çıkarılmasından sonra çok net bir tablo ile karşı karşıyayız. Emperyalizm de Müslümanların oluşturduğu siyasi, askeri ve ekonomik güç istenmiyor.  ‘Yurtta sulh cihanda sulh’ sözü Mustafa Kemal’in hiçbir şeye karışmaması olarak algılandı. Mustafa Kemal, Bağdat Paktı ve Balkan Paktını kurdu esasında onun o dönemde kurduğu paktlar bizim için işaret. Hayatının son dönemecinde Hatay’ı almak istemesi Hatay’ı Türk topraklarına katmak istemesi hatta esas planı hepimiz biliyoruz bugün büyük bir bombardıman altında olan Türkmenlerden temizlenmiş olan  Bayırbucak’ı da Hatay’la beraber almak istemesidir. Bunu başarmasını istemesinin sebebi Suriye’den gelecek olan temel tehlikeleri bilmesidir. Yani  ‘Yurtta sulh cihanda sulh’ hareketsiz kalın anlamında değil onu anlatmaya çalışıyorum. Bugünkü coğrafyada hareketsiz kaldığınız zaman yıkılırsınız. Bu bir nevi bisiklete binmek gibi pedalı çeviremezseniz düşersiniz.

DEAŞ LABORATUVAR ÜRÜNÜ BİR VİRÜSTÜR

DEAŞ emperyalist güçlerin laboratuvarlarında üretilmiş bir virüstür. Özellikle Sünni coğrafyanın başına bela edilmiştir. DEAŞ Şii’lerin üzerine yollanmış gibi gözükmekle beraber tamamen Sünni coğrafyayı parçalamak yok etmek amaçlı örgüttür. Türkiye’nin göbeğinde Ankara garında bomba patlattılar son olarak Gaziantep’te düğünü hedef aldılar ve 54 kişiyi kaybettik. Bize bir yandan güvenlikli bölge bile olmaz diyorlar. Ve kendi ürettikleri DEAŞ ve buna PKK’da dahil üzerimize salıyorlar. Ve onlarında karşısında da hareketsiz kalmamızı istiyorlar. Bu akılcı değil rasyonaliteden uzak bir durum. Burada asla bir akılcılık yok. Burada ki akılcılık sadece İsrail’den kaynaklı, İsrail 1982 Yinon planı çerçevesinde özellikle Sünni Müslüman nüfusa sahip güçlü devletler istemiyor. Ortadoğu Sünni-Şii çatışması karşı karşıya geldi. Sünni-Şii çatışmasından kim kar edebilir? İran mı, Türkiye mi, Suudi Arabistan mı hayır. Müslüman coğrafyanın Sünni-Şii çatışmasından elde edebileceği bir kar yok. Kan gölünü durdurmaya çalışan en saf en temiz ülke Türkiye Cumhuriyeti’dir. Suudi Arabistan-İran arasında ki gerginlik ve çatışmada ne zaman ki karşımıza böyle bir tablo çıktı. Sünni-Şii kavgası. Türkiye’nin bu kavgayla hiçbir ilgisi yok ama sokmaya çalışıyorlar. Türkiye diyor ki ‘yapmayın’ Cumhurbaşkanı Erdoğan İran’da dedi ki ‘Ben ne Sünni’yim ne Şii’yim ben Müslümanım’ işte bu cümleler emperyalist Ortadoğu politikasının  içine konmuş saatli bombadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan bunları bilerek söylüyor.

AMERİKA MEVCUT BÖLGEDE PYD’Yİ KULLANIYOR

ABD Savunma Bakanı PKK'nın Suriye uzantısı YPG'ye yönelik destekten bahsediyordu, Türkiye için ne gibi endişe kaynağı yaratır? PYD/YPG kimlerle iş birliği içinde? Kuzey Suriye'de özellikle Tel Abyad'ta PYD'nin ABD bayrağı asmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

PYD, ABD bayrağını asabilir daha öncede 2003 yılında Irak’ta Saddam Hüseyin’in devrildiği savaşta Kürt kuvvetleri Amerikan bayraklarıyla savaşmışlardı. Öncelikle Kürt dostlarıma söyleyeceğim tek bir cümle var. Emperyalizm, Ortadoğu’da Kürt bağımsızlığını değil Kürt kartını sever. Mesut Barzani geçen yıl dedi ki ‘Ben bir referandum yapacağım. Irak’la işimiz gücümüz yok biz bağımsız olalım’ ifadesini kullandı. Bir tek buna Türkiye ses çıkarmadı. Alman, İngiliz, Fransız, Rus, İsveç ve ne kadar ülkenin dışişleri bakanı varsa hepsi Erbil’e doluştu ve dediler ki ‘Siz ne bağımsızlığından söz ediyorsunuz?’ O gün Kürtler anladılar ki kendilerini bölgesel strateji doğrultusunda kullanan emperyalist güçler kendilerinin bağımsızlığını kendi kaderini belirleme hakkını desteklemiyorlar. Amerika’nın desteğinde gerçekleşmiş bir devrim yok. Amerikan desteğinde ancak karşı devrim olabilir. Çünkü emperyalist bir güçle devrim yapamazsınız. Emperyalizm boyunduruğu altına girmiş bir hareket  ancak bölgedeki diğer halkların bağımsızlık ve özgürlük mücadelesine karşı silah çekebilir. Peki siz Amerikan bayrağı altında ne devrimi yapıyorsunuz. Onların söylemlerine göre Marksist, Leninist bir devrim yapmayı savunuyorlar. Rojava devrimi dedikleri şey böyle bir hikaye. Peki Amerikan bayrağı altında böyle bir şey yapılabilir mi? ABD bölgede PYD’yi taktiksel anlamda kullanıyor. Ne dedi Obama ‘Ben askerimin postalını Suriye ve Irak topraklarına sokmayacağım’. Gerçi Irak topraklarından çekildikleri yok. Ama maşallah kendi postalını Suriye’ye değdirmedi ama kendi bayrağını PKK’nın eline verdi. Duruma böyle baktığımız zaman bu tarihin en büyük ironisidir. Bu durumda sömürgeci biz oluyoruz ama Amerika emperyalist olmuyor. Burada savaşan Kürt gençler neden ABD bayrağı altında savaştıklarını sorgulamıyorlar ama Türkiye’yi sömürgeci olarak görüyorlar. Böyle bir saçmalık aptalca bir iş olabilir mi?

15 TEMMUZ 12 EYLÜL ANAYASASI’NIN YANSIMASIDIR

Türkiye bölgede kalıcı güç olması için yapması gerekenler nelerdir?

Türkiye tam 8 yıldır ne diyor? 12 Eylül anayasasından kurtulalım tam demokratik sivil anayasa yapalım. Türkiye sivil şeffaf demokratik laik sosyal hukuk devletini güçlendiren çağdaş bir anayasa yapma gayreti içinde doğru mu?

Doğru

Peki niye yapamıyoruz? Bunu yaptığımız zaman Kürt halkına bir şey mi olacak? Olacak tabi, daha da genişleyecek manevra alanları ama sadece Kürtler’in değil Çerkezler’in, Aleviler’in ve diğerlerinin alanları genişleyecek. Sadece yapacağımız 12 Eylül anayasasını tarihin çöp tenekesine bırakıp çağdaş demokratik bir anayasa yapmak. ‘Yapamazsın’ diyorlar. Bunu bile Türkiye’ye çok gören küresel emperyalist saldırı ile karşı karşıyayız. Anayasayı yapamamamızın ve anayasayı yapamayışın yarattığı depremsel nedenlerin sonucunu 15 Temmuz’da gördük. 15 Temmuz’da hain kalkışmayı yapan çete Türk demokrasisini savunmaya kalkıştı. Böyle bir çelişki yumağı içinde nasıl yaşayabiliriz. Türkiye’nin kendi demokrasisi var. Sonra bir çete çıkıyor bu ülkede darbe yapmaya kalkıyor. Darbe gerekçesini ‘Yurtta sulh konseyi’ adı altında demokrasiyi daha da güçlendirmek için esasında Pensilvanya’da yaşayan bir imam eskisini bu ülkenin başına bela etmek istiyorlar. Darbe püskürtülünce çok küsüyor ve üzülüyorlar. Ankara’ya 1 ay sonra yarım yamalak bir şekilde gelerek üzüntülerini paylaşıyorlar. Böyle bir dünyada yaşadığımızın farkında olmamız lazım.

CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN’I CHAVEZ’LEŞTİRİLMEYE ÇALIŞIYORLAR

Darbeyi püskürtmüş bir ülkenin halkını sokağa dökerek askeri kışlasına yollamış bir Cumhurbaşkanı ki halkının ilk turda yüzde 52 oyuyla seçilmiş bir cumhurbaşkanından söz ediyoruz. Organize bir medya kampanyasıyla Chavez’leştirilmeye çalışılıyor. Bıraksanız Stalin diyecekler. Bunun mantığı nedir? Demokrasilerin kendini savunma hakkı vardır. Altını çizerek söylüyorum. Eğer terörle ve yahut darbeyle bir demokrasiyi hedefe alıyorsanız, bedelini ödersiniz. Bu sadece Türkiye için değil dünyanın her yerinde böyledir. Dünyanın her yerinde darbe yapmaya kalkan yahut demokrasiyi terörle çökertecek düşünceler, bütün unsurlar devletlerin silahlı güçleriyle karşı karşıyadır. Bu hak en doğal haktır ama bunu bir tek Türkiye tartışıyor. Darbeyi atlattıktan sonra insanları tutuklamaya başlıyorsunuz. AB’nin içinden en yetkili ağızdan ‘Niçin tutukluyorsunuz?’ diye soru geliyor. Belçika’da birileri darbe yapmaya kalkışırsa siz ne yapacaksınız. Çok güzel yaptınız insan hakları çerçevesinde gelin konuşalım mı diyeceksiniz.

TÜRKİYE’YE KÜRESEL ANLAMDA BİR ÖDÜL GELMEDİ

Bu ülkenin yerli ve milli adamına tek bir ödül gelmedi. Aziz Sancar hariç oda Nobel kimya ödülü. Aziz Sancar hariç bu ülkenin yerli ve milli çıkarlarını savunan bir tek kişiye küresel anlamda tek bir ödül gelmedi. Nerede sağda solda sözde aydın, sözde gazeteci ve sözde kişiler varsa maşallah hepsi bu işin kaymağını yiyorlar. Son dönemde Nedim Şener’i ayrı tutacağım kardeşim gibidir. Kardeşim Şener eğer ödül alıyorsa hakkettiği içindir. İşte böyle bir kuşatmayla karşı karşıyayız.

SURİYE’YE GİRMEKTE GEÇ KALDIK

15 Temmuz sonrası ordu FETÖ'cü askerlerden temizlenmeden neden Suriye'ye girildi?

Fırat Kalkanı Harekatı geç kalınmış bir harekettir. 15 Temmuz bu harekatın önünü açtı. Ömer Halisdemir’in öldürdüğü Semih Terzi yıllarca sınırda görev yapmış. O dönemde bağımsız tarafsız kaynaklar bana düzenli olarak ‘Ardan Bey bu sınırda tuhaf şeyler oluyor. Türkiye’nin çıkarlarına aykırı hareket eden durumlar var’ diyorlardı ama toz kondurmuyorduk. Böyle bir ölçekteki insanın ülkesine tehdit oluşturabiliceğini düşünmek zor. Fırat Kalkanı Harekatı Türkiye için 3 yıl gecikmiş bir harekettir. Türkiye umarım Özgür Suriye Ordusu’yla beraber 5000 kilometrekarelik alanı zayiat mahal vermeden bu terör örgütlerinden temizleyecektir. Türkiye 15 Temmuz’dan hemen sonra Fırat Kalkanı Harekatı’nı başlatarak dünyaya şu mesajı vermiştir. “Evet biz bir darbeyi atlatabiliriz içimizden bir sürü hain çıkabilir onları temizleme sürecindeyiz. Biz büyük bir devletiz yıkılmadık ayaktayız” ifadesini dünyaya net bir şekilde duyurmuştur.

Küresel güçler neden Sünni-Şii çatışmasının alevlenmesini istiyorlar?

Çünkü Ortadoğu, Asya coğrafyasında ve Kuzey Afrika’da kurumsallaşmış güçlenen Müslüman unsurlar istemiyorlar.

Dünyada savaşın olduğu yer yerde Müslümanlar var.

Bundan dolayı bunun nedeni şu bölge halkları Türkiye’deki halk gibi ufacık bir demokratik şans yakaladığı an bu hakların önüne öyle yada böyle seçim sandığını koyduğunuz an emperyalizmin sevmediği siyasi kadrolar ortaya çıkıyor. Bu emperyalizmin işine gelmiyor. Emperyalist güçler diktatörler vasıtasıyla halkları ezmeye alıştılar. Halkların sesinin çıkamamasına halkların tercihlerini siyasete yansımamasına alıştılar. O yüzden Arap baharı dediğimiz 2011 yılındaki o kalkışmanın devamını önce Mısır’a sonra bütün Arap coğrafyasına yayılmasından müthiş korktular. Önce Tunus’u kontrol etmeye çalıştılar esas olarak dünyaya önce Mısır darbesiyle çok büyük mesaj verdiler. Onun öncesinde de zaten hedef Suriye’deki kan gölünün yolunu açtılar.

“ERDOĞAN’I SEVMİYORUZ ÇÜNKÜ KAFA TUTUYOR”

Benim bilgim dahilinde olan 2008 yılından beri Erdoğan’dan kurtulmaya çalışıyorlar. Yani 8 yıldır Türk halkı Erdoğan’ı destekliyor. Birileri ise darbe yaptı Erdoğan’ı istemiyorlar. Daha kolay kontrol edilebilir daha çok söz dinleyen bir ülke istiyorlar. James Franklin Jeffrey çok düzgün bir adamdı Amerika eski büyükelçisi Erdoğan hakkında şunları söyledi “Sevmiyoruz çünkü kafa tutuyor” kendisi için kafa tutmuyor ki. Dünya şartları o makamda olmayı, kim olursa olsun kafa tutmaya zorluyor. Vay efendim sen nasıl kafa tutarsın al sana 15 Temmuz öldürüyorlardı adamı. Eğer Marmaris’te yakalasalardı bugün Erdoğan yoktu.

Suriye’de mevcut olan BAAS rejimini nasıl değerlendiriyorsunuz?

2011 yılındaki Suriye tartışmasını dün gibi hatırlıyorum. BAAS yıkılırsa yerine kim gelecek? Soru bu. Sanane. Sorunun cevabı çok basit; Suriye halkı BAAS rejimini yıkarsa yerine kimin geleceğini Suriye halkı karar verir. 2011 yılında Amerikalısı, Rusu, ve Avrupalısı herkes bu soruyu sordu. Bu soruyu sormayan bir ülke Türkiye idi. Türkiye dedi ki “Buna Suriye halkı karar verecek BAAS rejimi elbet birilerini seçecek ve yoluna devam edecek.” Hayır öyle olmaz dediler, ya radikaller gelirse? Radikallerin gelmesini önlemek için 600 bin kişinin öldüğü bir iç savaşı körüklediniz. Ülkenin 3/2’si DEAŞ’ın elinde buna nasıl cevap vereceksiniz.

Avrupa’ya baktığınız zaman batı insan hakları savunucusu çiçek böcek insanlar ölmesin diyorlar  çocuklar çikolata yesin diyorlar. Ege sahiline vuran  Kurdi’nin cesedini ne yapacağız. Kurdi için günlerce ağladık.

Irak Merkezi hükümetinin Başbakanı İbadi'nin Türkiye’ye yönelik tehditkar sözlerinin altında yatan temel sebepler nelerdir? Türkiye'nin blöf olarak nitelendirdiği bu süreçte sıcak bir çatışma riski var mıdır, varsa bu yalnızca Irak Merkezi yönetimi ve Türkiye ile sınırlı bir gerilim olarak mı okunmalı?

Hiç ciddiye bile almıyorum İbadi denilen adamı. O önce kendi ülkesini emperyalist güçlerden temizlesin. Amerikan valisi gibi adamlar herifi yönetiyorlar. Sonra kalkıyor Türkiye Cumhuriyeti’ne güya posta attığını sanıyor. Ciddiye bile almıyoruz almamak lazım. Cevabını verirsin yürürsün.

BELALI VE KANLI 25 YIL BİZİ BEKLİYOR

Ortadoğu'ya barış sizce ne zaman gelebilir?

Fosil yakıtların azaldığı süreçte. Biz zaten son petrol savaşını yaşıyoruz. Petrol ne yazık ki çok kanlı bir dönem olarak anılacak. 23. yüzyıl tarihçileri tarafından yani petrol çağı içten patlamalı motorlar çağı olarak adlandırdığımız bu çağı bundan 200 yıl sonra torunlarımızın torunları çok kanlı ve vahşi bir medeniyet projesi olarak değerlendirecekler. Petrol 1860’lı yıllardan bu yana hayatımıza aktif bir şekilde girdi. Çok fazla savaşa neden oldu ve çok fazla insan öldü. Sadece bir ve ikinci dünya savaşında yüz milyonlarca insan paylaşım kavgası içinde öldüler. Tabi insanoğlunun geldiği teknolojik ve sanayi üretimi, 4. sanayi hamlesi olarak adlandırılan döneme giriyoruz. Emekliliğimi ne yazık ki kanlı bir ortamda yaşayacağımı hissediyorum. Genç kuşaklar, çok dikkatli olunması gereken dönemle karşı karşıya olayları en ince detaylara kadar takip etmeleri gerekiyor. Önümüzde belalı 20-25 yıl bizi bekliyor. Bu iş biterken insanlık çok fazla kurban verecek. Başlangıçta da çok kurban verdi finalinde de çok kurban verecek. Petrol kanla geldi kanla gidecek.

‘YÜZDE 99, YÜZDE 1 İÇİN ÇALIŞIYOR’

1814 yılında Viyana kongresini toplayan o dönemin devlet adamlarının olgunluğuna erişebilirsek ve 100 yıllık barışın temellerini bir konferans içinde toparlayabilsek ki ben Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın G20’deki gerekse dünya enerji kongresindeki çabalarını o gözlükle görüyorum, Cumhurbaşkanı Erdoğan’da gelecek açısından bir panik yaşıyor. Dünyanın büyük bir barış kongresine ihtiyacı var. Ama finans oligarşisi vahşi kapitalizm buna hazır değil. Dünya servetinin yüzde 52’sini elinde bulunduran yüzde 1, henüz barışa ve demokrasiye hazır değil. Zaten yüzde 1 dünya servetinin yüzde 52’sine sahip. ABD’de Forbes listesine giren ilk 10 şirketin yıllık gelirinin Afrika kıtasının tamamının iki misli olması normal bir dünyada yaşamadığımızın kanıtı zaten.