Türk dış politikasının meşruiyet kaynağı: Seçim sandığı

Türkiye'yi yönetmek için meşruiyeti sınırlar dışında arama dönemi artık bitmiştir. Soğuk Savaş dönemi Türkiye'sine müttefikleri tarafından uygun görülen dış politika artık rafa kaldırılmıştır. Türkiye artık diplomaside yeni coğrafyalarda açılımlar yapmaktadır. Meşruiyetin tek kaynağı millet iradesidir ve bu irade Türk dış politikasına bağımsızlığını kazandırmıştır.

Star/AçıkGörüş

Dr. Tuğrul Camaş / Yazar

Dijital çağ olarak adlandırılan 21. yüzyılın ilk çeyreğinde, insanlık tarihine yön verecek değişim ve dönüşümlerin yaşandığı kaotik bir dönemden geçiyoruz. Yeni bir dünyanın doğum sancılarının hissedildiği böylesi bir zaman diliminde; küresel ticarette yaşanan rekabete dayalı kısıtlamalar, bölgesel ve yerel düzeyde yaşanan savaş, çatışma ve krizler, salgın hastalıklar, iklim krizine bağlı afetler modern dönemin somut istikrarsızlık kaynağı olarak tüm insanlığı ve toplumları tehdit ediyor. Karşılıklı bağımlılık ilkesine dayanan küresel sistem, II. Dünya Savaşı'ndan bu yana ilk kez çalışamaz hale gelirken, devletler arasındaki siyasi, diplomatik ve ticari ilişkiler belki de ilk kez bu denli kesintiye uğramaktadır. Özellikle Rusya-Ukrayna Savaşı'ndan sonra dünyanın batısı ve doğusu arasında yaşanan siyasi, ekonomik ve sosyal temelli kısıtlamalar bu istikrarsızlığın şiddetini daha da artırmaktadır.

Ukrayna'da, Irak, Suriye, Afganistan ve Yemen'de vuku bulan savaşlar, salgın hastalıklar, depremler, sel felaketleri, su ve gıda krizleri dünyada bir kriz çağının, kriz döneminin yaşandığını bariz bir şekilde ortaya koymaktadır. Rusya-Ukrayna savaşı nedeniyle oluşan yeni konjonktürde dünyanın birçok ülkesi ve özellikle Avrupa ülkeleri oluşan yeni koşulların ağırlığı altında büyük risk ve tehditlerle karşı karşıya kalmaktadır. Enerji ile tahıl arzında ve güvenliğinde savaş nedeniyle yaşanan sorunlar bu risk ve tehditlerin başında gelmektedir. Avrupa ülkelerinin karşı karşıya kaldığı enerji krizine bağlı olarak ısınma ve üretim, Afrika, Ortadoğu, Güney Doğu Asya ülkelerinde tahıl tedarikinde yaşanan sorunlar nedeniyle ise gıda krizleri dünyanın en önemli gündemi olmuştur. Başka bir deyişle savaş, çatışma ve iklim krizine bağlı afetler sonucunda oluşan yeni konjonktür yeni bir küresel krizi tetiklemektedir. Tüm bu yaşananları göz önünde bulundurduğumuzda dünya haritasında istikrarlı bölgelerin ve ülkelerin sayısının gittikçe azaldığını görmekteyiz.

Tüm bunlara paralel olarak ABD'nin İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana demokratikleşme adı altında yürüttüğü ideolojik yayılmacı dış politika, bugünkü dünya konjonktürünün oluşmasında da etkin rol oynamıştır. Terörle mücadele ve NATO genişlemesinin de dahil edildiği bu süreçte Amerika; Doğu Avrupa'da Rusya, Ortadoğu'da ve Akdeniz'de Türkiye, yine Ortadoğu'da İran, Uzak Doğuda Çin gibi ülkelerin yakın sınırlarına ve Afganistan'a yerleşerek etki alanındaki ülkelerle siyasi ve askeri olarak kuşatmacı/agresif bir dış politikayı etkin olarak kullanmaktadır. Akdeniz ve Ortadoğu'da işler böyleyken Baltık Denizi'nde de durum çok farklı değildir. Çevreleme burada da uygulanmakla beraber yine eski bir İngiliz deniz stratejisiyle Rusya, Baltık Denizi'nin en doğusuna hapsedilmek istenmektedir. İngiliz savaş jetleri ile Rus jetlerinin it dalaşına bağlı olarak Baltık bölgesi yine Batı ile Rusya arasında gerilimin tırmandığı bölgelerden birisi olmuştur. Yine Türkiye'yi Doğ Akdeniz'in en doğusuna hapsetme çabası ve son olarak Yunanistan'ın Türkiye'ye karşı taşeron rolünü üstlenmesiyle adalar denizinde gerilim yarattığı gözden kaçmamalıdır.

GERİLEN İLİŞKİLER VE TÜRKİYE

Rusya-Ukrayna savaşı, Avrupa ülkeleri ve Rusya arasında ABD dış politikası menşeili yaşanan kopmalar, Suriye iç savaşı, Irak'ta Şii Sünni gerilimi, Karabağ savaşı sonrası yeni konjonktürün oluşma süreci, Yunanistan'ın bilinçli olarak Türkiye'ye karşı yine ABD dış politikası güdümünde gelişen agresif yaklaşımları, Libya meselesi gibi birçok siyasi, askeri ve ekonomik mesele Türkiye'nin sınırlarında ve yakın coğrafyasında vuku buluyor.

İçinde bulunduğumuz yüzyılda küresel konjonktür içerisinde uluslararası ilişkilerin yeni çatışma noktaları farklı bölgeler olmuştur. Özellikle Asya ve Avrupa kıtalarının kesiştiği coğrafya aynı zamanda Türkiye, Rusya ve İran gibi ülkelerin güvenlikleri bakımından kırmızı çizgileridir. İran ve Türkiye, Suriye konusunda; Türkiye ve Rusya ise hem Suriye hem Kırım konusunda farklı görüşlere sahip olsalar da birlikte alan savunması yaparak bu kırmızı çizgilerini korumaya almışlardır. Ayrıca ABD ve unsurlarının Kafkasya'ya, Karadeniz'e ve İç Asya'ya girmesine de müsaade etmemişlerdir.

Bu konjonktür içerisinde Türkiye ise kilit ülke konumundadır. Türkiye bu haritada yakın coğrafyasında yaşanan savaş, çatışma ve diğer tüm krizlere rağmen bölgesinde ve dünyada istikrarın, huzurun merkezi konumundadır. Bunun yanı sıra Türkiye merkezinde barış ve huzurun bulunduğu dış politik yaklaşımlarla aynı zamanda küresel istikrara da büyük katkılar sunmaktadır. Türkiye son dönemde Birleşik Arap Emirlikleri, İsrail, Mısır gibi yakın coğrafya ülkeleri ile ilişkilerinde iyileştirmelere giderek bu tehditlerin kendi sınırlarından uzaklaşmasına vesile olsa da bölgesel konjonktürün gerçeklikleri her an yanı başımızda. Türkiye her ne kadar bölgesinde barış ve huzurun istikrarlı bir bölgesi olarak siyasi ve sosyal yaşantısına devam etse de bölgede işler her geçen gün daha da karmaşık hale geliyor. Buna bağlı olarak istikrarı korumak da bir o kadar zorlaşıyor. Rusya-Ukrayna arasındaki savaş bu durumun en somut örneğidir. Aslına bakılırsa duygusal romantik dış politikanın terk edildiği günden bu yana Ankara; gelişmelere karşı, birikimi ve gücü doğrultusunda anlık kararlar alabilecek, merkezi devlet yapılanmasını rasyonel bir dış politika için etkinleştirmiştir. Türkiye'nin Karadeniz-Akdeniz havzası, Kafkasya, Ortadoğu ve Balkanlar gibi tüm önemli jeopolitik ve jeostratejik noktaların merkezinde olması Türkiye'yi satranç tahtasında riskli ve önemli bölgelerin merkezine oturtmaktadır. Bu nedenle Türkiye dış politikasını konjonktürel ve esnek temeller üzerinde kurmuştur.

SEÇİMLER TÜRKİYE İÇİN ÇOK KRİTİK

Böylesi bir süreçte ve konjonktürde Türkiye'de cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri yaz tatilinin bitmesiyle birlikte artık Türkiye'nin asıl gündemi olarak önümüzde duruyor. Türkiye'nin dış politikasından belirleyici unsur yıllardır iç siyasi yaşantıda sandıktan çıkan sonuç ile ortaya konulmuştur. İç politikada olduğu gibi Türk dış politikasında da meşruiyetin kaynağı sandık yani seçimler olmuştur. Unutulmaması gereken konu bölgesinde güvenliğin kilit ülkesi olan Türkiye'yi yönetmek için meşruiyeti sınırları dışında arama dönemi artık bitmiştir. Meşruiyetin tek kaynağı millet iradesidir ve bu irade Türk dış politikasına bağımsızlığını kazandırmıştır. Buna bağlı olarak Soğuk Savaş dönemi Türkiye'sine müttefikleri tarafından öngörülen dış politika da artık rafa kaldırılmış ve Türkiye dış politikada kabuğunu kırarak diplomaside yeni coğrafyalarda açılımlar yapmaktadır. Bu nedenle Türk siyasi yaşantısının istikrarlı olması son derece mühim bir meseledir. Kaldı ki bu durum Türkiye'yi değil aynı zamanda bölgemizdeki tüm aktörleri de yakından etkilemektedir. Ancak Türk siyasi yaşamında her seçim dönemi arifesinde Türkiye'nin dışarından istikrarsızlaştırma çabalarına sahne olduğunu da göz ardı etmemek gerekir. Her şeyden önce bu anlamda Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile iç siyasi yaşamda istikrarın sağlanmasında çok önemli rol oynayan Cumhur İttifakı'nın, siyaseten zayıflatılması, Türkiye'nin yeniden kurguladığı diplomatik tutumunun akamete uğraması anlamında kritik bir yaklaşım olacaktır.

ABD dış politik kurumları Türkiye'ye dair uyguladığı çevrelemeyi siyasi, askeri, diplomatik ve ticari alanların hepsinde uygulamaya devam etmektedir. Ancak ABD dış politikası bu kez bu işi açıktan yapmamakta ve daha çok taşeron ülkeler kullanmaktadır. Bu süreçte NATO-Türkiye ilişkilerinin geleceği de büyük önem arz etmektedir. Bu nedenle cumhuriyetin 100. yılında gerçekleşecek olan seçimler her zamankinden daha büyük bir öneme sahip olmakla birlikte her koşulda Türkiye'nin istikrarlı süreci koruması gerekmektedir. Burada artık siyaset üstü bir bakış açısı ile Türk demokrasisi tarihi bir sınav verecektir. Bu sınav ağır olduğu kadar tahrik diplomasisinin de etkinleştirileceği bir dönem içerisinde verilecektir. Seçim sonrası süreçte bugünkü akılcı dış politikaya aynen devam edilmesi bir zarurettir. Ancak seçim sonrası süreçte Türkiye'de rejim değişikliği bekleyen dış politika yapıcıları istediğini elde edemediği takdirde Adalar denizinde taşeron rolü üstlenen Yunanistan üzerinden tahrik diplomasisi işletilecektir. Kuşatmacı agresif dış politika yapıcıların istedikleri sonuçları alamadığı takdirde bölgesel istikrarsızlığı ve savaşı tetiklediğini herkesin çok iyi bilmesi gerekiyor. Bu duruma siyasetin ve tüm devlet kurumlarının hazırlıklı olması ve bu bilinç ile hareket etmesi gerekmektedir.

Özetlemek gerekirse sonuç olarak Türkiye; dışarıda terör örgütleri, diplomatik, siyasi ve ekonomik olarak yıpratma faaliyetleri ile sıkıştırılmak, içeride ise sokak hareketleri ile toplumsal olayların kışkırtılmasından kaynaklı bir dikkat dağınıklığına doğru itilmek istenecektir. Bu çalışmaların amacı Türkiye'nin direncini zayıflatarak iç halkada gedikler açmak ve dışarıda ülkenin taviz vermesini sağlamak olacaktır. Açık ifade etmek gerekirse, maalesef sosyo-ekonomik anlamda toplumun bir huzursuzluk barındırması dış güçlere böyle bir yumuşak karın ve hareket alanı açmaktadır. Bu nedenle öncelik ekonomik refahtır. Mevcut darboğazdan çıkılması sosyo-ekonomik sebepler nedeniyle sıradan vatandaşların marjinalleşmesinin önüne geçecektir.