Açık Görüş - Prof. Dr. İsmail Şahin / Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi
Türkiye, 6 Şubat 2023 sabahına son yüzyılın en büyük doğal felaketiyle girdi. Kahramanmaraş'ta aynı gün içerisinde 7,7 ve 7,6 büyüklüğünde iki farklı depremin meydana gelmesi, Doğu Anadolu Fay Hattı çevresinde yer alan tüm vilayetleri etkilerken 10 ilde ve Suriye'de büyük bir tahribata ve binlerce ölüme yol açtı. İçişleri Bakanlığı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) ile Dışişleri Bakanlığı arasında yapılan görüşmenin ardından Türkiye, arama ve kurtarma faaliyetlerine katkı sağlamaları için uluslararası yardım çağrısında bulunmuştur. Hükümetin uluslararası yardımı kapsayan dördüncü seviyede alarm ilan etmesinin ardından deprem bölgesine uluslararası kuruluşların yanı sıra dünyanın dört bir köşesinden arama kurtarma ekipleri gelmeye başlamıştır. Dışişleri Bakanlığı'nın yaptığı açıklamaya göre depremin başından itibaren Türkiye'ye 100 ülke ve 16 uluslararası kuruluş yardım teklifinde bulunmuş ve bu ülkelerden toplamda 9 bini aşkın personel arama kurtarma faaliyetlerine destek vermek üzere deprem bölgelerine ulaşmıştır.
İlk yardıma koşanlar
Yunanistan da Türkiye'nin yardım çağrısına olumlu karşılık veren ülkelerden biriydi. Yunan hükümetinden sivil toplum örgütlerine kadar birçok kurum ve kuruluş gerek yaptıkları açıklamalarla gerekse de gönderdikleri yardımlarla Türkiye'nin acısına ortak olmuştur. Yunan Kızılhaçı ile Yunanistan Özel Afet Müdahale Birimi EMAK yardım faaliyetlerinde başı çeken kuruluşlardı. Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias, hükümetinin ve Yunan halkının taziyelerini doğrudan Türkiye'ye iletmek üzere 12 Şubat'ta Adana'ya geldi. Bu ziyaret, iyi komşuluk ve iki ülke arasındaki dayanışma bakımından oldukça değerliydi. Dendias, Azerbaycan Dışişleri Bakanı Ceyhun Bayramov'un ardından deprem bölgesini ziyaret eden ikinci dışişleri bakanıydı. Dendias'ı Adana'da Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu karşılamıştı. İki bakan Adana'nın ardından Hatay'ı ziyaret ettiler.
İnsani duruş
İki ülke arasındaki gerilimin had safhada olduğu bir dönemde gerçekleştirilen bu taziye ziyareti bir hayli önemliydi. Yunanistan'ın öncelikle maddi ve manevi yardımda bulunması ve hemen sonrasında Dendias'ın deprem bölgesine bir taziye ziyareti gerçekleştirmesi, her şeyden evvel insani bir duruştur. Bunun yanında Türk kültüründe taziyenin ayrıcalıklı ve unutulmaz bir yeri vardır. Yakını vefat eden kimselere sabır ve baş sağlığı dilemek, onları bir nebze olsun teselli edip acılarını paylaşmak hem dini hem insani bir görev olarak bilinir. Dolayısıyla Dendias'ın deprem bölgesini ziyaret etmesi, bu açıdan ziyadesiyle anlamlı ve bir o kadar önemli bir davranıştı. Zira Yunan bakan, Yunan hükümetinin ve Yunan halkının Türkiye ile olan dayanışmasını açık bir şekilde temsil ediyordu.
Her iki bakanın ziyaret boyunca yaptığı samimi açıklamalar ile verdiği mesajlar her iki ülke halkının özlemle ve hasretle beklediği cümleleri ihtiva ediyordu. Şurası çok açık ki ne Yunan halkı ne de Türk halkı iki ülkenin savaşmasından ya da çatışmasından yana. Kaldı ki ne Yunan halkı ne de Türk halkı birbirini "düşman" olarak tanımlıyor. Her ikisi de iki ülke arasındaki ilişkilerin "başkaları" tarafından bozulduğu noktasında neredeyse hemfikir. Bu nedenle her iki tarafta yer alan fanatik kesimler bir kenara bırakılırsa iki halk arasında ciddi sorunlardan çok fazla söz edilemez. Kaldı ki tüm siyasi ve askeri gerilimlere rağmen ülkeler arası ticari ve kültürel ilişkilerin güven içerisinde devam etmesi, sorunların insani boyutta olmadığını gösteriyor. Nitekim ziyaret esnasında Çavuşoğlu'nun sarf ettiği şu sözler, yukarıdaki tespitleri doğrular niteliktedir. Çavuşoğlu şöyle diyordu: "Türkiye'yi ilk arayan ve yardım teklifinde bulunan ülkelerden biri de Yunanistan'dı. Hemen arama kurtarma ekiplerini gönderdiler, çok sayıda uçakla insani yardımlarını da Türkiye'ye getirdiler. Hatta bir uçakla Yunanistan'dan bir diğer dostumuz Christos Stylianides (Yunanistan Sivil Savunma Bakanı) bizzat Adana'ya gelerek, yardımları Türkiye'ye ulaştırdı. Canlı olarak çıkarılan her kişiden sonra sadece burada Yunanistan ekibinin değil, tüm Yunan halkının da ne kadar mutlu olduğunu gördük, izledik. İyi komşuluk böyle günlerde belli olur. 1999 yılında da yaklaşık bir ay arayla hem Türkiye'de hem de Yunanistan'da bir deprem meydana gelmişti. Önce Yunanistan Türkiye'nin yardımına koştu. Daha sonra da Türkiye, Yunanistan'ın yardımına koştu. O zaman Time dergisi bu durumu güzel bir şekilde haberleştirmişti. Ben o zaman siyasetçi değildim, bir okuyucu mektubu gönderdim TIME dergisine ve daha sonra yayınladılar bu mektubumu. Kısaca şunu söylemiştim, zor günlerde birbirimize yardım etmemiz önemli ama ilişkilerimizi geliştirmek için başka bir deprem ve başka bir felaketi beklemek zorunda değiliz. O gün bunu sade bir Türk vatandaşı olarak söylemiştim. Bugün de Türkiye'nin dışişleri bakanı olarak aynı düşüncedeyim."
Yukarıda da belirtildiği üzere iki ülke arasındaki sorunlar insani değil siyasi. Siyasi sorunlar da ancak iyi niyetli diyalog süreçleriyle çözülebilir. Hatta bu sorunlar, tüm çabalara rağmen çözümsüz de kalabilir. Nihayetinde tarihi birikimlerle kalıtsallaşmış siyasi sorunları bir çırpıda çözmek pek olası bir durum değildir. Çavuşoğlu ile Dendias'ın açıklamalarından sonra birçok kimse, iki ülke arasındaki sorunların çözüme kavuşturulabilme ihtimalinden söz etmeye başladı. Açıkçası bu, çok mümkün değil. Peki ne olabilir? En iyi ihtimalle, iki ülke arasındaki tansiyonu düşürücü açıklamalar yapılabilir, karşılıklı ziyaretlerle düşen gerginlik neticesinde bir yumuşama dönemi başlayabilir. Maalesef olup olacağı, hepsi bu! Esasında bu da oldukça önemlidir ve asla küçümsenemez. Şayet her iki taraf ilişkilerde kalıcı ve sürdürülebilir bir mesafe almak istiyorsa o zaman ilk yapmaları gereken bakış açılarını değiştirmektir. Bir başka ifadeyle sorunları değil iş birliği alanlarını ön plana çıkarmaları gerekir. Çünkü her iki ülkenin sorunlara bakışı, tartışmaya mahal vermeyecek düzeyde kesindir. Ciddi bir güç diplomasisiyle karşılaşmadıkça ne Türkiye'nin ne de Yunanistan'ın tezlerinden cayması veyahut geri adım atması mümkündür. Türk-Yunan ilişkilerini yakından takip eden her gazeteci veya akademisyen çok iyi bilir ki iki ülke arasındaki sorunların tanımı ve çözüm şekilleri esneklik arz etmez, taraflar bu hususta çok katıdır. O halde yapılması gereken sorun alanları ile iş birliği alanlarını ayrı ayrı dosyalamak ve iş birliği alanları üzerinden yol almak. Kısacası iki devlet, yöntem değişikliğine gitmeden ilişkilerde esaslı bir ilerleme kaydedemez. Şimdiye kadar Türk-Yunan ilişkilerini iş birliği alanlarından ziyade daha çok sorunlar belirlemiştir. Bundan dolayı iki ülke arasında gerilimler hiç eksik olmamıştır. Demek ki sorunlardan hareket ederek ya da ilerlemeye çalışarak Türk-Yunan ilişkilerini düzlüğü çıkarmak ihtimal dahilinde değildir. İşte, yöntem değişikliğinden kastedilen sorunlar yerine iş birliği alanlarını konuşmak, tartışmak ve bu alanları derinleştirmektir. Bunun yanı sıra iki ülkenin, "güven veren müttefik" ilkesini de hayata geçirmeleri önemlidir. Bu bağlamda her iki ülkenin kriteri, ortak güvenlik ve ortak çıkar olmalıdır. Böylece hem Türkler hem de Yunanlılar emin ve güven içinde olacaktır.
Yukarıda da bahsedildiği üzere Türk-Yunan ilişkilerini onarmak kolay bir hadise değildir. İçeriden ve dışarıdan güçlü bir motivasyona ihtiyaç duyar. Bunlar içerisinde ortak tehdit algılamaları ile ortak çıkar algılamaları ayırt edici özelliğe sahiptir. Bu doğrultuda Yunan hükümetinin atması gereken ilk adım, Türkiye'yi ortak tehdit havuzuna alan Doğu Akdeniz siyasetini değiştirmek olmalıdır. İkinci adım ise Avrupa Birliği (AB) üyesi bir ülke olarak Avrupa Birliğini doğuran Almanya-Fransa iş birliği modelini Türk-Yunan ilişkilerine uyarlamak için sahici girişimler başlatmaktır. Bununla birlikte Ankara ve Atina, birbirlerine karşı gizli bir niyet taşımadıklarını gösterir şekilde Ege Denizi'nde statükoyu koruyan Lozan ve Paris antlaşmalarına bağlılıklarını güçlü bir şekilde yinelemeli ve iki ülke arasında güven duygusunu zedeleyen diplomatik retoriği terk etmelidirler.
Savaş çözüm değil
Türkiye ve Yunanistan'ın mutlak manada kendilerini haklı olarak gördükleri siyasi bir ortamda, taşları yerinden oynatmadan sorunları konuşmak, ele almak ya da bir adım ileriye giderek onları müzakere etmek fayda getirici bir tutum değildir. Tarih, bu tip vakalarda sorunların genellikle savaş yoluyla halledilmeye çalışıldığını işaret etmektedir. Şurası bir hakikat ki Ege'de patlak verecek bir savaşı hangi taraf kazanırsa kazansın, bu savaş yeni savaşlara gebe olan bir savaş olacaktır. Yani savaş da gerçekçi bir çözüm sunamaz. Medeni ve insani bir çözüm için iki ülkenin iş birliğine yönelmekten başka çıkar yolu söz konusu değildir. İş birliğinin önünde iç engeller, tarihi gelenekler ve dış faktörler gibi birtakım zorluklar vardır. Bu zorluklardan dolayı geçmişte iş birliği girişimleri sıklıkla başarısızlığa uğramıştır.
Bu çerçevede Dışişleri Bakanı Dendias'ın Çavuşoğlu'nu teyit eden, "ilişkilerimizin düzelmesi için bir deprem daha yaşanması gerekmiyor" sözü ilham vericidir. Ancak şunu kabul etmeliyiz ki Türkiye ile Yunanistan arasında barışı koruyan faktör paylaşılan değerlere duyulan bağlılıktan çok askeri güce referans veren özgüvendir. Bu ise silahlanma yarışına ve gerginliklere yol açmaktadır. Açıkçası bu, sürdürülebilir bir barış için etkin bir yol değildir.