Açık Görüş - Ali Osman Sezer/Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi
Milleti millet yapan değerler onun yaşamsal sürecindeki tüm tecrübeleri ile akletme yeteneğinin kavramlarından oluşur. Bu kavramlardan yoksun olan bir millet düşünme ve akletme yeteneğini kaybederek kuru taklitçiliğe düşmekten kurtulamaz. Taklit ise kendini meşru gösterebilmek için içeriğinden bihaber olduğu kavramların sloganlaştırılıp yüceltilmesi ile ortaya çıkar ve sonuç genellikle ele aldığı kavramın tam tersi yönde gerçekleşir. Türkiye'de darbeci zihniyetin anayasal kavramları çarpıtarak, milleti sömürgeci irade lehine yönetmeye kalkışması bunun somut içeriklerini barındırıyor.
Anayasalar iki şekilde ortaya çıkar. Birincisi, milletin kendisine hizmet etmesi için ürettiği devlet aygıtının millet iradesi doğrultusunda nasıl idare edileceğini belirlemek, ikincisi de devleti ele geçirmiş bir iradenin, devlet gücü ile milleti kendi çıkarları doğrultusunda nasıl yöneteceğini belirleyen esasları tahkim etmek amacı ile yapılır. İlk gruba giren anayasalar devleti sınırlandırıp millet olma haline alan açarken ikinci gruptakiler milleti sınırlandırıp sömürüye alan açar. Bu açıdan anayasalar ya millet iradesini merkeze alarak milli anayasa ya da millet iradesi ile mücadeleyi merkeze alarak sömürge anayasaları olarak yapılır. Türkiye'de darbe dönemlerinde yapılan anayasalar tüm sonuçları ile milli birlik ve beraberliği zedeleyip devlet ve milleti birbirinden uzaklaştırmaya matuf anayasalar olmuştur. Devlet ve milletin yakınlaştığı dönemin en somut örneğini 15 Temmuz darbe girişiminde gördük. Bu yakınlaşma bir ülkenin en önemli gücüdür.
Devlet insanoğlunun ürettiği en güçlü varlıktır ve bu güç kontrol edilmediğinde amacı dışına çıkabilir. İşte devlet aygıtının millete hizmet ile sınırlandırılması amacı ile ortaya çıkan anayasal dönem, devletin amacını aşan faaliyetlerini kontrol etmek için ortaya çıkmıştır. Bu durumun gerçekleşmesi de anayasanın refere ettiği hak ölçütü çerçevesinde gerçekleşecek hukuk sistemiyle somutlaşmış hukuk devleti ile mümkündür.
Devletin özneliği
Millet kavramının değer içeriği, bu değerlerin devlet kuruculuğu ile o devleti milli devlet, böyle bir devletin ülkesini de o milletin vatanı(evi) yapar. Milleti devletin yarattığı algı ile devleti milletin yarattığı algı, bir ülkenin kültürel, siyasal ve hukuki yapısını belirler. Devlet ve millete dair bu determinist sorgulama, doğrudan doğruya devletin ve milletin mahiyetlerini belirleyerek bunlar arasında öznel ve nesnel ilişkiyle öne çıkar. Devletin özneliği durumunda bir toplumdan, halktan ya da ulustan söz edilse de millet olma halini cari kılan topluluktan söz edilemez. Çünkü millet olmak bir toplumun ulaştığı değerleri ile devlet olarak tecelli eder. Bu da o milletin devletini kurup, kural koyucu özneliğini ifade eder. Devlet eliyle üretilmiş bir toplum projesinde, devletin özne, toplumun nesne olduğu bir karşılıklılık söz konusu iken milletin var ettiği devlet durumunda devlet, millet halinin somutlaşmış tecellisi olarak bir bütünü ifade eder.
Siyasal teoride yaygın kanaat, devletin milleti ortaya çıkardığı fikrine dayanarak devlet aygıtına toplumsal düzeni belirleme, kural koyma yetkisini doğal bir hak olarak ifade eder. Bu yaygın görüşün cumhuriyet ve demokrasi kavramları, bireysel özgürlüklerin öne çıktığı toplumsal taleplerin, devlet aygıtı ile uzlaşması ve egemenliğin devlet ve toplumun bir bölümü arasında bölüşüldüğü ulus devlet haliyle anlam kazanır. Türkiye siyasal tarihinin ana omurgasının da bu düşüncede geliştiğini ancak son yıllarda bu ana omurgada millet iradesini önceleyen demokratik bir anlayışın öne çıktı görülüyor.
Öne çıkan milli iradenin anayasa ile sistemleşip tahkim edilmesi devletin millete ait, milli devlet olmasının en önemli güvencesi olacaktır. Aksi takdirde devletin milli iradenin kontrolünden çıkarak onunla çatışma haline dönüştürülmesi tehlikesi söz konusudur. Türkiye'nin en büyük problemi anayasal kavramların bağlamından kopartılarak devlet- millet çatışmasına dönüştürülebilmesidir. Elbette bunun temelinde de darbe dönemlerinde yapılan anayasal kavramların mahiyeti yer alıyor. Her anlama eğilip bükülebilecek mahiyette dizayn edilen bu kavramlar millet aleyhine girişimlere anayasal dayanak sunmuş oluyordu. Bu bağlamda her türlü yoruma açık, bağlamlarından kopartılmış kavramların gerçek bağlamlarına kavuşması milli bir anayasanın önemli unsurlarından olacaktır.
Türk siyasi tarihinin merkez ve çevre arasında uzlaşmazlıklarla şekillenerek günümüze gelindiğini ancak son dönemde bu uzlaşmazlığın milli irade lehine aşılmaya çalışıldığını söyleyebiliriz.
Bugüne kadar yukarıdan aşağıya doğru bir proje olarak uygulanan modernleşme hareketi karşısında artık tabandan yukarı doğru kendini gerçekleştirmeye çalışan modern (akla dayalı) başka talepler göze çarpıyor. Türkiye siyasi arenasında son zamanlarda yer değiştirmiş merkez ve çevre arasında farklı yönlerde gerçekleşen bu modernleşme taleplerinin çatışmasına tanık oluyoruz. Bu talep çatışmasının ortaya çıkardığı ürünlerin Türkiye'de çok hızlı bir dönüşüme ivme kazandırdığını söyleyebiliriz.
Bu değişimi, bugüne kadarki merkez ve çevre arasında yer değiştirme refleksi üzerinden okuyarak buradan projeler üretmeye kalkışmak, tarafların değişmesi dışında hiçbir şeyin değişmeyeceği bir sonuca yol açacaktır. Tarafları kim olursa olsun "merkez- çevre paradigması" refleksi üzerinden hazırlanacak bir anayasa yeni bir anayasa olmayacaktır.
Öyleyse yeni bir anayasanın paradigması ne olmalı ve bu paradigmayı kim belirlemeli?
Milli bilinç ve iradenin merkezde olmadığı hiçbir metin milli bir anayasa olamaz, aksine o, seçilen paradigma doğrultusunda seçenin, bu seçimle tanımladığı toplumu yaratma çabası içinde, üzerinde var olduğu gerçek toplumu tanımlayarak nesneleştirme eğiliminde doğar. Aslında devleti var kılan milli irade bunu anayasal bir bilinçle yapar. Dolayısı ile bir millet devleti niçin üretmişse, bu gerekçe ve onu gerçekleştirecek tüm unsurlar o devletin anayasasıdır.
Toplumsal dinamizm
Bu açıdan baktığımızda anayasa, bir soru ve cevabın konusu olmadan, toplumsal bir beyanname olarak her toplumda yazmaya gerek olmaksızın zaten mevcuttur. Bu yüzden hiçbir toplumun anayasa sorunu yoktur, sorun bu anayasanın resmedilmesinde yapılan hatalı çizim, özellikle de perspektif sorunudur. Eğer üretilen metin bu zeminden yoksunsa böyle bir metinle toplumsal zemin arasındaki fark, devlet ve toplum arasında örtüşmeyen alanların ürettiği problemler olarak ortaya çıkar. Ayrıca yazıldığı zamana münhasır statik ifadelerle yazılan bir anayasa, ya toplumsal dinamizmi hoş görmeyecek ya da kısa süre sonra dinamik yapısı gereği değişip gelişen toplumla arasında mesafe açılarak, asıl amacını bırakıp, kendi sebep olduğu problemlerin çözümsüzlüğünde devlet ve millet arasında yabancılaşmaya yol açacaktır. Özellikle anayasalar yasa metinleri olarak düzenlenirse bu durum kaçınılmaz olacaktır. Çünkü yasalar olguları ve olayları esas alan normlardır. Olgusal değişimlere göre değiştirilebilmeleri anayasaya göre daha kolaydır. Ancak bu teknikle yazılmış bir anayasa maddesini değiştirmek kolay olmayacağından değişen olgular karşısında bu madde statik olarak kalacak ve toplumu da bu statükoya zorlayacaktır. Bu yüzden anayasalar teknik anlamda yasa olarak değil, hak ve özgürlüğü, devletin ve milletin kimliğini, yönetim aygıtlarını, yasa koyucuyu ve buradan çıkacak yasaları belirleyecek haklar beyannamesi olarak yazılmalı.
Sonuç olarak; toplum, geçmişini, şimdisini ve geleceğini millet olmakla ifade eden bir dildir. Bu dilin, hiçbir bireyi, ifadeyi ve nüansı ihmal etmeden, bilinçle çözümlenmesi sonucu elde edilecek kodlarla yazılacak şifresi, o toplumun anayasası olarak toplumun üstünde bir değer olan yerini bulacaktır. Bu dilin alfabesinden(kodlarından) bir tek harfin bile feda edilmesi o harfin diğer harflerle oluşturabileceği kombinezonları sonucu ifade edilebilecek binlerce kavramın feda edilmesine yol açacağı ve bu eksik kodlarla yapılacak hatalı şifrelemenin de toplumsal genetiği bozup, toplumu olmadığı bir şeye ve yere savuracağı malumdur. Öyleyse yazılı anayasa, toplumun kendi genetik yapısının işleyişini sürdürebilmesi ve toplumun kendi hakikatini gerçekleştirebilmesi için genetik bir şifreleme ile ürettiği modelleme olarak yapılır. Artık bu şifre bireyden, toplumdan, devletten ve bunların birbirleriyle diyaloğundan gelen tüm verileri en doğru biçimde çözümleyerek toplumun tüm unsurları ile kendi hakikatini gerçekleştirebilmesini mümkün kılacaktır.